Osmanlı Devlet Erkinden Türkmenlerin Dışlanması
İsmail Onarlı
Osmanlı
Devleti’nin kuruluş sürecinde Türkmen boy ve oymak beylerinin, babalarının,
dedelerinin, şeyhlerinin, dervişlerinin önemli işlevleri vardır. Beylik’ten
imparatorluğa 150 yıllık geçiş sürecinde aşama aşama Alevi Türkmen Beyleri ve
İnanç önderleri ve toplulukları “Devletin Yapısal 0rganizasyonu”ndan atılmışlardır.
Anadolu Beylikleri de askeri güç kullanılarak tasfiye edilmiş, bu beylikteki
Türkmenler sınır boylarına sürülerek zorunlu iskâna tabi tutulmuşlardır.
Başlangıçta
Osmanlılar ülkelerine “RUM” diyorlardı. Yavuz’dan sonra ise “Osmanlı ya da
“Devlet-i âl-i Osman” denilmeye başlandı. Osmanlı Devlet yönetimi
(Divan
ve saray) ile Kapukulu Askerleri, dirlik sahipleri; “Türk olmayan” dönmelerden
oluşmaktaydı. Bu dönme devşirmeler; asker ya da yönetici olarak eğitilerek ve
Türkçe öğretilerek devlette görev alıyorlardı. Osmanlı Hanedanlığı etrafında
oluşturulan helozonik dönme Asker-Sivil yönetici sınıfın başında hanedan
aileden bir “sultan” olan devlet “Despotik” ve üretim ilişkileri de feodal
yapıda idi. Türklük açısından baktığımızda Akkoyunlu ve Safevi Devletleri;
Osmanlılardan daha çok Türk’tür. Osmanlılar da Türkler “akıl ve idrak yoksunu”
ikinci sınıf vatandaşlar olup, Ermeni-Rum-Yahudi-Kürt-Arap vb. unsurlar daha
önplandaydı.
I.Bayezit
- Yıldırım (1389-1402) Sırpistan’dan Malatya’ya kadar uzanan coğrafyada siyasi
birlik sağlayarak yönetici Türkmen Beyleri yerine devşirmeleri atamıştır. 1402
Timur ile yapılan Ankara Savaşı yenilgisi ve Yıldırım Beyezit’ın esareti
Anadolu
birliğin yokederek; “Fetret Devri” (1402-1413) açılır.
Şeyh
Bedreddin İsyanı devlet erkinden dışlanan Türkmen ve Alevi unsurların “devleti
ele geçirme”ye yönelik bir harekattır. Şeyh Bedreddin’in izlediği siyasi
çizgisi: Hâce Bektaş-i Veli - Abdal Musa - Kaygusuz Abdal’ın takip ettiği
Türkmen stratejisidir. Musa Çelebi’nin Kadıaskeri Şeyh Bedreddin’in kedhudası
olan Börklüce Mustafa ve Torlak Kemal’in ordularında bazı tarihçilerin
yazdıkları gibi Yahudi ve Hıristiyan unsurlar yoktur. Bedreddinlilerin Doğu
Akdeniz-Ege (Antalya-Konya-Aydın-İzmir- Manisa-Balıkesir-Çanakkale) ve Rumeli (Trakya-Edirne-Serez-Filibe-Manastır-Razgrad”
hattı ile Abdal Musa-Kızıldeli ve Saru Saltuk gibi dergâhlar da “Askeri Siklet
Merkezleri” olmak üzere ayaklanmaları tamamen bir Alevi Türkmen
başkaldırısıdır... 18 Aralık 1420’de Serez çarşısında asılarak idam edilen Şeyh
Bedreddin’in ölümü üzerine başkaldırı durdurulur. Alevi
(Batıni-Hurufi-Kalenderi) zümreler yenilgi sonrası tekrar toparlanırlar ve
örgütlenirler. Bu kez de Hurufiler,1444 de Edirne’de toplu olarak canlı canlı
yakılır.
II.Murad
(1421-1444)’ın tahtı oğlu II.Mehmed’e bırakarak başkent Edirne’den Manisa’ya
çekilmesi; tarihte “Buçuk Tepe Olayı” denilen eski Türkmen yönetici sınıf ile
II.Mehmet yanlısı yeni Enderunlu dönme devlet yöneticileri arasında çatışmalara
dönüşür. II.Murad yanlısı Çandarlı Halil Paşa ve Türk Beyleri, gizlice
Manisa’dan getirttikleri II.Murad (1446-1451)’i tahta geçirirler. Oğul
II.Mehmed’i de Manisa’ya gönderirler. Baba - oğul taht mücadelesi ve Türkmen -
Dönme devşirme yönetici kavgası Şubat 1451 de II.Mured’ın ölümüyle yerine oğlu
II. Mehmed (1451-1481) geçmesiyle bir süre dondurulur.
İstanbul’un
fethi Türkler açısından önemli bir dönüm noktasıdır. 29 Mayıs 1453 Salı günü
İstanbul’u Bizans devlet ve Ortodoks Kilise yöneticileri Osmanlılara teslim
eder. Fatih Sultan II.Mehmed’in de 2 gün sonra Ayasofya Kilisesi ile Bizans
İmparatorluk sarayına giderek törenle Bizans ve Osmanlı devlet erkanını kabul
etmesiyle de Osmanlı İmparatorluğu ilân edilmiş olur. Bu durum aynı zamanda
Bizans tahtına Fatih Sultan Mehmet’in getirilmesi de demektir. İstanbul’un
fethi Türk tarihçilerinin abarttıklar kadar önemli bir askeri kuşatma ve
muharebe değildir. Osmanlı II.Veziri Rum Zağanos Paşa gibi dönmelerin ve
tükenmiş,çürümüş Bizans yöneticilerin işbirliğiyle ve de direniş gösteren
grupları katledilme operasyonu ile İstanbul alınmıştır. Rum Zağanos Paşa
gösterdiği bu maharetten dolayı Vezir-i Âzamlığa (başbakanlığa) getirilmiştir.
İstanbul alınmasıyla, Zağanos Paşa ile birlikte dönme devşirmelerden
(Enderunlu) 34 vezir atanmıştır. Vezir-i Azam Çandarlı Halil Paşa ve Türk
vezirler görevlerinden alınmıştır. Fatih Sultan Mehmet ; İstanbul’u başkent
yapmış, kendisini Edirne’de tahtan indiren Vezirleri ve Türkmen Beylerini
görevden alarak sürmüştür. Bizans Devlet müesseselerine uygun yeniden devlet
yapılmasını gerçekleştirmiştir. Şeyhülislamlık müessesesini ve Müftülüğü de
“Fener Rum Ortodoks Patrikliğine” benzer bir yapıyla Ortodoks İslam (Sünni )
şeriat organizasyonuna dönüştürmüştür. Çandarlı Halil Paşa tutuklanarak
Edirne’ye gönderilmiş burada ki hapishanede işkence edilerek tüm para ve
mallarına el konmuş;
Temmuz
1453 başında da katledilmiştir.
İstanbul
başkent olması ve Fatih Sultan ile yeni bir döneme girilir: Türk aristokratları
ve Türk halkı devlet yönetiminden tamamen dışlanır ve Padişah üzerindeki
etkileri de sona erer. Türklerin yerini Padişahın otoriter görüntüsü altında;
dönme devşirme Kapıkulu-Enderun zümreleri devlet erkine sahip olurlar.
II.
Bayezit (1481-1512) sinsi siyaseti Bektaşi-Kızılbaş ayırımı; kentsel ve Kırsal
Alevi bölüntüsünü başlatmış, bu süreç Kânûni’nin Sersem Ali Baba’yı Pir Evi’ne
atamasına kadar devam etmiş, bu (1551) tarihinde dergah iki başlı olmuştur.
II.Bayezit
yeni fethettiği Modon, Koron, Navarino, Mora, Draç gibi yörelere Anadolu’daki
Kızılbaş zümreleri çoluk-çocuk, kadı-erkek yüzleri demirle dağlanarak zorla
sürülerek iskâna tabi tutulurlar. Aynı tip uygulamalar Fatih döneminde Karaman
ve Konya’da da olmuştur. Rum Mehmet Paşa bölgede zülüm ve katliam yapmıştır.
Atatürk’ün ataları da bu yöreden alınarak bugünkü Mekodonya’ın Jupa bölgesinin
Kocacık Köyü’ne iskân edilmiştir.
Fatih
ve Beyazıt döneminde; Akdeniz, Ege ve İç Anadolu Türkmenleri oymaklar ve
kafileler halinde Akkoyunlu ülkesine ve bugünkü Kuzey ve Güney Azerbaycan’a göç
ederler. Şeyh Cüneyd ve Şeyh Haydar bu Türkmen topluluklarını örgütlerler.
Erdebil Tekkesi baz alınarak “Kızılbaş Öğretisi” yaygınlaşır ve merkezi olarak
örgütlenir. Şah İsmail’in önderliğinde 24 Oğuz Boyundan olan 72 Oymak Beyi ve
40 Seyyid Ocağından dedenin katılımıyla Erzincan’ın Sarukaya yaylağında ki
“Türkmen Kurultayı”nda “Kızılbaş Safevi Devleti”nın kuruluşuna karar verilir;
ve 9 Eylül 1502 günü Tebriz’de kurulur. Böylelikle, Alevilik devlet ve toplum
yönetimi olarak Türkler tarafından yaşama geçirilir.
I.Selim
(1512-1520)’in tahta geçmesiyle Türkmen sürgün ve katliamları daha da vahim bir
hal alır. 1514’deki Şah İsmail ile Yavuz Selim arasıda geçen Çaldıran Savaşı
öncesi ve sonrası Anadolu’da; tarihi kaynaklar 40 ilâ 100 bin civarında
Türklerin katledildiğini yazmaktadırlar. Şafi mezhebinden Nakşibendi
tarikatından Kürt mollası Şeyh İdris-i Bitlisi’nin önerisi ve planlamasıyla
Doğu ve Güney Anadolu’dan Türkmenler sürülerek ya da
katledilmişlerdir.Türkmenlerin hakim oldukları idari beylikler ve toprakları;
“yurtluk ve ocaklık” adı altında Yavuz’un imzaladığı boş fermanları, İdris
Bitlisi oldurarak 400 Kürt Aşiret reisine, ağasına vermiştir.
Yavuz
Selim tarafından Erzincan Valiliğine atanan (dönme) Bıyıklı Mehmet Paşa ve
danışmanı İdris Bitlisi bölgede terör estirirler. Kurban Bayramında Osmanlı
muhafızları Kızılbaş Türk ve Zazalara saldırarak binlercesinin kafasını keserek
Erzincan’a getirerek şehirde, Kızılbaş kafataslarından minare yaparlar.
Bıyıklı
Mehmet Paşa Osmanlı Ordusu ile İdris Bitlisi de topladığı 10 bin Kürt
gönüllüsüyle; Munzur dağlarına çekilen Şah İsmail’in Erzincan Valisi Nur Ali
Halife ve Kızılbaşları, Haziran 1515’de Ovacık yöresinde ki Tekir Yaylağı’nda
bularak bir bölümünü kılıçtan geçirirler, diğerleri kaçarlar. Dersim yöresinde
Osmanlı Ordusu ile Palu Beyi Çemşid ve İdris Bitlisi komutasındaki Şafi Kürt
gönüllüler; on binlerce Zaza ve Türk Kızılbaşı katlederler. Artık Yavuz’un adı
Aleviler arasında Yezit ile birlikte anılmaya başlanır ve lanet okunur olur.
Yavuz Selim’in Mısır’ı alması ve 74.ncü İslâm Halifesi olması ile sünnilik
resmi ideoloji haline gelir ve İslâm Devlet kimliği oluşur . Osmanlı
sınırlarının genişlemesiyle de “Roma İmparatorluğu” varisi olur.
Kanuni
Sultan Süleyman (1520-1566) dönemi İslami kabuk içinde ama çeşitli uluslardan
oluşan Osmanlı devlet tam bir “Roma İmparatorluğu” halini alır. Bu dönemde yine
Türklere zülüm,şiddet ve katliamlar devam eder. Kürt kökenli Ebussu’ûd Efendi
(1545-1574)’in Şeyhülislâm olmasıyla ve verdiği fetvalarla Kızılbaş Katliamı,
“İslâm Şeriatı”na göre meşruluk kazanır. Yedi Kızılbaş öldürene “Cennetin
Anahtarı” verilir. Bugün sünni ilim adamları tarafından “huşu ile anılarak
evliya mertebesi”ne çıkarılan Ebussud Efendi, Türk katliamcısıdan başka bir şey
değildir. Aslında lanet okunacak bir zalim, İslamiyeti çıkarlarına göre yorumlayan
cellat bir din ûlamasıdır.
Hırvat
kökenli ve nakşibendi tarikatından Kuyucu Murat Paşa 6.12 l606’da sadrazam
olduktan hemen sonra Anadolu’da geniş çaplı Alevi katliamı harekatı başlatır.
70 bin Alevi Türkmeni diri diri kazdırdığı kuyulara gömdürür.
Küçük
çaplı yöresel de olsa, Alevi kırımları ve topraklarına el koyma işlemleri;
İttihat ve Terakki dönemine kadar devam eder.
SONUÇ
OLARAK: Bizim bu yaptığımız tarihsel kaynaklardan Osmanlı Dönemi’nde Alevi
kitlelere yapılan ve reva görülen muamelenin kesitsel bir tespitidir. Türklerin
tarihinde aynı yörede olan Malazgirt ve Çaldıran savaşları iki karşıt
dönemeçtir. Selçuklu Sultanı Alparslan; Bizans’ın sınırlarını korumak isteyen
İmparator Romanus Diogenes’i 26 Ağustos 1071’de yenerek Anadolu (Rum)’nun kapılarını
Türklere açmıştır. Bizans başkenti İstanbul’un sahibi Yavuz Sultan Selim ise;
Şah İsmail’i 24 Ağustos 1514’de yenerek Anadolu’nun kapılarını Türklere
kapatarak; Alparslan ve Oğuz-Türkmen boylarından Bizansın intikamını almış ve
doğu bölgesi hudutlarını da Kürtlerin korumalığına bırakmıştır.
----------------------------------------------------------
(*)
Bu Makale; Ağustos 2000’de Cemal Şener ile radyo “YÖN FM”de yapılan “Şah İsmail
ve Osmanlı-Safevi Çatışması” söyleşisinin bir özetidir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder