TÜRKLERDE KADIN
TÜRKLERDE KADIN
"Dünün , bugünün ve yarının en değerli varlıklarına"
Muhsin Kavalcı
Eski Türk toplumlannda aile en önemli sosyal birlik olduğundan, ailenin temelini teşkil eden kadın, Türk destanlannda, Türk efsanelerinde öyle yüce bir mertebeye konulmuştur ki, kadını böylesine yüce bir varlık haline getiren töreye, kültüre hayran olmamanın imkanı yoktur. Kadın, erkeğin biricik yoldaşı ve çocuklannın anası olmak gibi önemli bir vazifeyle görevlendirilmiştir. Daha da önemlisi Türk ırkının tek bereket kaynağıdır Kendisine verilen bir takırn haklardan dolayı hanların, hakanların, cengaverlerin önünde saygı ile eğildikleri bir şeref abidesidir.
Türk destanlannda kadın ilahî bir varlık konumuna gelmiştir. Öyle ki, erişilip dokunulması, koklanması, kısaca beş duyu ile algılanmasının imkanı yoktur. Yaratılış Destanında, Tanrı'ya insanları ve dünyayı yaratması için Fıkir ve ilham veren "Ak Ana" adında bir kadındır. Oğuz Kağan'ın ilk karısı, karanlığı yararak gökten inen mavi bir ışıktan, ikinci karısı ise kutsal bir ağaçtan doğmuş insan üstü varlıklardır. Yakutlarda "Ak Oğlan" ağacın içinden çıkan nurlu bir kadın tarafından emzirilmiştir. İlk Türk yazıtlarından olan Bilge Kağan Kitabesi'nde Kağan: "Sizler anam hatun. büyük annelerim, ablalarım, hala ve teyzelerim, prenseslerim..." hitabıyla söze başlar.
En eski Türk inancına göre "han ile hatun" gök ile yerin evlatlarıdır. Kadın burada yedinci kat göktedir. Kadına, böylesine bir kutsallık veren törede kadının dövülmesinin, hor-anmasının, itilip kakılmasının imkanı yoktur. Zaten Türk kültüründe ve deslanlannda böyle bir durum göze çarpmamaktadır. Türk destanlannda kadın, erkeğin daima yanındadır. Onların güç ve ilham kaynağıdır.
Dede Korkut Hikayelerinden olan "Deli Dumrul"da, Dumrul canının yerine can bulma çabasına girince, bunu kadınından bulmuş, kadını ona hiç çekinmeden "canını vereceğini" söylemişlir.
Yine Türk kültüründe destan kahramanlan, iyi ata binen, iyi kılıç kullanan, iyi savaşan kadınlarla evlenmek istemektedir. Nitekim yine Dede Korkut'taki Bamsı Beyrek Hikayesinde yer alan "Banu Çiçek" bunun en güzel ömeğidir.
Kırgızlann Manas Destanında kadın, evin namusunun koruyucusudur. Kahramanlar, ahlak dışı bir iş yapacakları zaman kadın onlara mani olmaktadır. Kazaklarda kadına verilen değer şu atasözüyle ne güzel anlatılmıştır. "Birinci zenginlik sağlık, ikinci zenginlik kadındır."
Tüm Türk destanlannda, sarsılmaz bir saygı, sevgi ve sadakat vardır. Gerdeğe girdiği gün, murad alıp vermeden yalnız kalan kadın (gelin) kocası dönünceye kadar onu bekleyeceğine ve üzerine bir erkek sinek bile kondurmayacağına and içerdi.
Kadınların, savaşta düşmanın eline geçmesi büyük bir zillet sayılırdı. Destanların hiçbirinde şehveti andıran çirkin olayların olmayışı, üzerinde durulması gereken önem-i bir konudur. Oğuz Kağan Destanında, ırza tecavüz edenlerin öldürüldüğü veya gözlerine mil çekildiği ifade edilirken; İran'ın ünlü destanı "Şehname"de bu tür ahlaksızlıkların hikaye edildiği ortadadır. Ömeğin Şehname'nin kadın kahramanlarından olan "Südübe", Siyavuş'a aşıktır, ve ona çirkin tekliflerde bulunur: "Hadigel, kimsenin haberi olmadan beni bir kere sevindirde, gençligimin günlerini tazelendirip onlan bana yeniden bagışlayıver." Banu Çiçek ile buradaki kadın tipini karşılaştırmaya gerek bile yoktur.
İranlı bir tarihçi olan Gerdîzî de; "Malümdur ki Türk kadınları çok if fetlidirler." derken Türk kadının ahlakî temizliğini övmektedir. Bu övgü boşuna değildir. Nitekim kadın adları arasında, temiz, faziletli manasına gelen; "Hun, Sa-bir, Arig, Ank, Uygur Silig, Kazan Silu" gibi adların bulunması sebepsiz değildir. Aynı şekilde İbn Batu-ta, Seyahatnamesi'nde Kırım'daki hatıralannı anlatırken şöyle demek-tedir. "Burada tuhaf bir hale şahit oldum ki o da Türklerin kadınlara gösterdigi hürmetti. Burada kadınlann kıymet ve derecesi erkeklerinkinden çok üstündür."
İslamiyet öncesi Türk topumunda, kadınsız bir iş görülmezdi. Daha önce belirttiğimiz gibi, kadın erkeğinin tamamlayıcısıdır. O sürekli erkeğinin yanındadır. Hanların buyrukları yalnız "Hakan buyuruyorki ifadesiyle başlamamışsa geçerli kabul edilmezdi. Yabancı devlet elçilerinin kabülünde hatun da hakanla beraber olurdu. Törenlerde, şölenlerde kadın, hakanın soluna oturur, siyasî ve idarî konulardaki görüşlerini beyan ederdi. Kadınların savaş meclislerine katıldığı dahi olurdu. Örneğin; Büyük Hun İmparatorluğu adına Çin ile ilk banş antlaşmasını Mete Han'ın hatunu imzalamıştır.(2)
Ebul Gazi Bahadır Han. Şecere-i Terakime'de. Oğuz ilinde, yedi kızın uzun yıllar beylik yaplıklannı anlatmakta ve bu kızların isimlerini şöyle sıralamaktadır "Boyu Uzun Burla, Barçın, Salur, Şabatı Hatun, Künin Körkli, Kerçe Buladı, Kuğatlı Hanım "(3)
Türk kadını, diğer toplumlarda olduğu gibi baskı altında tutulmuyor, aşağılanmıyordu. Kadının yüceliği, Altay dağlarının en yüksek tepesine "Kadınbaşı" ismi verilerek, sanki çağlar sonrasına bir mesaj gibidir.
İslam öncesi Türk topluluklarında kadına böyle bir bakış açısı var iken, Türk toplumu dışında kalan milletlerde kadının durumu acınacak bir haldedir.
Cahiliye devri Araplannda, kadının kocası yanındaki değeri, alınıp satılan bir maldan farksızdır. Arap erkeği, adet zamanında kadınla bir arada oturmaz, onunla yiyip içmezdi. Aynı dönemde, yine burada kadının miras hakkı yoktur. Oysa, Türk kadını miras hakkına sahiptir. Mesela Yakutlarda kadının kendine ait mülkü mevcuttur. Buna "and " veya "semse" adı verilir. Kadının bunu, istediği gibi kullanmak hakkı vardır. Ölen bir kocanın karısı var ise bunun mirastan iki hali olur
1. Kocanın, oğlu veya kızı, oğlunun. oğlıınun oğlu veya bir kızı ile beraber bulunuyorsa sekizde bir.
2. Bunlardan hiçbiri kadının yanında değilse dörtte biri miras alınırdı.
Anı dönemlerde kadınların diğer toplumlardaki durumunu incelemeye devam edeiım. ingiltere de XI. asra kadar kocalar karılarını satabilirdi. Hristiyanlar ise kadına şeytan gözüyle bakmışlardır. Yine İngiltere'de kadın "murdar" bir varlık sayıldığı için İncil'e el süremiyordu. Kadınlar İncil'i okuma hakkına Hanry devrinde (1509-1547) sahip olmuşlardır. İngiliz Piskoposu Dour'un 1888 yılında Westminster Kilisesinde vaaz verirken söyledikleri tüyler ürperticidir.
"Bundan yüz sene öncesine kadar kadın, erkegin sofrasına oturma hakkma sahip olmadığı gibi, sorulmadan söze başlaması caiz değildi. Kocası başınm ucuna kocaman bir sopa asardı ki karısı ne zaman bir emrini tutmazsa onu kullanırdı. Kadının sözü kızlarına geçmezdi. Erkek çocuklar ise, analarına ev içinde bir hizmetçi kadından fazla paye vermezlerdi."(5) Çin 'de ise boşanma hakkı sadece erkeğe mahsustu. Kadının böyle bir hakkı yoktu. Oysa Türk kadını tüm bu haklara sahipti. "Koca, karısını,kadın kocasını boşayabilirdi." Koca karısının getirdigi çeyizin bedelini verirken, kadın da para vermek veya mihrinden vazgeçmek suretiyle kocasından boşanabilirdi."(6)
Budizm'in kurucusu Buda ise ilk başlarda kadınları dinine kabul etmemiştir. Eski Türk kadını, Roma kadınından da daha fazla haklara sahipti. Roma hukukunda kadın kendi malına hükmedemezdi. Vasiyet yapamazdı Roma hukuku, kadını, ergin kabul etmiyordu. Onu noksan akıllı sayıyordu. Romalı kadın Jüstinyen devrine kadar tam bir esir hayatı yaşamıştır. Roma'da dul kadının evlenmesi suç sayılıyordu. Yine Çin'de yeni doğan çocuk erkekse pahalı kumaşlara, kız ise bez parçalanna sarılırdı. İran'da kendilerine eş bulan kızlar günahkar sayılmıştır. İran'da kanları bozmamak için yakın akrabalarla evlilik uygun görülmüştür. Bu sebepten anaları ile kız kardeşleri ile evlenenler ortaya çıkmıştır. Aynı şekilde cahiliye Araplannın kız çocuklarını diri diri gömmeleri acı gerçeklerdir. Kız çocuğa sahip olmak şerefsizlik sayılmıştır.
Işte bu dönemlerde Türk kızları ve kadınları toplumun şerefli birer ferdidir. Türk milleti hariç, kadınları aşağılamayan, hor görmeyen bir millet yoktur. Türk kadınının, böyle ihtişam içinde ve saygı görerek yaşaması, Türk karakter ve kültürünün yüksek değerini ifade eder.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder