14 Mayıs 2014 Çarşamba

KONFEDERALİZM PARİS (12.03.2007)

PARİS (12.03.2007) - 

Dünyaca ünlü sosyal bilimci Immanuel Wallerstein milliyetçiliği, ulus-devleti, çok kültürcülüğü, Batı merkezciliği, sistem karşıtı hareketleri, Kürtler ve demokratik konfederalizm konularını değerlendirdi.




Dünyanın hiçbir yerinde gerçek anlamda bir ulus-devletin oluşmadığına dikkat çeken Wallerstein, "Bütün devletlerde azınlıklar vardır ve her zaman da olacaktır. Asıl sorun bu 'gerçekle nasıl yüzleşilmeli' olmalıdır. Ben, her zaman, hakların en geniş biçimde verilmesinden yanayım; çok kültürlülükten yanayım" dedi. Wallerstein, dünyanın birçok yerinde ulusal kurtuluş hareketlerinin oluşmasının nedeninin de bu haklar mücadelesi olduğunu vurguluyor.

"Eğer bir devlet farklı etnik ve ya kültürel gruba karşı aynı baskı gücünü kullanıyorsa insanlar kendilerini savunmak için çeşitli yöntemlerle mücadele etmek zorunda kalıyorlar. Bunu yapamazsınız denilemez, çünkü mücadele etmeleri kadar doğal birşey yok" diyen Wallerstein, Kürtler konusunda da bu durumun söz konusu olduğuna dikkat çekiyor ve önemli olanın bugün Kürtlerin ne istediği olduğunu kaydediyor. Kürtlerin de her halk gibi haklarının tanınması gerektiğini belirten Wallerstein, Öcalan'ın ortaya koyduğu tezlerin çözüm olabileceğini dile getirdi.

PKK'nin ABD ve Avrupa'nın bazı ülkelerinde "terörist" ilan edilmesini de değerlendiren Wallerstein, şunları söylüyor: "Sizin politik şekillenmenizi kabul etmek istemeyen insanlarla karşı karşıyasınız. Unutmayın ki, bütün ulusal kurtuluş hareketleri, illegal, suç örgütü olarak lanse edildi. Liderleri tutuklanmak gibi durumlarla karşılaştı. Bu insanlar sonra da başbakan oluyor. Bu da politik durumun değişmesi ile bağlantılı. Başka yerlerde değiştiğine göre, burada da olabilir. Sorun, dünya genelinde desteği sağlayacak bir ilişki ağı oluşturmaktır. Bu politik bir gücü de beraberinde getirebilir."

Wallerstein, bu konuların yanı sıra, Batı merkezcilik, sistem karşıtı hareketler ve İslam-Batı konularında görüşlerini açıkladı.

- Öncelikle ulus tanımınızla başlayalım. Siz modern ve ilkel uluslar biçiminde ikiye ayırıyorsunuz bunu. Ulus tanımınızı biraz daha açar mısınız?


- Evet ulus… Şimdiki tüm uluslar, ya da günümüzde ulus olduğunu iddia eden bütün gruplar geçmiş dönemlerin bir yerlerinde köklerini bulmaya çalışıyorlar. Bu bir bakımdan gerçek, bir bakımdan da mitolojik bir durumdur. Önemli olan, şu andaki durumdur bence. Yani devletler ulus olmaya çalışıyor, insanlar kendi devletleri içerisinde ulus olmaya çalışıyorlar. Bu modern dünyanın tarihi boyunca böyle oldu, en azından bu son iki yüzyılda. Kurulmuş bir devlet, tabi ki, içerisinden bir grubun başka bir ulus olarak ortaya çıkmasını istemez. Bazen, devlet içerisinde, baskı altında olanlar tam olarak bu devletten ayrılmak isterler, yani tam bağımsızlık amaçlarlar, bazen kültürel, politik haklar elde etmek isterler. Bence hiçbir yerde gerçek bir ulus-devlet yoktur. Bütün devletlerde azınlıklar vardır ve her zaman da olacaktır. Asıl sorun bu "gerçekle nasıl yüzleşilmeli" olmalıdır. Ben, her zaman, hakların en geniş biçimde verilmesinden yanayım; çok kültürlülükten yanayım. Bugün bu sözcük kullanılıyor. Ve bunu dünyanın her yeri için istiyorum. Ancak konu politik bir konu ve her şey kelimeler üzerine dayalı, ben bunun içinde yer almak istemiyorum, çünkü bu yalnızca bir oyun.

HALK OLMAK DUYGU OLAYIDIR

- Öcalan demokratik konfederalizm fikrini ortaya koydu. Ancak bu konfederalizm İsviçre'de veya Belçika'da olduğu gibi değil. Bütün halkların birbirlerini tanıdığı, yatay bir yapılanmanın olduğu ve örgütlenebildikleri bir konfederalizm…

- Var olan sınırlarda mı?

- Evet, var olan sınırlar içerisinde. Yani şu andaki sınırları değiştirmeden devlete karşı bir güç olabilmek ve konfederal bir biçimde halkların bir arada yaşayabilmesi...

- Aslında birçok anlamda, bu başarıya ulaşmış bir gerçeklik. Yani farklı ülkelerdeki Kürtler değil; aynı zamanda birbirleriyle yakınlaşan başka halklarda da bunu gördük. Örneğin ABD'deki Latin Amerikalılar diğer Latin Amerikalılara yakınlar, Yahudiler ve Çinliler için de bu durum geçerli... Varolan sınırlardan hareketle ve genellikle de siyasi olan bu kültürel yakınlaşmalar iyi bir şeydir. Buna karşı mücadele etmek yerine, halklar için buna dünya çapında büyük bir esneklik olanağı yaratılmalıdır. Halk olmak bir duygu olayıdır ve duyguları ne baskı yoluyla ne de yok sayarak dışarıda bırakamayız.

- Bizlere katı ve hiyerarşik bir şekilde hep batının en ileride olduğu bir tarihi empoze eden dünyayı nasıl görüyorsunuz?

- Antik referanslar zamanla değişirler. Elbette tarih boyunca Batılıların öncü olarak kabul ettiği hep Yunanlılar değildi mesela bir Mısır dönemi var. Bunun neden değiştiğini analiz etmek gerekir. Bu referansların bir kısmı gerçek, bir kısmı ise mitolojiden oluşuyor. Bu mitlerin bazıları bazı referanslar üzerinde ısrarla dururken ötekileri dışlamak üzerine kurulmuştur. Şimdi herhangi bir halk 5 bin yıl önceki köklerini buldu diyerek dünyanın tarihini yeniden yazabiliriz. Neden olmasın herkes yapabilir bunu. Tekrar ediyorum; önemli olan güncel gerçekliklerdir. Eğer insanların bir bölümü farklı bir dil konuşmak, farklı edebi eserleri kullanmak istiyorsa, bazı kültürel yakınlıklardan bahsetmek istiyorlarsa; ben "iyi ama onlar iki bin yıl önce yoklardı ya da beş bin yıl önce varlardı" diyemem. Bunun hiçbir önemi yok. Önemli olan şu andaki gerçekliktir.

Kuşkusuz bütün insanlar bu soy konusunda ısrar ediyor. Çünkü bu, bir tür siyasi argüman aynı zamanda. İsrail Filistin örneğini alalım. Acaba Filistinliler diye bir şey var mı? Evet Filistinliler var, çünkü kendilerine Filistinli diyen birileri var. Bunların beş yüz yıl önce veya iki bin yıl önce ya da üç bin yıl önce aynı isimle adlandırılıp adlandırılmamaları gerçekten benim umurumda değil. Gerçekler karşımızdadır ve önemli olan şu andaki gerçekliklikle yüzleşip bu insanların da diğer insanlar gibi kültürel ve siyasi gelişimlerini yaşamalarına olanak vermektir.

'POLİTİKA HEP BUGÜN İÇİNDİR'

- Siz geleneksel sistem anlayışını, hiyerarşiyi sorguluyorsunuz. Çoğunluğun isteminden çok uzak olan işleyişler sözkonusu. Buna rağmen hiyerarşik yapıyı sona erdirip yatay bir sisteme geçme konusunda iyimser olabilir miyiz?

- İyimser olabilir miyiz bilmiyorum ama olunmalı. Peki Chiapas'ta neler yaşanıyor? Bir halk var, bir grup, bazı toplulukların yerlileri, ki en az beş yüz yıldır belki de daha uzun süredir orada yaşıyorlar. Önceleri İspanya tarafından baskılara maruz kaldılar, şimdi de Meksika devleti tarafından büyük baskılar görüyorlar. Kendileri için gerçek bir otonomi istiyorlar, ki bu bana çok da haklı bir istem olarak gözüküyor. Şunu söylüyorlar: Meksika devletini ele geçirmek ya da Meksika devletinde iktidara gelmek için bir devrim yapmayacağız, bunlar bizi ilgilendirmiyor, bizi ilgilendiren, daha yakın bir şey, içimizdeki sıradan insanlar bizleri ilgilendiriyor. Aynı zamanda, politik strateji olarak da "Haklarını isteyen, eşitlik talep eden, dünyadaki birçok hareketin bir parçasıyız; onlara desteğimizi veriyoruz ve onlardan da bizi desteklemelerini istiyoruz" diyorlar. Doğrusunu söylemek gerekirse, bu politikanın onlara olumlu yönde bir dönüşümü oldu. Meksika'da belli bir statü hakkını elde ettiler, başka yerlerde de bazı ilerlemeler görüldü. Bu durum tamamen dikey bir yapıya karşı bir oluşum. Zapatist hareketin Latin Amerika'da ve dünyanın diğer bölgelerinde büyük bir etkisi oldu. Bu da şu anda farklı bir politika yapmanın biçimini gösteriyor. Tekrar aynı noktaya geliyorum; politika hep bugün içindir.

- Bu değişim fikirleri de yine de hiyerarşik bir örgütlenmeden geliyor. Bu durum, sistemin intiharı değil mi?

- Neden bahsettiğinizden tam olarak emin değilim. Fikirler temelden, entellektüellerden ve biraz da her yerden gelebilir. Fikirlerin temeli en önemli nokta değildir. Onları nasıl kullandığımız, insanları nasıl bir araya getirdiğimiz ve günümüzde ne gibi istemlerimizin olduğudur önemli olan. Chiapas'ta Zapatistlerin ne talep ettiklerini biliyorum. Bu da bana tamamen meşru görünüyor. Başka ülkelerde benzer grupların farklı istemleri var. Yani Bolivya'da, "indijenes-yerliler", bu sözcük kullanılıyor, az çok iktidarı ele geçirdiler.

Yani ilk kez hükümet bu yerli grupların içinden çıkıyor ve birçok kişi tarafından destekleniyor. Bolivya'da bu insanlar nüfusun çoğunluğunu oluşturuyor. Onlar önemli olanın politikanın havasını değiştirmek olduğuna karar verdiler, havasını, bu sözcük üzerinde ısrarla duruyorum, devletin havasını değiştirdiler.

Meksika'daki reel siyasi gerçeklik farklı, Peru'daki farklı, Pakistan'da daha da farklıdır. Bu açıdan, ABD'de söylediğimiz gibi, yöresel siyasetten bahsedebiliriz. Ama her zaman açık olmalı ve insanların kendilerini ifade etmelerine ve kendi yollarını çizmelerine izin vermeliyiz. Bence önemli olan budur.

IRAKÇILIK HİÇBİR YERDE KABUL EDİLMEZ

- Devlete karşı mücadelede devlet üzerinde hâkimiyet kurma ya da kurmama gibi konular ön plana çıkıyor. Bu nasıl çözümlenebilir? Devlete karşı caydırıcı bir güç olma yeni bir çözüm gücü gibi ortaya çıkmaya başladı. Bu tabandan örgütlenmeyi ve karşı bir güç olmayı öngörüyor. Bugün Kürtlerde de bu durum yaşanıyor. Kurulan halk meclisleri, halk konseyleri gibi yatay örgütlenmelerle kadınlar, gençler ve çeşitli meslek kuruluşları temsil ediliyorlar. Bu bir çözüm gibi görünüyor, fakat çok güçlü olan devlet mekanizmasına karşı bu tarz bir mücadeleyi başarmak nasıl mümkün olabilir?

- Eğer bir devlet farklı etnik ve ya kültürel gruba karşı aynı baskı gücünü kullanıyorsa insanlar kendilerini savunmak için çeşitli yöntemlerle mücadele etmek zorunda kalıyorlar. Bunu yapamazsınız denilemez, çünkü mücadele etmeleri kadar doğal birşey yok. Bir devlet sınırları içerisinde değişik etnik kökenli gruplar yaşayınca çelişki, yani devleti kontrol altında tutan grubun diğer gruplara hükmetmesi kaçınılmazdır. Bu anlamda bir devletin içinde bulunduğu duruma göre özgün olarak ezenlerin ve ezilenlerin durumu değişir. Örneğin sizin durumunuzda Türklerin bir durumu ulus devlet modelinde ısrar ediyorlar. Türk devleti sınırları içinde yaşayan herkes Türk ulusuna aittir ve Türk sayılmalıdır. Hatta onlar Türkizm (Türkçülük) gibi bir konsept dahi geliştirdiler. Bu nedenle örneğin orada yaşayan diğer grupların kendi dillerini kullanmalarını yasakladılar. Ben bu ırkçı ısrarların kaynağını çok iyi anlıyorum, fakat bunu ne Türkiye ne Bulgaristan ne Fransa ne ABD ne de İran ve Irak'ta hiçbir şekilde kabul etmek mümkün değil.

O halde böylesi bir sorunu çözmek nasıl mümkün olabilir? Bir tek yol kalıyor; o da uzun bir politik mücadele ile mümkündür. Bu çok açıktır. Ve bazen başarıyla da sonuçlanıyor. İspanya örneğini ele alalım. Uzun süre benzer sorunlar yaşandı. Birçok halkın aynı devlet sınırları içinde yaşadığı İspanya'da Frankist faşist diktatörlüğü döneminde İspanyol kimliğinin dışında her şey yok sayılıyordu. Daha sonraki gelişmelerle Katalanlar gibi birçok grup siyasi ekonomik ve kültürel otonomilerine kavuştular. Basklılar halen mevcut durumlarından memnun değiller, daha ileri gitmek istiyorlar. Bu ne derecede mümkün bilmiyorum ama bu her zaman zor olmuştur. Yani bir kez silahlı mücadele zorunluluğu oluştuğunda taraflar daha da katılaşırlar. Her yumuşama bir zayıflık işareti olarak algılanmaya başlanacağından durum daha da zorlaşıyor ve uzlaşma olanakları azalıyor. Bask sorununu şu ya da bu tarzda ama şiddet olmadan çözmek gerekir. Tabii bu olayda aracı olmadığım için de fazla bir şey söyleyemeyeceğim. Doğal olarak her zaman taraflar birbirlerinden yumuşamayı bekler. Her milliyetçi yaklaşım haklıdır ve her türlü milliyetçilik haksızdır biçiminde algılanabilir. Her ulusalcı yaklaşım tahammülsüz olur, aynı zamanda kendi halkının çıkarlarını savunur. Bu sürekli bir hal almış mücadele biçimidir. Biz bu mücadeleyi ABD'de yaşıyoruz. Sizler de birçok ülkede aynı anda yaşıyorsunuz. Özellikle de Türkiye'de bu durum daha şiddetli. 5 veya 6 ülkede yoğun olarak yaşıyorsunuz. Örneğin sadece ülkenizde değil Almanya'da da büyük bir Kürt topluluğu yaşıyor. Almanya'dan tam olarak neler talep ediyorsunuz bilmiyorum. Ama bu önemli bir soru. Halkların yaygınlaşan göç gerçekliğiyle birlikte diyaspora konsepti bugün evrensel bir hal aldı. Bugün başka bir halktan göç edenleri barındırmayan tek bir ülke yok. Bazen bunların sayısı çok olunca siyasal, kültürel sorunlar oluşturabiliyor.

- Devlet kontrolü ele geçirildikten sonra tüm iyi niyetlere rağmen sistemin bir parçası haline mi geliniyor sizce? Sistem halka karşı bir şekil mi alıyor? Nasıl bir gelişme yaşanıyor?

- Günümüzde, sistemlerin gelişiminde, devletlerin kurulması temel alındı. Ve bir devlet kurulduğunda, bir de ulus yaratılması gerekiyor. 19'uncu yüzyılda yaşananlara baktığımızda bir devlet, ardından diğeri, kurumsallaştıktan sonra insanları tek bir ulusun çatısı altında toplamaya başlıyor. İkinci Dünya Savaşı'na kadar bu böyleydi. Ardından zamanla buna karşı önemli tepkiler doğdu. Çünkü hiçbir zaman herkes asimile edilemedi. Yani tek bir devlette tek bir ulus oluşturulamadı. İnsanlar da eşitlik taleplerini dile getirmeye başladılar. Zamanla bu daha da önemli bir hal aldı. Yani etnik, ulusal hareketlerin olmadığı devlet çok azdır. İnsanların bir bölümü "Bu devletin vatandaşları olsak da biz kendimizi bu ulusla tanımlamıyoruz" diyor. Bu durum 1945'ten özellikle de 70'lerden itibaren bütün dünyada önemli bir hal aldı, Amerika kıtasında, bütün Avrupa ülkelerinde ve Afrika'da. Yani sizin yaşadığınız bir istisna değil. Kültürel homojenliğin ağırlığının azaltılması için dünya çapında gelişen hareketlerin bir parçası.

- 'Medeniyetler şoku' denilen olay hakkında ne düşünüyorsunuz, sizce şu an bu durum mu yaşanıyor?

- İyi bir slogan, fakat ben buna inanmıyorum. Fakat bunu yaratabiliriz başka bir sürü şeyi yaratabileceğimiz gibi. Dünyadaki üç dört medeniyeti bugün aşırı bir şekilde bölen temel bir takım şeylerin olduğuna dair tezler politika için ortaya atılan jeopolitik argümanlardır. Burada az çok medeniyetler şoku argümanını kullanan Usame Bin Ladin ya da George Bush gibi her iki taraflı olarak kullanılabiliriz. Medeniyetler şoku kavramını esas bir analitik eleman olarak ele alırsak dünyada neler olup bittiğini ortaya çıkaracak bir analiz sahnesine varamayız.

- Bugün ABD ve hatta Avrupa yaptıklarıyla sanki dünyanın öbür ucuna adaleti ve uygarlığı götürüyormuş gibi bir izlenim veriyorlar. Irak’ta bu yaşandı, İran tehdit altında. Sizce artık bir son verecekler mi yoksa daha da ileri gidip İran'a da askeri bir müdahalede bulunacaklar mı?


- Duracaklar mı? Gidişleri ya da duruşları onlara bağlı. ABD hükümeti, kendilerini bazı değerlerin taşıyıcısı olarak düşünüyor, bu değer de demokrasi. Herkesin onları kabul etmesi gerekiyor. Bunun için de dünya genelinde şu ya da bu askeri politikayı yapmayı gerekli görüyor. İnanıyorlar mı? Bazıları kesinlikle inanıyor, diğerleri de ilginç bazı diller kullanıyor. Sonuçta Mahatma Gandi'nin 30'lu yıllarda İngiliz gazeteciye verdiği bir cevap var. Britanyalı bir gazetecinin "İngiliz demokrasisi hakkında ne düşünüyorsunuz" biçimindeki bir sorusuna, "İyi bir düşünce olabilir'' biçimindeki meşhur yanıtı var. Ben de demokrasi için bunu düşünüyorum. Demokrasi iyi bir düşünce olabilir, aynı şekilde ABD için de.

'ABD'DE NÜFUSUN İSPANYOLLAŞMASINDAN KORKULUYOR’

- Azınlık sözcüğünü nasıl tanımlıyorsunuz? Çünkü sayısal olarak çoğunluk da olunabilir…

- Azınlık sayısal değil kültürel bir konsepttir kuskusuz. Dünyadaki bütün devletlerde istisnasız diyebiliriz ki sosyal sınıf otoriteleri içerisinde dominant bir grup vardır. Herhangi bir grubun tanımı değişebilir ve bu sadece ülkeye göre değil zamana göredir de. Fakat herhangi bir sosyolog, ben bir sosyologum, bir ülke hakkında araştırma yaparak o ülkedeki dominant grubu tanımlayabilir. Dominant grup o ülkedeki halkın yüzde 60'ı da olabilir, yüzde 5'i de olabilir. Bu ülkenin kuruluşuna ve tarihine bağlıdır. Diğer gruplar azınlıktır, eğer onlar popülasyonun sadece yüzde 10'unu oluşturuyorlarsa bunlar sayısal azınlıklardır. Fakat bu bazen, örneğin Güney Afrika'da eski rejim sırasında toplumun yüzde 85'ini oluşturan siyah Afrikalılardı azınlıklar. Bugün, onlar hala azınlık mı? Güney Afrika simdi bir geçiş dönemindedir ve güncel olarak dominant grup hangisidir bunu söylemek güç. Sayının önemli olduğunu ve bir farklılık yarattığını da belirtmek gerekir burada. Örneğin ABD'de popülasyonun (nüfusun) İspanyollaşması sorunu tartışılıyor. Çünkü onların gelmesinden, hatta nüfusun çoğunluğu tarafından, korkuluyor. Bu kuşkusuz birçok şeyi değiştirecektir. Mesela İsrail'de de Arapların sayısal olarak nüfusun çoğunluğu haline gelmeleri korkusu var. Bu şeyleri değiştiriyor kuskusuz. Azınlık tanımı iktidara göre belirlenir. Eğer sosyal, ekonomik ve politik olarak diğer gruplardan daha az güce sahipseniz azınlık oluyorsunuz. Normalde dominant olan sadece bir tek grup vardır.

- Bugün yeni bir 'kötülük' tanımlaması yapılıyor. Örneğin İslam terörizmle bağdaştırılıyor…

- Ben kötülüğün başka bir tanımının icat edildiğini düşünmüyorum. Kötülük, sevmediğimiz, nefret ettiğimiz, reddettiğimiz, yani kelimeyi kullananların düşüncelerinde var olan bir olay. Uzun bir zaman, 40-45 yıl batılılar için en büyük kötülük komünizmdi. Komünizm artık o kadar önemli değil, şimdi daha büyük bir kötülük bulunuyor. Daha farklı bir kötülük yaratan insanlar oldu. Kötülüğün merkezinde de Başkan Bush'un dediği gibi 3 ülke bulunuyor. Diğerleri için İslam, politik İslam, faşist İslam gibi kelimeler bulunuyor. Ayrıca terörizm dedikleri bir kötülük var, olağan üstü geniş bir terim ve her şey buraya konulabilir. Kimin terörist olup olmadığını anlamak ise çok zordur. Kötülük aynı zamanda politik bir mücadeleye de dahil ediliyor. Ama analiz biraz gerileme de yaşayabilir. Bir taraftan tek yanlı tarif öte yandan ABD'nin dünyanın en büyük çok parçalı gücü olmasından dolayı bazı kutupları kendi politik çıkarları gereği 'kötü' olarak ifadelendiriyor. Bu konuda kuşkucu olmak gerekir.

DESTEK İÇİN İLİŞKİ AĞI

PKK lideri Öcalan kaçırıldıktan sonra tek yanlı bir ateşkes ilan etme kararı aldı. Bundan iki yıl sonra da ABD ve AB terörist örgütler listesine PKK'yi aldı. Böylesi bir duruma nasıl tepki gösterilebilir?


- Zor bir durum. Sizin politik şekillenmenizi kabul etmek istemeyen insanlarla karşı karşıyasınız. Sizi kriminel bir örgüt olarak göstermeye çalışıyorlar. Nasıl tepki vermeli? Siz tek değilsiniz bu durumda olan. Yapılması gereken, dünya genelinde politik olarak güçlü destekler bulmak gerekiyor, böylece bu durum sadece politik boyutta ele alınabilir. Hukuki olarak değil, bu bazen çok hızlı olabilir, bazen de çok geç olur. Unutmayın ki, bütün ulusal kurtuluş hareketleri, illegal, suç örgütü olarak lanse edildi. Liderleri tutuklanmak gibi durumlarla karşılaştı. Bu insanlar sonra da başbakan oluyor. Bu da politik durumun değişmesi ile bağlantılı. Başka yerlerde değiştiğine göre, burada da olabilir. Sorun, dünya genelinde desteği sağlayacak bir ilişki ağı oluşturmaktır. Bu politik bir gücü de beraberinde getirebilir.

- Dünya güçleri, politik baskılara göre, devasa bir sanayileşmeye karşı, bu kış sıcak geçti, iklim değişikliği etkiliyor. Gezegenin bitirilmesi ile karşı karşıyayız. Sizce kapitalizm kendi sonunu hazırlamıyor mu?

- Kapitalizm sonunu hazırlamıyor, sonuna geliyor. İklim değişikliği problemi çok önemlidir. Geri çevirmek, döndürmek de çok zor mümkün değil, fakat zorlu. Bir yıldır insanlar bu olayı daha da ciddiye almaya başlıyor. Daha önce böyle değildi. Bu konuda çok ciddi bir şeylerin yapılabileceği konusunda umutluyum. Kapitalin güçlenmesinden daha fazla başka önceliklerin olması gerekiyor. Dünya bunu başarabilecek mi? Umarım. Böyle bir ihtimalin varlığına inanıyorum ancak çok da kesin olduğu söylenemez.

Yasal uyarı: Fırat Haber Ajansı (ANF) servis ettiği haberleri aboneleri dışında, ajansın izni olmadan haber içeriğini kopyalamak veya yeniden yayınlamak yasaktır.

Copyright 2007



KONFEDERAL YAPILANMA SİSTEMİ
Yazdır

Konfederasyon kavramı günümüzde çok kullanılan biçimiyle egemen devletlerden oluşan ve federal devletten daha gevşek ilişkilere dayanan devlet birlikleridir. Öte yandan askeri ve ekonomik temelde kurulan ve konfederasyon olarak tanımlanacak örgütler de vardır.

İnsanlaşma ile toplumsallaşma, birbirinin varlık nedeni ve sonucudur. Toplumsallaşma da çeşitli örgütlenme biçimleriyle kendini ifade eder. İlk toplumsal örgütlenme biçimi klandır. Klanlar büyüdükçe kabile denilen toplumsal form gelişir. Devletin varolmadığı, hiyerarşinin egemenlik ve sömürü aracına dönüşmediği zamanlara kadar toplumun varoluş biçimi komünal ve demokratiktir.


Komünal demokratik toplumsal yaşamda ekonomik yeterlilik vardır. İlk başlarda klan ve kabilelerde yaşam içe dönüktür. Bağımsız üniteler olarak yaşanmaktadır. Güvenlik, ekonomik ve sosyal etkenlerle kabile ve aşiretlerin zamanla birlik ve dayanışma içine girdikleri görülür. Bu ilişkilerde her kabile ya da aşiret kendi kimliğini ve iradesini korur. Ortak çıkar ve ortak yapılan işlerde ortak bir irade ortaya çıkar. Bu ortak irade de demokratik içerikte, birinin diğeri üzerinde egemen olmadığı biçimde gerçekleşir ve uygulamaya geçer. Bu ilişki biçimi konfederasyon biçiminde ifade edilir.


Eskiden yaşanan olgulara bugünkü zihniyetle yaklaşmak yanlıştır. İnsanlığın ilk dönemlerinde bugünkü gibi egemenlik anlayışı yoktu. Toplumlar hala bağımsız ve özgür yaşam dışında başka bir yaşam biçimi bilmiyorlardı. Bu nedenle kurulan birlikler özgür ve eşit nitelik taşıyacaktır. Kurulan ilişki ve birlikler doğal olarak konfederasyon niteliğinde olmaktadır.


Üretim araçlarının gelişimi ve ekonominin gelişmesiyle birlikte artı ürün ortaya çıktığı gibi nüfus artışı da gerçekleşmektedir. Bu süreç giderek hiyerarşiyi ortaya çıkarır. Zamanla bu hiyerarşi içinde yer alan rahip, askeri şef ve idari görevler almış bilge kişiler artı ürüne el koyan güç haline gelirler. Sömürünün ve egemenliğin olmadığı kırsal yaşamdan, sömürü ve iktidarın oluştuğu şehirlere geçiş yapılır. İlk şehirler aşağı Mezopotamya'da ortaya çıkar. Sümerlerin devlet olarak ortaya çıktığı dönemde şehirler bir konfederasyon ilişkisi içindedir. Aşağı Mezopotamya iktidarın merkezileştiği ve sömürünün yoğunlaştığı bir gelişme seyri izler. Buna çevredeki etnik toplulukların direnişi konfederal birlikler temelinde olur. Çevredeki etnisite hem kendi içlerindeki devletleşme eğilimine karşı hem de dışarıdan gelen egemen güçlere karşı konfederal birliklerle karşı koyarlar. Etnisite kendi içinde konfederal ilişkiyi çağdaş bir biçim olarak yaşarken etrafındaki diğer halklarla da bu tür ilişkiler içine girerek, saldırgan devletlere karşı direnirler.




ÜNİTER YAPILANMA İLE KONFEDERAL YAPILANMA


                Üniter devletler daha çok tek bir ulusa, tek bir egemenlik biçimine dayanır. Yasama, yürütme ve yargı organları tektir. Üniter devletlerde o devletin kendini tanımladığı ulusal kimlik öne çıkar. Bu devletlerin bazılarında özerk bölgeler bulunsa da bunlar söz konusu devletin üniterliğini değiştirmez. Çünkü bunların özerklikleri devletin temel yasama organı olan meclisler tarafından yasalarla belirlenir ve bu meclisler tarafından değişikliğe uğratılır. Bunlara adem-i merkeziyetçi, üniter devlet denir.Devlet toplulukları ise federasyon ve konfederasyonlar olarak uygulama alanı bulur.


Federal sistemde bireyler kendisini çift kimlikli tanımlar. Egemenlik üniter devlet gibi tek değildir. Federe ünitelerin de yasama, yürütme, yargı organları vardır. Federal organlarla federe organlar yetki paylaşımına gitmişlerdir. Bu yetki paylaşımı anayasa ile yapılmıştır. Değişiklikler ne tek başına federal organlar ne de federe organlar tarafından yapabilirler. Ortaklaşa yapılması gerekir. Konfederasyonlarda ise üniter devletler gibi üye ülkelerin kimliği ve organları esastır. Bireyler ve kurumlar sorunlarının tümünü kendi devletleri içinde çözerler. Sadece konsensüsle kararlaştırılmış konularda konfederasyonun yetkileri vardır. Bunlar sınırlı yetkilerdir.


Konfederasyon, federasyon gibi kimliği olan bir devlet değildir. Örneğin bugünkü Avrupa Birliği konfederasyon niteliğinde olduğundan bir devlet olarak görülemez. Ancak Almanya federasyon da olsa devlettir. Tabii ki Avrupa Birliği giderek konfederasyondan federasyon biçimine doğru evirilmektedir.


Konfederasyonda üye devletleri zorlayan bir yaptırım gücü yoktur. Çünkü üye devletler bağımsız devlet niteliğini korurlar. İç ve dış politika bakımdan iradelerini devretme söz konusu değildir.




FEDERASYON İLE KONFEDERASYONUN FARKLARI


                Federasyonla konfederasyon arasındaki temel farkları şöyle sıralayabiliriz; konfederasyon uluslararası anlaşmayla kurulurken, federal devletler anayasa ile kurulur. Konfederasyona üye devletler istediği zaman birlikten ayrılabilir. Federal devletlerde federe devletçiklerin ayrılma hakkı yoktur ya da bu hak çok zorlaştırılmıştır. Konfederasyonun dış ilişkilerde yetkileri sınırlıdır. Federasyon her türlü dış ilişkisinde serbesttir ve bu konuda esas iradedir.


Konfederasyon kavramı günümüzde çok kullanılan biçimiyle egemen devletlerden oluşan ve federal devletten daha gevşek ilişkilere dayanan devlet birlikleridir. Öte yandan askeri ve ekonomik temelde kurulan ve konfederasyon olarak tanımlanacak örgütler de vardır. Dünya ticaret örgütü, NATO, Avrupa Birliği bunlara örnektir. Federasyonları oluşturan federe devletler veya eyaletler ile federal organlar arasında yasal olarak eşitlik vardır. Konfederasyonlarda ise üye devletler daha üstündür. Esas yetkiler ve tasarruflar onlara aittir.




İLK KONFEDERAL BİÇİMLER ORTADOĞU'DA ÇIKMIŞTIR


                Günümüzde Belçika gevşek bir federasyondur. Konfederalizme doğru kayan bir niteliği vardır. Avrupa Birliği ise mevcut haliyle konfederasyondur. Ancak giderek federasyon niteliğine kavuşma eğilimi içindedir. Bazen konfederal siyasal ilişki içindeki devletler federasyona, federasyon olan devletler ise konfederalizme eğilim gösterirler. ABD konfederalizmden federalizme geçen bir süreç izlemiştir. İsviçre de tarih içinde benzer bir süreç izlemiştir. İsviçre'yi de konfederalizm ile federasyon arası bir siyasal biçim olarak görebiliriz. Ne federasyonlar ne de konfederasyonlar tek biçimdir. Belirttiğimiz temel ayrım noktaları etrafında farklı biçimler alabilmektedir.


Tarihte konfederal biçimlerin ilk örnekleri Ortadoğu'dur. Daha sonra Atina özgün bir biçim olarak ortaya çıkar. Etnisite ve halkların varolma biçimi olan komünal demokratik yaşam en fazla da Ortadoğ'da yaşanırken; bu değerler Atina'da konfederalizmle beslenerek her konfederalizmi oluşturan birimler arasında ve her birimin kendi içinde demokrasinin geliştiği bir model haline gelir.


Atina'nın Perslere ve Isparta'ya karşı mücadelesinde konfederasyonu oluşturan birimlerin güçlü katılımıyla başarılı olabilmiştir. İçteki tirancı eğilime karşı başarı, dıştaki despotizme ve yayılmacı güçlere karşı da başarı getirebilmiştir.


Atina demokrasisi sadece yurttaş olarak ifade edilen toplumsal kesimlere aittir. Köleler ve en alttaki diğer tabakaların meclislere ve kararlara katılma hakkı yoktur. Buna rağmen doğrudan demokrasinin örnekleri görülmektedir. Atina'da, temsili sistem olan meclisler olsa da özü itibarıyla doğrudan demokrasiye daha yakındır.


Konfedere birimleri oluşturan ünitelerin nüfusu sınırlıdır. Bu nedenle halkın bilinçli katılımı ve iradesini ortaya koyma imkanı olmaktadır. Zaten demokrasi tartışması yapan filozoflar belirli bir nüfusun üstüne çıkan şehirlerde yurttaşın iradesini geliştirmeyeceği, yabancılaşma olacağı ve yozlaşma yaşanacağını belirtmişlerdir. O zamanlarda zaten şehirlerin nüfusu yüz binlere bile ulaşmamıştır. Bu filozofların düşüncesine göre bugünkü şehirler ve devletlerde gerçek demokrasi uygulanamaz.




ATİNA DEMOKRASİSİ DE FEDERASYONA DAYANIR


                Sadece Atina konfederasyonu değil, Yunan yarımadası ve Ege sahasında başka konfederasyonlar da vardır. Kabile ve aşiretlerin oluşturduğu konfederasyonlardır. Bunların çoğunda esas karar sahibi bir halk meclisi olurdu. Ayrıca asker ve bürokratların, bilge kişilerden oluşan meclisler de görülürdü.


Isparta, demokrasiyle idare edilen bu konfederasyonları kendi tiranlık rejimi için tehlike görür ve yıkmaya çalışır.


Daha sonraları Avrupa'da bir çok konfederasyon görülür. Feodal dönem Avrupa'sı ağırlıklı olarak federasyon veya konfederasyondur.


Ortadoğu ve Asya'da genel olarak daha merkezi feodal devletler görülse de buralarda da esas olarak federatif siyasal sistemler esastır. Hatta bütün imparatorluklar ancak çevre halklara belirli bir otonom tanıdığı oranda varolmakta ve genişlemektedir. Ortadoğu'nun kadim devletleri olan Persler, Sasaniler, Safaviler ve İran Selçukluları da bir federasyon niteliğindeydi. Belki bugünkü federasyon gibi ilkeleri ve kuralları net çizilmemişti. Ama hem köleci devletçi hem de feodal devletçi toplum süresince bu tür ilişkilere rastlamaktayız.


Tarihin ilk siyaset bilimi kitabı olarak bilinen Nizam-ül Mülkün siyasetnamesinde sultana yapılan tavsiyeler içinde memurların ve askerlerin farklı halklardan olmasını devletin güvenliği, birliği ve gücü için gerekli görmektedir. Yine tarihçiler Persleri klasik çağın en demokratik devletleri içinde görürler. Sadece diğer etnik topluluklarla ilişkisi açısından değil, farklı inançlara hoşgörü açısından da Persler örnek gösterilir.




KONFEDERASYON DEMOKRATİK BİRLİĞE DAYANIR


Hititler Mısırlılara karşı böyle ayakta kalmıştır. Kürtlerin ataları Medler kendi içinde konfederal ilişkiyi sağlayarak, etraflarındaki saldırgan güçlere karşı çıkarlar.


İlk devletler dünyamızın sınırlı bir alanında hakim olmuşlardır. Bunun dışında kalan alanlarda etnisitenin ve halkların konfederal biçimi başta olmak üzere çeşitli ilişki ve ittifaklar içinde yaşadıkları gerçeğini görürüz.


Sınıflı toplum uygarlığına karşı halkların direnişi çoğu zaman bu biçimde sürmüştür. Halkların devletleşmeye ve devlet güçlerinin baskısına karşı alternatif yaşam biçimi olarak konfederalizmi tarihin her döneminde ve tüm alanlarda görmek mümkündür. Buna karşı da devletlerin bu organizasyonları dağıtıp kendi merkezi iktidarlarının denetimine sokmak istedikleri görülür. Dolayısıyla bu mücadeleler bir yönüyle özgürlük ve demokrasi mücadelesinin önemli bir ayağı olmuştur.


Konfederasyon eşit ilişki kurmanın ve bu temelde birlik oluşturmanın biçimi olduğundan özü itibarıyla demokratik niteliklere sahiptir. Dolayısıyla bu ilişki içine giren birimlerde de belirli düzeyde demokratik değerler bulunur.


Konfederasyonun demokrasi ile bağını ve uygulama biçimlerini ortaya koymadan kavramı daha anlaşılır kılmak gerekir. Konfederasyon denilince daha çok devletler arası kurulan gevşek birlikler kastedilir.Esas olarak iki tip devletten söz edilir. Birincisi üniter devletler diğeri de, birleşik devletler ya da devlet topluluklarıdır.




2-GÜNÜMÜZDE ULUS DEVLET AŞILIYOR


                Kapitalizm, şimdi de ulus-devletin aşılmasını ve küçülmesini öngörüyor. Çünkü çıkarı ulus-devletlerin aşılmasındadır. Bunu ideolojik bir yaklaşım ve özgürlükçü eğilimle değil, çıkar gereği yapıyor. Ulus-devleti eleştirmesi ve özgürlük vurguları yapması sömürüyü hedefleyen bu çıkarını gizlemek içindir.


Feodal üretim biçimi, klasik kapitalist dönemdeki gibi merkezileşmeye ihtiyaç duymayan bir sosyo-ekonomik sistemdir. Meta ihracı gibi bir sorunu olmadığından köylere ve kasabalara kadar hakim olma kaygısı yoktur. Dolayısıyla feodal devletler ağırlıklı olarak federal ya da çevrenin otonom yaşam içinde bulunduğu devletlerdir. Hatta birçok yerde beyliklerin ilişkileri konfedere ilişkiye denk düşmektedir.


Şunu vurgulamak gerekir ki, kapitalist sisteme kadar aşiret toplulukları ve halklar belirli düzeyde bağımsızlıklarını korumaktadır. Egemenlik altına girmeyi kabul etmemektedirler. Etnisite ve halklar komünal demokratik değerleri taşıyan bir yaşam sürdürürken tahakkümcü devlete karşı da direnirler. Bu direniş onları içlerinde eşit ve özgür ilişkiye zorlar.




OTONOM KALMAK YAKLAŞIMI İLERİCİLİKTİR


                Burada şu soru akla gelebilir, feodal dönemde ve kapitalizmin tam hakim olmadığı dönemde merkezileşmeye karşı direniş gösterenler demokratik ve özgürlükçü bir eğilim taşımakta mıdırlar? Konfederasyon veya devletler karşısında bağımsızlığını önemli düzeyde korumak tabii ki demokratik ve özgürlükçü nitelik taşır. Bazı gerici direnişler söz konusu olsa da, esas olarak bu direnişler ve ilişkide eşitliğe dayalı bir biçim oluşturmak, özgürlükçü nitelik taşır. Dışa karşı mücadele vermek halkların ve etnisitenin kendi içinde daha özgürlükçü ve demokratik olmayı gerektirir.


Eskiden söylendiği gibi şehirlerin ve etnisitenin merkezi devlet otoritesine karşı bağımsızlıklarını koruması gerici değildir. Bu direnişlerin bilimsel ve ekonomik gelişmeyi engellediği varsayımı da doğru değildir. Ulus-devletler ve milliyetçilikle halklar üzerinde egemenlik ve sömürü düzeni kurmak isteyenlerin doğru olmayan tezleridir. Ticaretin ve manifaktürel üretimin ilk geliştiği yerler, birçok ülkede merkezi hükümete mesafeli ve bağımsızlığını önemli oranda koruyan kentlerdir. Konfederasyon oluşturan birimlerin gümrük vergilerini azaltma yoluna gitmeleri, merkezi devletlerin bu alanlara hakim olmasından öncedir. Milliyetçilik bayrağı ile kurulan ulusal devletler, gümrük duvarlarını yüksek tutarak aslında bütünlüklü bir ekonomik yapıya ve ilişkiye sahip coğrafyaları birbirinden koparmıştır.


Feodalizme karşı köylülerin isyanı uzun süreden beri vardır. Rönesans, reform ve daha sonra gelişen devrimler öyle denildiği gibi burjuva devrimler değildir. Halkların özgürlük ve demokrasi özlemi ve mücadelesinin, despot, baskıcı, sömürücü feodal düzene karşı yeni bir özgürlük hamlesi ve ayaklanmalarıdır. İsa ve Hıristiyanlar sömürü ve baskıya karşı bir rolle ortaya çıktılar. Ancak daha sonra (300 yıl) köleci Roma'nın ideolojisi haline getirildi. Feodalizme karşı gelişen ayaklanmalar da aynıdır. Dolayısıyla özgürlüğünü ve kimliğini korumak isteyen şehirler ve konfederasyon oluşturan birimlerin merkezi devletleşmeye karşı direnişi feodal beylerin devletle çatışmasıyla benzer bir biçimde değerlendirilemez. Aksine insanlığın yaşamında sürekli varolmuş komünal demokratik değerlerin baskıcı, sömürücü ve egemenlikçi güçlere karşı çıkma eğilimidir. Bu eğilim yalnız feodal dönemde ve kapitalizme karşı direnişte değil, tarih boyu kendini daha özgürlükçü duruş olarak ortaya koymaya çalışmıştır. Belki sistemleri aşamamış ama onlar da içselleşerek ve onları değiştirerek bu değerleri taşıma rolünü oynamışlardır.


19. yüzyıldaki sömürü ve baskıya karşı ayaklanıp ezilenlerin özgürlükçü yaşamını pratikleştirmek isteyen Paris Komünü de konfederal bir yapılanma içindeydi. Bu temelde tamamen halkçı ve özgürlükçü bir işleyiş ortaya çıkmıştı.


Devletin merkezileşmesi gerektiği düşüncesinin toplumlarda kökleşmesi, kapitalizmin milliyetçi ideoloji ile ortaya çıktığı ulus-devlet zamanı ile olmuştur. Devletin merkezi olması ve her hücreye nüfuz etmesi insanlara bir dini inanç gibi yerleştirilmiştir. Dolayısıyla ulus-devletin aşılması ya da konfederasyon olmasını insanların havsalası almamaktadır.




KAPİTALİZM DE ULUS-DEVLETİ AŞMAK İSTİYOR


Kapitalizm şimdi de ulus-devletin aşılmasını ve küçülmesini öngörüyor. Çünkü çıkarı ulus-devletlerin aşılmasındadır. Bunu ideolojik bir yaklaşım ve özgürlükçü eğilimle değil, çıkar gereği yapıyor. Ulus-devleti eleştirmesi ve özgürlük vurguları yapması sömürüyü hedefleyen bu çıkarını gizlemek içindir.


Özgürlükçüler, sömürü ve baskıya karşı çıkanlar tabii ki emperyalist-kapitalist sistemin ulus-devleti aşmak istemesine ağlayacak değildir. Kaldı ki kapitalizmin bu eğilimi yeni değildir. Tekelci kapitalizmin ve finans kapitalin başat hale geldiği emperyalizm aşamasıyla birlikte bu eğilim artarak yükselmiştir. 20. yüzyılın başında Lenin, enternasyonalist düşünceyi savunarak ulusal değerleri yıpratmakla suçlanınca; buna verdiği karşılıkta bizleri suçlamanıza gerek yok, sizler ve tekelci kapitalizm uluslar arası hale gelerek bunu bizzat yapmaktasınız, cevabını vermiştir. Dolayısıyla dün olduğu gibi bugün de devrimciler olaya farklı yönden bakarlar. Bazı solcuların yaptığı gibi ulusal devleti korumayı bir ulusal kurtuluşçuluk gibi görmezler. Bugün dogmatik solcuların milliyetçilikle buluşması ulus-devletin gerici rol oynamasını görememeleridir. Kendilerinin ancak bir ulus-devletleri olursa varolacaklarını sanmalarıdır. Ulus-devleti varlık nedenleri olarak görmeleri onların milliyetçi zehirden ve kapitalizmin illüzyonundan ne kadar etkilendiklerini gösterir.


Ulus-devletin aşılması bize mücadele için yeni teorik yaklaşım, araç ve yöntemlerin gerekli olduğunu gösterir. Hatta sosyalistlerin etnernasyonalist düşüncelerinin daha fazla pratik bulmasının önü açılmıştır. Hatta bu hedefe artık enternasyonalizm demek bile yetersiz kalır. Ulus üstü (sup nasyonal) bir mücadele dönemi başlamıştır. Artık uluslararası dayanışmadan öte demokratik devrimci güçlerin birlikteliğini daha da sıklaştıran bir yaklaşımı gerektiren mücadele dönemine girilmiştir.


Konfederalizm tarih içinde görülen iki biçimiyle de bugün kendini dayatmış bulunmaktadır. Bunu demokratik ve özgürlükçü mücadelenin sonucu ve gereği olarak görmek gerekir. Bazılarının zihinleri bulandırarak bu gelişmeleri esas olarak kapitalizmin post-modern aşamasının gereği olarak yutturmasını deşifre etmek gerekir. kapitalizmin yeni aşaması bu eğilime objektif olarak zemin sunduğu müddetçe değerlendirilebilecek konudur. Dolayısıyla kapitalist sistemin objektif olarak bu eğilimle tarihsel buluşma noktaları olsa da, esas olarak halkların özgürlük mücadelelerinin ve demokratik eğiliminin sonucudur. Öte yandan sisteme karşı mücadele ve ona alternatif bir dünya sistemi ortaya çıkarmakta ancak böyle bir eğilimi güncelleştirerek gerçekleştirilebilir.


               


PARİS KOMÜNÜ BİR HALK KONFEDERASYONUYDU


                Konfederasyonun birinci biçiminin devletlerin ve halkların gevşek ilişki içinde siyasal oluşuma gitmeleri olduğunu gördük. İkinci biçimi ise halkların kendi içinde uygulamaya soktukları demokratik konfederal ilişkilerdir. Anlaşılması için Avrupa'dan iki örnek verelim. Bugünkü Avrupa Birliği devletler arası konfederalizme; Paris Komünü ve Atina ise halkların kendi içindeki demokratik özgürlükçü yapılanmaya tekabül eden konfederalizme örnektir.


Birinci konfederalizm ulus-devletlerin aşılmasıyla daha fazla güncel hale gelmiş durumdadır. Emperyalizm zorlamasa bile bilimsel teknik devrim, halklar açısından Ğbelki paradoks olarak görebilir ama öyle değildir- emperyalist kapitalist sistem karşısında daha fazla güçlü konuma gelmek için böyle organizasyonları gerekli hale getirmiş bulunmaktadır. Çünkü ulus-devleti aşan birlikler ekonomik, sosyal, kültürel gelişime daha fazla imkan verir niteliktedir. Zaten tarih içinde kapitalist döneme kadar siyasi sınırları bu kadar katı hale getiren, ekonomik, sosyal ve kültürel ilişkilerin hareketliliğini göreceli olarak bu kadar sınırlayan başka dönem yoktur. Tabii ki kapitalist dönemin araçları bu sınırları aşan ve aşındıran niteliktedir. Bu nedenle eskisinden daha fazla ilişki ve hareketlilikten söz edilebilir. Ancak zihniyet olarak kapitalizm öncesi toplumların ve devletlerin sınırlarının daha fazla geçirgen nitelikte olduğunu söylemek doğrudur. Tabii ki tüccarlar her zaman kendi pazarlarını oluşturmak ve başkalarını kendi alanına sokmak istememiştir. Bu konuda devletlerin ve güç odaklarının himayesi altında olmuşlardır. Ancak zihniyet olarak hiç bir dönemde ulus-devlet kadar katı, bürokratik ulusal duvarlarla karşılaşılmamıştır. Nasıl ki Sovyetler Birliği'nde dışa kapalı ve yüksek duvarlarla çevrili sistem tarihin akışı ve gerçekleri karşısında arızi bir durumduysa, benzer biçimde tüm ulusal devletler de tarih içinde arızi bir konumdadır. Belirli bir etnisiteye dayanan devletler bile tarih içinde bu kadar dar görüşlülük ve geçirgenliği az olan bir konumda olmamışlardır.




ETNİSİTELER DEVLETE KARŞI DİRENDİLER


                Feodal dönemde devletler etnisiteyi egemenlik altına almak istediğinde birleşerek konfederasyonlar oluşturup direnirler. Bunu doğuda ve batıda da sıkça görmekteyiz. İtalya, İsviçre, Almanya İspanya ve başka ülkeler, kapitalizmin tam hakimiyet kurmadığı dönemlerde konfederasyonlara çok fazla şahit olmuştur. Kuzey İtalya konfederasyonu, Almanya'da Ren konfederasyonu, İsviçre'de Gri birlik denen kanton etrafında şekillenen federasyon ve İspanya'nın Kastilya'daki kominarları ve bu dönemde oluşan oluşum siyasi ilişkiler de konfederasyona denk gelir. Almanya ve İtalya'nın en geç merkezi ulus-devlet haline gelmesi de eskiden yaşanılan bu konfederasyonların etkisi vardır.


1789 öncesi Fransa'sı ve Paris'inde de halk tabakaları ve tüccarların içinde olduğu kent genel meclisi bir konfederasyon meclisi gibidir. Kırsal kesimdeki köylüler de bu meclisle konfederal olarak tanımlanabilecek bir ilişki içindedirler. Bu ilişkiler konfederal modelin pratikteki uygulanış biçimleridir. Kırsal kesim çoğu zaman devlet hakimiyetine karşı direnmiş ve belirli düzeyde bağımsızlığını koruyarak yaşamak istemiştir.


Kapitalizmin iktidar ve ordu gücünü daha da yetkinleştirip, özerk tüm üniteleri ezerek, bastırarak, iradelerini kırmalarına kadar şehirlerde ve kırsal kesimde konfederal eğilim hala güçlüdür.




ULUS DEVLETİN İDEOLOJİK SİLAHI MİLLİYETÇİLİKTİR


                Bugün Avrupa Birliği başta olmak üzere ulus-devletlerden vazgeçme yaşanıyor. Böylece halkların ekonomik, sosyal ve kültürel gelişimi önündeki suni duvarlar yıkılmış oluyor. Avrupa Birliği, Avrupa burjuvazisinin ABD karşısında ayakta kalmasının da alternatifidir. Yakın zamanda uzak doğuda, Latin Amerika'da benzer eğilimlerin artacağını söylemek gerekir. Bilimsel-teknik devrim de, ihtiyaçlar da bunu gerektiriyor. Buna yalnızca burjuvazi değil, halklar da ihtiyaç duyuyor. Küreselleşen şirketler ve kapitalizmin, yine rantçı sermayenin halklar için yarattığı yıkımlar ve olumsuzluklar nedeniyle ulusal devletlerin aşılmasına karşı çıkmak yanlıştır. İngiltere'de Çartist hareketinin kapitalizmin getirdiği acıların suçunu makinelerde görüp saldırması gibi bir şey olur ki, bunun da halklar için, ezilenler için bir yarar getirmeyeceği açıktır. Mücadelenin teorik, pratik araçlarını geliştirmeyenler ve mücadele gücü gösteremeyenler böyle davranabilir. Ancak olumsuzlukları aşmak isteyen devrimciler ve demokratlar gerçeklerden kaçan değil de, onunla etkili mücadele eder bir pozisyon tutturmaya çalışır.


Bakış açısı gerçekçi, tarihi ve bugünü okur biçimde olursa, geleceği halkların çıkarına etkilemek, yönlendirmek mümkün olur. Bu çerçevede ulus-devletlerin aşılmasını ve konfederal eğilimlerin gelişmesini olumlu görmek gerekir. Böylelikle tarihin en zehirli ve insanlığa acı veren milliyetçi ideoloji zayıflar. Milliyetçilik, demokrasinin en temel öğesi olan ötekini anlama, onunla eşit ve yan yana bulunmaya karşı en kötü bir saldırı olmuştur. İnsanlığın taşıdığı komünal demokratik değerler, merkezi ulus-devlet ve onun ideolojik silahı olan milliyetçiliğin ağır saldırıları altında kalmıştır.




KONFEDERALİZMDE BELİRLEYİCİ TABANDIR


                Konfederal örgütlenmede yer alan her birimin bağımsızlığı önemli düzeyde vardır. Kendi örgütlenme alanlarında kendileri sorumludur. Konfederasyonlar işlevlerine göre örgütlenmelerden oluşacağı gibi coğrafi birimlerin esas alındığı bir ölçekte de oluşabilir.


Ulus devletlerin aşınarak konfederal sürece girmeleri yalnız dışa karşı değil, içerde de demokratik, eşitlikçi ve özgürlükçü eğilimlere ivme kazandıracak bir etkide bulunur. Özellikle milliyetçiliğin komşu halkları birbirine düşürmesi sona ererek, yeni bir zihniyetin gelişmesi hızlanır. Devletler arası konfederal ilişki dünya genelindeki küresel emperyalizmin kendi etrafında yeni bir merkezileşme yaratmasına karşı da alternatif bir siyasal model haline gelebilir.


Bizim daha fazla üzerinde durmak istediğimiz devletlerin gevşek siyasal ilişkisi olan konfederalizmden çok, halkların, etnisitelerin komünal demokratik değerler temelinde geçmişte kendi içlerinde pratikleştirdikleri konfederalizmin bugün güncel hale getirilmesinin nasıl olacağıdır.




'ÖNCE DEVLET SONRA DEMOKRASİ'


                Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan, "Bir Halkı Savunmak" adlı kitabında "devlet çokça işlendiği gibi çok eski ve üst toplumun temel örgütüdür. Demokratik tarzda oluşmaz. Geleneksel ve atamalarla yürütülür. Üst toplum kendi içinde demokrasi uygulayabilir. Buna üst sınıfların demokrasisi de denilebilir. Bu devlet için bir örtü vazifesi görür. Çoğu batı cumhuriyet modelinde olan bu demokrasiler devleti esas alır. Önce devlet sonra demokrasi gelir; devlet olmadan demokrasiyi düşünemezler. Halk demokrasilerinde ise iktidar-devlet hedef edinilmez. Devlet olmayı hedefleyen demokrasi kendi eliyle varlığına son vermiş olur", belirlemesiyle temsili demokrasinin niteliğini de ortaya koymaktadır.


Temsili demokrasi demokratik kültürün geliştiği bugünkü ortamda bile üstte kalmakta, halkın çıkarlarından uzak durmaktadır. Sivil toplumların gelişkin olması da bu niteliği fazla değiştirememektedir.


Yerel yönetimler ve özgür belediyecilik, üstte kalan ve merkeziyetçi devlet modeline benzeyen temsili demokratik modele karşı demokrasiyi tabandan geliştirecek önemli alanlardır. Günümüzde yerel yönetimler demokrasinin gelişmesinde önemli roller oynamaktadır. Ancak bunların da çok yerel kalarak ufku dar bir konumu yaşadıkları sıkça görülen bir durumdur. Merkeziyetçilik demokrasi için bir tehlikeyken, bu darlaşma eğilimi nedeniyle yerelcilikte başka bir tehlike olarak karşımıza çıkmaktadır.




ALTERNATİF ALTTAN ÖRGÜTLENMEDİR


Bu gerçekler demokrasiyi yaygınlaştıracak ve derinleştirecek bir modele ihtiyaç göstermektedir. Bu da alttan örgütlenen ve devlet modeline dayanan bir merkezileşme içermeyen demokratik konfederalizmdir. Bu devletlerin değil, toplumsal kesimlerin demokratik örgütlenme modelidir. Toplumsal kesimler kültürel, etnik, dinsel, emekçiler ve başka kesimlerden oluşmaktadır. Bunların her biri kendi içinde örgütlenerek yerel meclislerde yer alırlar. Yapılan ortak işleri koordine eden bir koordinasyon da oluşturulur.


Tabandan bireyin katılımının bilinçli, etkin ve iradeli olması açısından bireylerin sorunlara hakim olacağı ölçülerde birimlerin öz-yönetimlerinin örgütlenmesi de demokratik konfederalizm için önemlidir. Büyük üniteler, bireylerin sorunlara hakim olamadığı ölçekte olduğundan iradeli ve bilinçli bir katılıma olanak vermemektedir. Dolayısıyla da özgüveni olan sağlıklı, özgür ve demokratik birey ortaya çıkmıyor. Bilinçli katılımın olanaklı hale geldiği daha küçük ölçekli ünitelerde bireyin özgüveni ve ruhsal durumu toplumun demokratikleşmesi ve sağlıklı gelişiminde daha etkili hale gelir. Duyarlı ve sorunlar karşısında kendinden bir şeyler katan bireyler ortaya çıkar. Böyle bir ölçekte demokratik iradesi ve katılımı artan bireyin bilinçlenmesi de gelişerek daha geniş ölçekteki (ülke çapında veya daha evrensel konularda) sorunlar üzerinde de olumlu katkıları olacak tutum gösterebilir. Çünkü yereldeki bu bilinç onun genel bilinçlenmesinde önemli bir temel olur.


Yereldeki bu demokratik örgütlenme ve katılımın dar ufuklu kalmaması açısından konfederalizm de önemli bir açılım yaptırır. Örneğin, birkaç yerel birim kendi özgünlüklerini ve bağımsız kimliklerini önemli oranda koruyarak bir araya gelip bir konfederasyon oluşturur. Böylece konfederalizm hem merkeziyetçi, toplumu boğan ve bireyin iradeli katılımını engelleyen sistemi aşarak demokrasiyi tabana yayar hem de yerel dar görüşlülüğü ortadan kaldıran bir işlev görür.


Toplumsal örgütlenmenin konfederal biçimi ve buna dayanan siyasal örgütlenmeler toplumların demokratikleşmesinde ve demokratik reflekslerin gelişmesinde daha etkili rol oynarlar. Bu sistemin her gün yeniden ve yeniden demokratik kültürü derinleştiren ve yaygınlaştıran özelliği vardır.




Kitlelerin Siyasete İlgisi Azalmıştır


Demokraside fazla iddialı olan Avrupa'da bile kitlelerin siyasete ilgisi azalmıştır. Siyasete karşı bir yabancılaşma yaşanmaktadır. Hatta kitlenin ve toplumun kendisini ilgilendiren kararlara katılımı anlamına da gelen siyaset kötülenir bir konuma düşmüştür. Avrupa'da böyleyse diğer ülkeler de bu durumun daha da kötü olduğunu belirtmek gerekir.


Demokratik konfederal örgütlenme siyasetin bu düzeyde kötülenmesini ortadan kaldırıp, halkın siyasete ilgisini artıracak bir olgudur. Demokratik konfederalizm toplumu ve bireyin doğrudan muhatap olduğu konuları daha yakından takip edileceği bir örgütlenme biçimi olduğundan toplumun çoğunluğunu örgütleme potansiyeline sahiptir. Aynı zamanda bu modelin bireyleri kararlara katılım ve bu kararları takip etme durumunda olduğundan örgütlenme ve siyasetin canlandığı bir ortamda ortaya çıkarır. Demokrasi ve demokratik kültür, katılım ve örgütlenme ile gerçekleşir ve yaygınlaşır. Dolayısıyla konfederal örgütlenme biçimi katılım ve örgütlenmeyi temsili demokrasiden daha kapsamlı sağladığından gerçek anlamda demokratik toplum yaratma olanağı verir.




'DEMOKRATİK KONFEDERALİZM İLAÇ GİBİDİR'


Konunun daha iyi anlaşılması açısından Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan'nın demokratik konfederalizmle ilgili pasajları burada belirtmekte yarar var.


"Bütün bunlar (ortaya konulan demokratik örgütlenme ve sonuçları kastediliyor) sorunların çözümü için bir yol gösterir. Benim sosyalizm anlayışım şu: Reel sosyalizm dahil, devlete dayanan bir sosyalizm anlayışını doğru bulmuyorum. Benim demokratik konfederalist anlayışım budur. Demokrasiyi geliştirmeden sosyalizm olmaz. Sovyet hegemonyacılığı ile tutmadı. Sovyetler Sümer rahip devleti gibiydi. Çin de öyle. O yüzden ABD karşısında tutunamıyorlar. Ortadoğu'nun mevcut durumu ne üstten ABD'yi, ne de alttan halkı kabul eder. Yönetimler bu arada sıkışmışlardı. Ya kendilerini dönüştürürler, ya da ABD'nin baskısı karşısında ezilirler. Yeni bir milliyetçi dalga nasıl geçmişi kaybettirdiyse, bugünü de kaybettirir. Burada demokratik konfederalizm ilaç gibidir.




'Milliyetçilik bir yüzyılı kaybettirdi'


ABD milliyetçiliği kışkırtıp, bir yüzyılın kaybına yol açabilir. Milliyetçilik bir yüzyılı kaybettirdi, bu yüzyılında kaybolmaması için demokratik konfederalizmi tabandan örgütlemek gerekir. Bu ana çizgidir. Demokratçılığa dayanan sosyalizm olmalı. Bunun özü daha önce program için açtığım altı maddedir. AB demokratikleşiyor, Türkiye demokratikleşiyor, kürt hareketi demokratikleşiyor. Yanlış anlaşılmasın Türkiye konfederalizm olsun demiyorum. Üniter yapısını koruyarak, ama demokratik bir cumhuriyet olsun diyorum. Talabani-Barzani devleti yerine Kürdistan Demokratik Konfederalizmi diyorum. Bu, Türkiye Cumhuriyeti ile dost olmalı. Demokratik Konfederalizm Kürt milliyetçisi değildir. Milliyetçi devletçilikten uzak durulması, demokratik ulusçuluğa önem verilmesi ve AB sürecinin bir sentez olarak algılanması gerekir. Bu temelde halkın seferber olmasını istiyorum.


Ortadoğu ve hatta bütün dünya halkları için geçerli çözüm demokratik konfederalizmdir. Demokratik konfederalizm devlet olmayan, demokratik ulus örgütlenmesidir. Demokratik konfederasyon azınlık örgütlenmesidir; kültür örgütlenmesi, dini örgütlenme, hatta cins örgütlenmesi ve buna benzer örgütlenmelerdir. Buna demokratik ulus ve kültür örgütlenmesi diyorum. Her köyde demokratik bir komün çıkar. Her kültürel örgütlenmenin ve diğerlerinin tümünün birleştirilmesi konfederasyondur. Çizgi olarak yansıtılmalı. Buna devlet olmayan demokratik konfederasyon diyorum.




KARARLAR ÜSTTEN DEĞİL TABANDAN GELİR


                Mevcut temsili demokrasilerde hem sistem hem de onun örgütlenmeleri merkezden aşağıya yönelik bir örgütlenme içindedir. Piramidin en üstünde halk değil siyaset bürokratları ya da profesyonel politikacılar yer almaktadır. Bunlar da halktan kopuktur. Halktan çok devlete ve onun temel dayanağı olan kesimlere duyarlıdır. Konfederal örgütlenmede piramit tersine çevrilmiştir. Örgütlenmenin ve karar gücünün en etkili ve güçlü kesimi tabanıdır. Yine bugünkü gibi yönetimlerin hem karar aldığı hem uyguladığı bir sistem yerine, tabanın ve onun oluşturduğu yerel meclislerin daha güçlü konumda olduğu, yönetim yerine geçen koordinasyonların sadece koordine ve uygulama ile sorumlu oldukları görülür.


Konfederal örgütlenmede yer alan her birimin bağımsızlığı önemli düzeyde vardır. Kendi örgütlenme alanlarından kendileri sorumludur. Konfederasyonlar işlevlerine göre örgütlenmelerden oluşacağı gibi coğrafi birimlerin esas alındığı bir ölçekte de oluşabilir. Her coğrafi (yerel birim) birim kendi içinde işlevleri farklı olan (kültürel, sosyal, ekonomik, siyasal) örgütlenmelerin konfederal örgütlenmesini sağlar. Etnik, kültürel kesimler, kadın, genç ve her türlü sosyal güçler konfederasyon esasına göre kendilerini örgütlerler.


Kürdistan yerel birimlerin içinde yer aldığı dört demokratik konfederal örgütlenme sahası biçiminde ele alınabilir. Yerel meclislerin yanında bölgesel konfederal meclisler de oluşur. Bunlar daha çok yereller arasında koordine, ilişki ve denetim işlevini görürler. Biz bunu bir örnek olarak verdik. Yerel ölçeklerin ve bunun üst örgütlenmesi ve koordinasyonu olan demokratik konfederasyonların nasıl şekilleneceği tartışmalarla ortaya çıkarılır.


Kadın, gençlik ve diğer kesimler kendilerini örgütleyerek, bu konfederasyonların en etkin gücü olabilirler. Bunlar demokrasiyi toplumda etkin kılacak, dinamizm ve ruh kazandıracak önemli güçtürler. Toplumu demokratikleştirmede rol oynayacak, yine bu demokrasiyi zenginleştirip, derinleştirecek tüm kesimlerin örgütlenip, demokratik konfederalizm içinde yer almaları da önemlidir.




4-'DEMOKRATİK KONFEDERALİZM'


                Kürt sorunu Kürdistan'ın diğer parçaları ile konfederal bir ilişki içinde daha köklü çözüme kavuşur. Böylece sınırları değiştirmeden Kürt halkının doğal hakkı olan sosyal, kültürel ve ekonomik ilişki kurma sorunu böylece karşılanmış olur. Dolayısıyla Kürtler bölge ülkelerinin birbiriyle ilişkisini güçlendiren köprü haline gelir.








DİZİ ARAŞTIRMA SERVİSİ




Kürtler kendi içinde, sınırlara dokunmadan, kendi aralarında Kürt demokratik konfederalizmi kurabilirler. Bütün Kürdistan parçaları, sınırlara dokunmadan, sınırları engel yapmadan, sınırları bir köprü olarak görüp demokratik konfederalizmi geliştirebilirler.


Bunun tarihi örnekleri de var. Daha önce Atina demokrasisi vardı. Sümerlerde de benzer bir örgütlenme vardı. Savunmamda bunları açmıştım. Avrupa konfederalizmi doğuyor. Ortadoğu konfederalizmi de olabilir. Kürtler için de Ortadoğu'da Kürt konfederalizmi uygundur. İsrail ve Filistin kendi aralarında demokratik konfederalizmi oluşturabilirler. 22 Arap devleti, kendi arasında demokrasiyi gözeten demokratik konfederalizm olabilir. Türkler kendi aralarında Türk demokratik konfederalizmi kurabilir. Bütün Türkleri tek devlet bayrağı altında toplayamazsınız. Çünkü hepsi milli devletlerdir. Ancak kendi aralarında demokratik konfederalizm olabilir.




KÜRT DEMOKRATİK KONFEDERALİZMİ KURABİLİRLER


                Kürtler için de uygundur. Kürtler kendi içinde, sınırlara dokunmadan, kendi aralarında Kürt demokratik konfederalizmi kurabilirler. Bütün Kürdistan parçaları, sınırlara dokunmadan, sınırları engel yapmadan, sınırları bir köprü olarak görüp demokratik konfederalizmi geliştirebilirler. Kürtler kendi aralarında siyasi, kültürel ve politik ilişkiyi sağlarlar. Sınırları yıkmak değil, köprü yapmaktır. Bunun kimseye zararı yoktur. Bu yapılmazsa kan deryasına döner. Kürtler kanlı bir süreçten ancak böyle kurtulabilirler. Kansız Kürt demokrasisi böyle gelişir. Aksi halde Filistin-İsrail benzeri kanlı süreç yaşanır. Bu çözüm Kürt milli devleti etrafındaki boğazlaşmayı önler. Bunun için ulus devletlerin demokrasiye açık olmaları tek şarttır. Kürtlerin demokratik bir ulus olmalarına karışmayacak, uzlaşacak. Bu muazzam kazandırır. Türkiye, İran, Suriye ve hatta Kürt devletçiği de buna engel olmamalıdır".




'Örgütlenme ve demokratik kültür zayıftır'


Kürdistan Özgürlük Hareketi PKK öncülüğünde özgürlük ve demokrasi mücadelesinde kararlı bir halk ortaya çıkardı. Ne var ki bu halkın yeterince örgütlenmediği ve demokratik kültürün derinleştirilemediği de diğer bir gerçektir. Bunun örgütlenme tarzı ve modeliyle ilişkisi vardır. Halkı sorunlara yabancılaştırmayarak bizzat politikanın öznesi haline getiren bir örgütlenme gerçekleştirilemedi. Politika belirleyerek halktan destek isteyen ve uygulamayı da kendisi yapan bir model halkın politikaya ilgisini yükseltemez. Amaç, program ve izlediği politika doğru olsa bile, örgüt modeli halkı katan, örgütlenmeyi esas alarak tabana dayandıran nitelikte olmazsa, örgütlenme gelişemeyeceği gibi doğal olarak demokratik kültür ve demokrasi de gelişemez.




KONFEDERALİZM DEMOKRATİK ULUSLAŞMAYI SAĞLAR


Demokratik konfederalizm aynı zamanda demokratik uluslaşmadır. Ulusu pazar etrafında örgütlenen bir birlik ve toplumsal form olarak görmek yanılgıdır. Bu tanımlama burjuvazinin kendini ve ulus devleti meşrulaştırmasıdır. Ne yazık ki sosyalistler de bu tezi esas almışlardır. Halbuki etnisite tarihin en özgür ve canlı birimleridir.


Eğer uluslaşma etnisitenin halkların, bireylerin birbirleriyle sıkı ilişki ve ortak çıkarlar etrafında örgütlenmesiyse, toplumun konfederal biçimde genişliğine ve derinliğine tümüyle örgütlenmesi o toplumu demokratik ulus haline getirir. Uluslaşma bu biçimiyle daha kapsamlı ve yoğun hale gelmiş olur. Demokrasiyi, eşitliği, adalet ve imkanlarını paylaşan demokratik ulus haline gelinir.


Demokratik konfederal örgütlenme hem yerel sorunlar (ekonomik, sosyal, kültürel) için örgütlenmeyi derinleştirir; hem de ulusal sorunları milliyetçi olmayan temelde çözme mücadelesi içine girer. Demokratik örgütlenme ve kültürünü geliştiren bir toplum dilinin, kültürünün, kimliğinin yasaklanmasının gelişmesi önüne engel konulmasını kabul etmez. Demokratik örgütlenme ve kültür temelinde uluslaşmış toplumların mücadele gücü ve azmi daha da yüksektir. Bunun için daha önceleri uluslar açısından ilk önce demokratik devrimden söz ederlerdi. Bu demokratik devrim demokratik kültürü ve demokrasiyi geliştiren bir örgütlenme ile daha da derinleştirilirse bu gerçek anlamda demokratik ulus olur. Savunma ve mücadele mekanizması da çok güçlenmiş olur.


Konfederal örgütlenme ulusal kimliği soyut olmaktan çıkarır daha da somut ve herkese mal eder hale getirir. Çünkü demokratik konfederalizm bireylerin ve yaşanan yerin kendini ulusal kimlik içinde görmesine katkıda bulunur. Kendi yaşam ve kültürünü ulusal kimliğin kopmaz parçası olduğu bilincine varır ve bu değerlere daha bilinçli sahip çıkar.




'Kültür ve duygu bağları güçlendirilir'


Ulusal birliğe ise hiçbir biçimde olmayacak düzeyde güç katar. Köyü, şehri, bölgesi ve bundan yola çıkarak da tüm ulusla organik bağ içinde olur. Kültür ve duygu bağını en somut hale getirir. Tarihte birliği dağıtılmış, kendisi olmaktan uzaklaştırılmış, birbirine yabancılaşmış Kürtler için en iyi ilaç demokratik uluslaşmadır. Demokrasi ve demokratik örgütlenme her bakımdan toplumun yoğunlaşmış halidir. Demokratik örgütlenme ve demokrasi gelişmemişse o toplum dağınık ve yoğunluğu olmayan niteliktedir.





Hiç yorum yok:

Yorum Gönder