16 Nisan 2014 Çarşamba

Markheim R.L Svenson-2

ve büyük bir gayretle merdivenleri tırmanmaya başlar­ken, ayaklar sessizce önünden kaçıyor ve arkası­na saklanarak onu takip ediyordu. Keşke sağır olsaydım diye düşündü, o zaman ruhuna ne kadar huzurlu bir şekilde sahip çıkabilirdi! Sonra yeni­den, üstelik daha da güçlü bir dikkatle kulak ve­rerek, savunma güçlerini hazır tutan ve hayatını koruyacak güvenilir bir nöbetçi diken bu huzur­suzluk hissi için kendi kendisine şükretti. Başı, boynunun üstünde sürekli olarak dönüyordu; yuvalarından fırlayacakmış gibi görünen gözleri, her tarafı araştırıyor, her tarafta, gözden kay­bolan isimsiz bir şeyi son anda ucu ucuna yaka­layarak, yarım başarılar elde ediyordu. Birinci kata çıkan yirmi dört basamak, yirmi dört ıstı­raptı. Birinci katta, kapılar aralık duruyordu, üçü de üç pusu gibiydi, topun ağzındaymış gibi sinirleri­ni geriyordu. Bir daha asla, insanların inceleyici gözlerinden yeterince saklanamayacağını ve korunamayacağını hissetti; tek arzuladığı evde ol­maktı, duvarlarla kuşatılmak, yatak giysilerinin içine gömülmek ve Tanrı'dan başka herkes için görünmez olmak. Bu düşünceyle birlikte, diğer katillere dair hikâyeleri ve bunların yakasını bırakmadığı söylenen ilahi intikamcıların korku­sunu hatırlayarak biraz şüpheye düştü. En azın­dan onun için durum böyle değildi. O tabiat ka­nunlarından korkuyordu, çünkü duygusuz ve de­ğişmez yöntemleriyle, işlediği suçtan dolayı onu mahkûm edecek bir delil saklamış olmalıydılar, insan yaşamının sürekliliğinde bir kesinti olabi­leceğinden, tabiatın kasıtlı bir kanunsuzluğun­dan, körü körüne ve batıl bir dehşetle, on kat da­ha fazla korktu. Bir hüner oyunu oynadı, kural­lara bağlı kalarak, sonucu sebepten yola çıkıp he­saplayarak; ya tabiat, satranç tahtasını deviren mağlup hükümdar3 gibi, sürekliliklerini sağlayan yaradılış kalıbını kırarsa? Buna benzer bir şey, kış mevsimi zamansız başladığında, Napolyon'un6 da başına gelmişti — yazarlar öyle diyordu. Buna benzer bir şey Markheim'ın başına da gelebilirdi:Sert duvarlar saydamlaşabilir ve camdan bir ko­van arıları nasıl açık ederse, aynı şekilde açık edebilirdi yaptıklarını; sağlam döşeme tahtaları, ayağının altında bir bataklık gibi gevşeyebilir ve onu kıskacına alabilirdi; ve, ah, onu mahvedebile­cek daha makul kazalar da vardı; örneğin, eğer ev başına yıkılıp onu kurbanının vücudunun yanı başına hapsedecek olursa; ya da bitişikteki ev ya­nıp tutuşursa ve itfaiyeciler ona dört bir yandan saldırırlarsa. Bunlardan korkuyordu; ve bunlara, bir anlamda, tanrının günaha karşı uzanan elleri denilebilirdi. Ama tanrının kendisi hakkında, içi rahattı; yaptığı işin aykırı olduğu şüphesizdi, ama mazeretleri de öyleydi, ki tanrı bunu biliyordu; o oradaydı, insanların arasında değildi, bu yüz­den onun adaletine inanıyordu.
 Misafir odasına sağ salim girip kapıyı arkasından kapattığında, korkularına geçici olarak ara verdi­ğinin farkındaydı. Oda epey boşaltılmıştı, üstelik halı da yoktu, eşya sandıkları ve yerli yersiz mo­bilyalarla darmadağındı; içinde kendisini tiyat­rodaki bir aktör gibi çeşitli açılardan seyrettiği birkaç büyük boy aynası; çerçeveli ve çerçeve­siz, yüzleri duvara dönük duran bir sürü resim; güzel bir Sheraton büfe7, kakma işi bir camlı do­lap ve kaneviçe süslemeli perdeleri olan kocaman eski bir yatak vardı. Pencereler sahanlığa açılı­yordu; ama büyük bir şans eseri, kepenklerin alt kısmı kapalıydı ve bu da onu komşulardan saklıyordu. Sonunda Markheinı, dolabın önünde­ki eşya sandığına yaklaştı ve anahtarları deneme­ye bağladı. Uzun bir işti bu, çünkü çok anahtar vardı; üstelik sıkıntı da veriyordu; ne de olsa, do­laptan hiçbir şey çıkmama olasılığı da vardı, za­mansa uçup gidiyordu. Ama işgalin yakınlığı ak­lını başına getiriyordu. Gözünün ucuyla kapıyı gördü; hatta ona, mevzilerinin iyi durumunu de­netlemekten memnun, orduları kuşatılmış bir kumandan gibi arada bir de doğrudan doğruya bakıyordu. Ama aslına bakılırsa huzurluydu. So­kağa düşen yağmurun sesi doğal ve hoştu. Şimdi de, sokağın öbür tarafından gelen piyano notaları bir ilahi melodisiyle canlanmış, bir sürü çocuk sesi havaya ve sözcüklere karışmıştı. Melodi ne kadar görkemli, ne kadar rahatlatıcıydı! Genç sesler ne kadar tazeydi! Markheinı anahtarları ayırırken, gülümseyerek ilahiye kulak verdi; ya­nıtlanabilir fikir ve imgeler üşüşmüştü aklına; kiliseye giden çocuklar ve tiz orgun çalığı; evle­rinden uzak çocuklar, dere kıyısında yüzenler, böğürtlen çalılarıyla kaplı çayırda başıboş gezen­ler, bulutların kılavuzluk ettiği rüzgârlı gökyü­zünde uçurtma uçuranlar; ve sonra, ilahinin bir diğer nağmesiyle, kiliseye ve yaz mevsiminin Pazar günlerinin uyuşukluğuna geri dönüş. Ve papazın tiz ve kibar sesine —bunu hatırlayınca gülümsedi-, boyanmış Jakoben mezarlarına ve ki­lise koro mahallindeki bölmede yazılı on enirin silik harflerine.Orada öylece, hem işiyle meşgul hem de kendin­den geçmiş bir halde otururken, birden tüyleridiken diken oldu. Bir buz çarpması, bir ateş çarp­ması, birden patlayan bir kan boşalması geçti üzerinden ve sonra heyecandan titreyerek yeri­ne mıhlanıp kaldı. Birinin adımları, merdiveni ağır ve sabit bir tempoyla tırmandı. Şimdi de bir el kapı tokmağını tutuyordu; ve kilit dönmüş, ka­pı açılmıştı. Korku Markheim'ı bir günaha tutsak etmişti; neyi beklemesi gerekliğini bilmiyordu, yürüyerek gelen ölü adamı mı, yoksa insan ada­letinin resmi vekillerini mi, yoksa onu idam seh­pasına götürmek üzere körü körüne içeri dalan, şans eseri suça tanıklık etmiş birini mi ? Ama kapı aralığından bir baş uzanıp, odaya göz gezdirdi­ğinde, ona bakıp, bağıyla selam vererek, sanki aralarında arkadaşça bir tanışıklık varmış gibi gülümsediğinde ve sonra tekrar geri çekilip, ka­pıyı arkasından kapattığında — korkusu kontro­lünden çıkıp kurtularak boğuk bir çığlığa dönüş­tü. Bu sese karşılık olarak, ziyaretçi geri geldi. "Beni mi çağırdın?" diye sordu memnuniyetle. Aynı zamanda odaya girdi ve kapıyı arkasından kapattı. Ama Markheim ayakta durmuş ve tüm gözlerini onun üzerine dikmişti. Belki de görüşü üzerine bir perde inmişti, ama yeni gelenin dış hatları, dükkânın titrek mum ışığındaki putlarda olduğu gibi, değişiyor ve titreşiyordu sanki. Bazen onu tanıdığını düşünüyordu; bazen de kendisine bir benzerliği olduğunu; ve her an, bu şeyin ne dün­yaya ne de tanrıya ait olduğu yargısı, boğazını düğümleyen canlı bir dehşet gibi, orada, göğ­sünde yatıyordu.
 Ama buna rağmen, içeri girip yüzünde bir gülüm­semeyle Markheim'a bakarak dikilirken, yaratı­ğın tuhaf bir sıradanlığı vardı; "Parayı arıyorsun sanırım?" diye eklediğinde, bunu gündelik neza­ket vurgusuyla söylemişti.
Markheim hiç cevap vermedi.
"Seni uyarmalıyım," diye devam etti öbürü, "Hizmetçi, sevgilisinin yanından her zamankin­den erken ayrıldı ve yakında burada olacak. Eğer Bay Markheim bu evde bulunacak olursa, bunun sonuçlarını ona anlatmama gerek yok herhalde."
"Beni tanıyor musun?" diye bağırdı katil.
Ziyaretçi gülümsedi. "Uzun süredir en sevdikle­rimden biri oldun," dedi; "Sana yardım etmeyi uzun süredir bekliyor ve çoğu kez diliyordum."
"Nesin sen?" diye bağırdı Markheim. "Şeytan mı?"
"Ne olabileceğim," diye karşılık verdi öbürü, "sa­na vermeyi vaat ettiğim hizmeti etkileyemez." "Etkileyebilir," diye bağırdı Markheim. "Etki­ler! Senden yardım almak mı? Hayır, asla! Senden asla! Benî daha tanımıyorsun — tanrıya şükür, be­ni tanımıyorsun!""Seni tanımak mı?" diye cevapladı ziyaretçi, na­zik türden bir ciddiyet ya da daha doğrusu sert­likle, "Seni ruhuna kadar tanıyorum."
"Beni tanımak mı?" diye haykırdı Markheim. "Bunu kim yapabilir ki? Benim hayatım kendi­min gülünç bir taklit ve iftirasından başka bir şey değil. Doğamı yalanlamak için yaşadım ben. Tüm insanlar bunu yapar; tüm insanlar dışların­da büyüyüp onları boğan bu maskeden daha iyidirler. Herbirinin hayat tarafından sürüklenip götürüldüğünü görürsün, haydutların yakalayıp pelerine büründürdüğü biri gibi; eğer kendi kont­rollerini ellerinde tutabilselerdi — eğer yüzlerini görebilmeydin, tamamen farklı bir şey olurlardı, kahramanlar ve azizler için ışık saçarlardı! Ben bunların çoğundan kötüyüm; benliğim daha fazla Örtülmüş; mazeretim bana ve tanrıya malumdur. Ama zamanım olsaydı, kendimi açık edebilirdim."
"Bana mı?" diye sordu ziyaretçi. "Herkesten önce sana," diye karşılık verdi katil.
"Zeki olduğunu varsaymıştım; sandım ki-var ol­duğuna göre- kalp okuyan biri olmalıydın. Oysa sen, beni yaptıklarımdan dolayı yargılamayı vaat edecektin —düşünsene— yaptıklarımdan dolayı! Doğdum ve bir devler ülkesinde yaşadım; ana rahminden çıktığımdan beri devler beni bilekle­rimden tutarak sürüklediler —yazgımın devleri. Ve sen beni yaptıklarımdan dolayı yargılayacak­tın! Ama içime bakamıyor musun? Kötülüğün benden nefret ettiğim anlayamıyor musun? içim­de, vicdanın o net yazısını, çok sık hiçe sayılmış da olsa, kasıtlı hiçbir safsata tarafından asla bulandırılmamış o yazıyı, göremiyor musun? Beni kesinlikle insaniyet kadar bildik olması gereken bir şey olarak —gönülsüz bir günahkâr olarak okuyamıyor musun?" "Bütün bunlar çok duygulu bir biçimde ifade edilmiş şeyler," oldu ziyaretçinin cevabı, "ama beni ilgilendirmiyor. Bu safsatalar benim sınırla­rımı aşar; ve hangi zorunluluk yüzünden sürükle­nip gittiğin de hiç umrumda değil, bunun sonucu olarak doğru yöne sürüklenmiş olmandan başka. Ama zaman uçup gidiyor; hizmetçi, insanların yüzlerine ve reklam panolarındaki resimlere bakınarak gecikiyor; ama yine de, gittikçe yakınlaş­mayı sürdürüyor; ve hatırlasana, sanki idam seh­paları Noel sokaklarından geçerek sana doğru biz­zat yürüyorlar gibi! Sana yardım edeyim mi — ben! Her şeyi bilen? Parayı nerede bulacağını sana söy­leyeyim mi?" "Karşılığında ne isteyeceksin?" diye sordu Markheim."Bu hizmeti sana Noel hediyesi olarak sunuyo­rum," diye cevapladı öbürü.Markheim bir çeşit buruk zafer duygusuyla gülümsemekten kendini alamadı, "Hayır," dedi, "Senin ellerinden hiçbir şey almayacağım; su­suzluktan ölüyor da olsam, testiyi dudaklarıma dayayan senin elinse, onu reddetme yürekliliğini kendimde bulmalıyım. Safça bir davranış olabilir, ama kendimi şerre teslim edecek hiçbir şey yap­mayacağım.""Ölüm döşeğinde edilen tövbelere hiçbir itirazım yok," diye yorumladı ziyaretçi.
"Çünkü faydasına inanmıyorsun!" diye bağırdı Markheim."Öyle demedim," diye karşılık verdi öbürü; "ama ben bu konulara farklı bir açıdan bakıyo­rum; hayat sona erdiğinde, benim ilgim azalır. in­san, bana hizmet etmek için yaşamıştır, dinin rengi altından karanlık bakışlar yaymak ya da buğday tarlasına burçak ekmek için, arzu dolu zayıf bir uysallık anında senin de yaptığın gibi.Artık kurtuluşuna bu kadar yaklaşmış olduğuna göre, hizmetlerine farklı bir hizmet daha ekleye­bilir — tövbe edip, gülümseyerek ölebilir, ve böy­lece, yaşayan müritleriminkinden daha ürkek bir güven ve umut geliştirebilirsin. Ben o kadar da zor bir patron değilim. Dene beni. Yardımımı ka­bul et; şimdiye kadar yapmış olduğun gibi, ken­dini hayatta memnun et; kendini daha kuvvetli bir biçimde memnun et, dirseklerini tahtaya uzat; ve gece inmeye başlayıp perdeler kapandığında, seni daha fazla rahatlatmak için söylüyorum, vic­danınla arandaki kavgayı bitirmeyi ve tanrıyla kaypakça barışmayı kolay bile buluyor olacaksın. Daha az önce böyle bir ölüm döşeğinden geldim; oda, adamın son sözlerini dinlerken içtenlikle yas tutanlarla doluydu; ve merhamet duygusuna kar­sı taş gibi sertleşmiş olan o yüze baktığımda onun umutla gülümsediğini gördüm."
"Yani benim de böyle bir yaratık olduğumu mu varsayıyorsun?" diye sordu Markheim. "Günah üstüne günah işlemekten ve en sonunda sinsice cennete girmekten başka hiçbir büyük amacım olmadığını mı düşünüyorsun? Bunun düşüncesi bile kalbimi ayaklandırıyor! Senin insan türünü kavrayışın bu mu yani? Yoksa beni böyle bir al­çaklığa delil saydığın kanlı ellerimle bulduğun için mi bu sözler? Ve bu cinayet suçu, iyilik pınar­larını bile kurutacak kadar büyük bir dinsizlik mi gerçekten?""Benim için cinayet Özel bir kategori değildir," diye cevapladı öbürü. "Tüm günahlar cinayettir, hatta tüm hayatın savaş olması gibi. Sizin ırkınızı, bir salın üzerinde açlıktan ölmekte olan deniz­ciler gibi görüyorum, kıtlığın ellerinden ekmek kabukları kopartıp, birbirlerinin hayatlarıyla beslenen. Günahları, işlendikleri anın Ötesinden takip ederim; hepsinde de akıbetin ölüm olduğu­nu gördüm; ve benim gözümde, bir baloya gitmek için sevimli haller takınarak annesini kandıran cici kızın pıhtılaşmış insan kanı, senin gibi bir katilinkinden daha az fark edilir biçimde damla­maz. Günahları takip ettiğimi mi söyledim? Er­demleri de takip ederim; günahlardan bir tırna­ğın kalınlığı kadar bile farklı değildirler; her ikisi de ölüm meleğinin mahsul toplamasına yarayan tırpanlardır. Benim yaşama sebebim olan kötü­lük, eylemde değil, karakterde oluşur; benim için geçerli olan, kötü adamdır, kötü eylem değil; çün­kü kötü eylemin meyveleri, onları çağların şid­detli şelalesi boyunca yeterince uzaklara kadar takip edebilseydik, sık rastlanmayan erdemlerin meyvelerinden daha bile kutsal çıkabilirlerdi. Bir satıcıyı öldürmüş olduğun için değil, ama adın Markheim olduğu için, kaçışını çabuklaştırmayı teklif ediyorum sana.""Kalbimi sana açacağım" diye cevapladı Mark­heim. "Sayesinde beni bulduğun bu suç, benim sönümdür. Ona varana kadar, bir sürü ders aldım; onun kendisi bile bir derstir, çok önemli bir ders. Şimdiye kadar, sürüklenmemem gereken şeye is­yan duygusuyla sürüklendim; yoksulluğa mah­kûm bir köleydim, sürüklenen ve kamçılanan. Günaha davet eden bu koşullara karşı durabilen kuvvetli erdemler vardır; benimki öyle değildi, mutluluğa susamıştım. Ama bugün bu olay sayesin­de, hem ders hem de zenginlik kazanıyorum - hem güç hem de kendim olmak yolunda taze bir karar. Dünyada hep başıboş dolaştım; artık kendimi ta­mamen değişmiş görmeye başlıyorum; bu eller iyiliğin aracı, bu kalp huzurlu. Bir şey geçmişten çıkıp bana doğru geliyor; kutsal tatil akşamları kilise orgunun sesini dinlerken kurduğum düşle ilgili bir şey; yüce kitapların üstüne gözyaşlarımı akıttığım ya da masum bir çocukken annemle ko­nuştuğum zaman sezdiklerimle ilgili bir şey. Be­nim hayatım orada gizli; birkaç sene amaçsızca dolaştım, ama varmam gereken şehri şimdi bir kez daha görüyorum."
"Bu parayı borsaya yatıracaksın, sanırım, öyle mi?" dedi ziyaretçi. "Ve orada, yanılmıyorsam, daha önce birkaç binlik kaybetmiştin zaten."
"Ah," dedi Markheim, "ama bu kez içimde kesin bir his var.""Bu defa da kaybedeceksin," diye yanıtladı ziya­retçi, ağır ağır."Ah, ama yarısını saklayacağım!" diye bağırdı Markheim."Onu da kaybedeceksin," dedi öbürü.
Markheim'ın alnı terlemeye başlamıştı. "Peki, o halde ne fark edecek?" diye hiddetle bağırdı. "Diyelim ki kaybettim, diyelim ki tekrar yoksul­luğa saplandım, bir tarafım, yani kötü olan, iyi olan tarafı alt etmek için sonuna kadar uğraşacak mı? iyi ve kötü, içimde çok güçlü, her iki yöne çekip duruyorlar beni. Tek bir şeyi sevmiyorum ben, her şeyi seviyorum. Büyük işleri, vazgeçişleri, şahadetleri kavrayabilirim; ve cinayet gibi bir suçun içine düşmüş olsam da, merhamet duy­gusu düşüncelerime yabancı değil. Yoksullara acırım onların davalarını benden daha iyi kim bilebilir? Onlara acır ve yardım ederim; sevgiye değer veririm, dürüst kahkahaları severim; dün­yada ne iyi bir şey ne de doğru bir şey vardır, ama onu da yürekten severim. Benim ayıplarım, hayatımı yönlendirmek mi sadece? Benim erdem­lerim, aklın kullanılmayan bölümü gibi, etkide bulunamadan bekleyecek mi? Öyle olmamalı; iyi­lik de bir eylemler pınarıdır.
" Ama ziyaretçi parmağını kaldırdı. "Bu dünyada bulunduğun otuz altı yıldır," dedi, "birçok kader değişimi ve mizaç farklılaşmasından geçerken se­nin durmaksızın düştüğünü seyrettim. On beş yıl önce hırsızlığa başlamıştın. Üç yıl önce, cinayetin adını duyduğunda bile betin benzin atardı. Hâlâ uzağında durduğun herhangi bir suç kaldı mı, başka vahşet ya da alçaklık kaldı mı? Bundan beş sene sonra da sende aynı şeyleri görüyor olaca­ğım! Aşağılara, aşağılara, yolun aşağılara iniyor; ve ölümden başka hiçbir şey seni durdurmaya yetmez.""Evet, doğru," dedi boğuk bir sesle. "Bir derece­ye kadar kötülüğe bulaştım. Ama herkes için ay­nıdır bu: Bizzat azizler bile, yaşamanın sıradan pratiği içinde inceliklerini kaybedip, çevreleri­nin rengine uyum sağlarlar."
"Sana basit bir soru yönelteceğim," dedi öbürü, "ve sen cevap verirken, ahlaki horoskopunu oku­yacağını sana. Pek çok konuda laçkalaşmışsın; büyük bir olasılıkla böyle olmakla doğru yapıyorsundur; ve her koşul altında, tüm insanlar için aynıdır bu. Ama bunu kabul etmekle birlikte, önemsiz de olsa başa çıkılması güç, özel herhangi bir durumun içine kendi iradenle girdiğin oldu mu? Yoksa herşeye seni başkaları mı sürükledi?" "Herhangi bir durum mu?" diye, düşünceli bir kederle tekrarladı Markheim. "Hayır," diye ek­ledi, çaresizlik içinde, "hiç girmedim! Hepsinde başarısız oldum.""O halde," dedi ziyaretçi, "neysen onunla yetin­melisin, çünkü asla değişmeyeceksin; ve bu aşa­mada ağzından çıkmış olan sözler geri dönülme/ biçimde kayıtlara geçmiştir."
Markheim uzun bir süre sessiz kaldı. Sonunda sessizliği ilk bozan, ziyaretçi oldu. "Madem öy­le," dedi, "sana paranın yerini göstereyim mi?"
"Ya haysiyet?" diye bağırdı Markheim.
"Onu denemedin mi?" diye karşılık verdi öbürü, "iki ya da üç sene önce, seni aydınlanma toplantı­larının platformunda görmedim mi? Üstelik ilahi okunurken en yüksek çıkan ses seninki değil miydi?""Doğru," dedi Markheim, "ve görev yolunda bana ne kaldığını açıkça görüyorum. Bu dersler için sa­na gönülden teşekkür ederim; gözlerim açıldı ve en azından kendimi olduğum gibi görebiliyorum." Aynı anda, kapı zilinin keskin sesi bütün evin için­de çalmaya başladı; ve ziyaretçi, sanki beklediği malum sinyali almış gibi, hemen ayağa fırladı. "Hizmetçi!" diye bağırdı. "Döndü. Seni önceden uyardığım gibi. Şimdi önünde daha da zor bir geçit var. Patronunun hasta olduğunu söylemeli­sin ona; güven verici, daha doğrusu ciddi bir yüz­le, onu içeri almalısın — gülümsemek yok, abartılı hareketler yok. Sana başarı sözü veriyorum! Kız içeri girip kapı kapanır kapanmaz, seni daha önce satıcıdan kurtaran aynı hüner, yolundaki bu son tehlikeyi de önünden kaldıracak. O andan itiba­ren, önünde uzun bir akşam olacak — eğer gere­kirse, bütün bir gece, evin hazinelerini aramak ve güvenliğini sağlamlaştırmak için. Tehlike kılı­ğında ayağına gelen yardım bu. Kalk!" diye ba­ğırdı; "Kalk, dostum; hayatın terazi kefesinde tit­reyerek sallanıyor; kalk, ve başla!"
 Markheim akıl hocasına sabit gözlerle baktı. "Eğer kötü eylemlere mahkûm olacaksam," dedi, "açık bir özgürlük kapısı var hâlâ: Eylemden vaz­geçebilirim. Eğer hayatım hastalıklı bir şey ola­caksa, onu terk edebilirim. Senin de söylediğin gibi, günaha davet eden her küçük yüreklendir­menin hükmü altında olmama rağmen, yine de ka­rarlı bir tek davranışla, kendimi onlardan uzak­lara götürebilirim. İyiye olan sevgim kısırlığa mahkûm olmuş; olabilir, varsın olsun! Ama kötüye olan nefretim hâlâ yerinde. İşte bu yüzden, düşkırıklığına uğramak seni incitse de, hem gücü hem de cesareti kendimde toplayabileceğimi görme­lisin." Ziyaretçinin yüz hatları harikulade ve çok güzel bir değişim geçirmeye başladı: Tatlı bir zafer ifa­desiyle parladı, yumuşadı ve parladığı gibi silinip kayboldu. Ama Markheim, dönüşümü seyretmek ya da anlamak için beklemedi. Kapıyı açtı; düşünceli bir halde ağır ağır merdivenleri indi. Geçmişi gösterişsiz bir şekilde gözlerinin önünden geçti; ona olduğu gibi baktı, bir düş gibi çirkin ve yoru­cu, kasıtsız bir cinayet8 kadar gelişigüzel; bir ye­nilgi manzarası. Yeniden gözden geçirdiğinde, ha­yat artık hiç cazip gelmiyordu ona; ama ötelerde bir yerde teknesini sığındıracak sessiz bir liman görüyordu.
 Geçitte duraladı, mumun ölü vücudun yanı başın­da hâlâ yandığı dükkâna baktı. Dükkân tuhaf bi­çimde sessizdi. Satıcının görüntüleri kafasına üşüştü, gözlerini dikmiş duruyordu. Ve sonra zil bir kez daha sabırsız bir yaygara koparttı. Hizmetçiyi, kapı eşiğinde, yüzünde gülümsemeye benzer bir şeyle karşıladı. "Siz en iyisi polise gidin," dedi; "Patronunuzu öldürdüm." 1)      . Bohemya kadehleri: Onyedinci yüzyılın sonlarında Bohemya kristali Avrupa'da çok modaydı.2)      Brownrigg: Londralı bir kilise cemaatı tarafından, yoksul hamile kadınlara bakması için işe alman Elizabetlı Brownrigg, genç bir kadın Çırağı vahşice öldürdükten sonra 1767 yılında idam edildi.3)      Manning ailesi: Frederick ve  Mana Manning yemeğe gelen misafirlerini öldürüp mutfak döşemesinin altına gömdüler (1849 yılında idam edildiler).4)      Thurtell: Zengin bir tüccarın oğlu olan kumarbaz John Thurtell, William Weare'i bir kır evinde tuzağa düşürüp vahşice dövdükten sonra ölmemekte direnen kurbanının boğazını kesti (1823 yılında idam edildi).5)      Mağlup hükümdar: Napolyon, satrançta kaybetmek gibi küçük yenilgiler karşısında öfke nöbetleri geçirirdi.6)      Napolyon: 1812 yılında kış mevsimi zamanından önce bastırmış ve faciayla son bulan Rusya seferinin en büyük sebebi olmuştu.7)      Sheraton büfe: Thomas Sheraton (1751-1806), sanatsal değer taşıyan basit ve kullanışlı tasarımlar yapan ingiliz mobilya ustası.8)      Kasıtsız cinayet: Hukuk terimi, meşru müdafaa (haklı savunma) sırasında adam öldürme9)       Robert Louis Stevenson 
Enhanced by Zemanta

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder