11 Nisan 2014 Cuma

DİROK JİYAN-YOKSULLUĞUN FEMİNİZASYONU VE AB SÜRECİ

YOKSULLUĞUN FEMİNİZASYONU VE AB SÜRECİ

DİROK JİYANM

üzakere tarihi yaklaştıkça, AB Türkiye'den beklentilerini daha açık bir şekilde dile getirmeye başladı. Tabii Türkiye de '99 yılından bu yana özellikle yasal değişikliklerin ardından katılma kararlılığını daha güçlü ifade ediyor; "İstediğiniz her şeyi yaptık, artık almamanız için hiçbir gerekçe yok" diyor. Söylemi daha radikal. Hatta biraz tehdit kokusu dahi hissediliyor. "Bak almazsanız, başka kapılara yöneliriz" diyor. AB genişlemeden sorumlu komisyon üyesi Verhueugun'nun Türkiye ziyareti ile bu gündem daha hararetli tartışmalara konu oluyor. Verhueugun, AB'nin kırmızı çizgilerini bir kez daha ifade etti. "Güneydoğu'nun kalkınma sorunu" ifadesiyle örtülü biçimde de olsa, Kürt sorununa değindi. TCK değişiklikleriyle yine aynı şekilde düşünce özgürlüğüne verdikleri önemi belirtti. Üçüncü kırmızı çizgi ise Kıbrıs'tı. Bu konuda Türkiye'nin üzerine düşeni yaptığını belirtti. Şimdilik bu  konu, sorun teşkil etmiyor. Dördüncü kırmızı çizgi ise, zina. Zinanın suç olarak kabul edilmesi ve yaptırım uygulamasını AB aykırı görüyor. Avrupa zinayı yasalarında suç olarak görmüyor.Avrupa Birliği sürecinde Türkiye her zaman ekonomik ve siyasal alanda gündemde kaldı. Kadın hakları bugüne kadar Türkiye'nin önüne Avrupa Birliği sürecinde yerine getirilmesi gereken temel bir kriter olarak konulmadı. Avrupa Birliği bunu yapmadı. Türkiye'de ihtiyaç duymadı. Bugünlerde zina ile bu konunun gündemleşmesi aslında olumlu bir durum. Ancak kadın hakları zina ile darlaştırılamaz. Hem Türkiye hem de Avrupa Birliği bunu birlikte yapıyor. Kadın çevrelerinin ise bu noktada benzer yaklaşımlar içinde olması daha büyük bir eksikliktir. Kadın sorunu elbette ki sadece zina değildir. Dünyada olduğu kadar Türkiye'de de kadının sorunları çok daha kapsamlı ve derin. Bu gerçeklik bilinmesine rağmen, sorun zina ile darlaştırılmakta. Hükümet, AB yetkililerinin bunu yapması yetmiyormuş gibi kadın kurumları, çeşitli sivil toplum örgütleri ve basın da aynı hataya düşmektedir. Zina elbette ceza gerektiren bir suç olarak ele alınamaz. Doğru olan, bir boşanma gerekçesi olarak kabul edilmesi olması. Hukuki düzenleme de buna göre yapılmalıd. Ancak Avrupa Birliği sürecinde eğer kadın hakları temel kriterlerden biri olarak Türkiye'nin önüne konuluyorsa, sorun esas noktalarda ele alınmalıdır. Kadın kurumları gündemi özünden boşlatma tutumlarına karşı çıkabilmelidir. Kadın haklarının insan hakları, kadın sorununun ise insanlık sorunu olduğu yaygın düzeyde kabul görmektedir. İnsan hakları kapsamında sorunun çözümü için uluslar arası düzeyde birçok çalışma yürütülmektedir. Altında Türkiye'nin de imzasının bulunduğu birçok uluslar arası sözleşme mevcuttur. Ekonomik, sosyal, siyasal, eğitim ve hukuk başta olmak üzere yaşamın bütün alanlarında kadını güçlendirmek için sayısız karar bulunmaktadır. Bunların her biri aynı zamanda Avrupa Birliği'ne giriş için de temel bir kriterdir. Müzakere tarihi yakınlaştıkça kadın çevrelerinin bu konuda sesi daha gür çıkabilmelidir. Türkiye'nin bu konudaki pratiği kırmızı çizgi olarak ifade edilen diğer konulardan daha geri bir düzeydedir. Basit birkaç örnek ile bu durum daha iyi anlaşılabilir.AB kriterleri her yedi bin beş yüz kadın için bir sığınma evi açılmasını öngörüyor. Buna göre Türkiye'de sekiz bin sığınma evine ihtiyaç var. Milyonlarca kadın şiddete maruz kalırken, Türkiye'de devlete ait sadece yedi sığınma evi var. Kadın örgütlerine ait iki sığınma evi ise ekonomik sorunlardan dolayı kapılarını kapatmış bulunmakta.Yine bir araştırmaya göre Türkiye'de yüz bin kadın fuhuş sektöründe. Sadece Diyarbakır'da bin ev bu amaçla kullanılıyor. Gerçeğin istatistiklere yansıyan rakamlardan daha ileri olduğu unutulmamalıdır.Uluslar arası düzeyde yoksulların % 70'i kadın. İlkokula başlayamayan yüz otuz milyon çocuğun yarısından çoğu kız çocuğu. Kadınların parlamentoda temsil oranı ise % 14. 2. Türkiye'de ise bu oran, % 6.4. İLO'nun başka bir araştırmasına göre dünyadaki göçmenlerin % 49'ü kadın.Verileri çoğaltmak mümkün. Ancak günlük olarak yaşanan sorunlar kadın sorununu anlamak için bu verilere başvurmayı geçersiz kılıyor. Son bir yıl içinde yaşanan namus cinayetlerinin hatırlanması yeterlidir. Yine mecliste yoğun tartışmalara neden olan, ancak kabul edilemeyen, "pozitif ayrımcılık ilkesi" de kadın sorununu anlamak için önemli bir nokta. Mart ayındaki yerel seçimlerde siyasi partilerin kadın politikası ve parmakla sayılacak kadar az olan kadın belediye başkanlarının varlığı da bir başka gösterge.AB yolunda Türkiye elbette önemli adımlar attı. Ancak, sürekli gündemde tutulan diğer alanlarda olduğu kadar, sosyal alanda ve kadın sorunu noktasında attığı adımların yetersizliği ortadadır. AB yolunda kadın haklarının önemi oranında gündemleşmemesinin önemli bir nedeni, ekonomik ve siyasal alandaki ağır sorunlardır . ancak bu durum, daha fazla sürdürülemez. Kadın sorunu diğer sorunların gölgesinde kalmayacak kadar kapsamlı ve derindir. Türkiye'nin 1995 ve 2000 yıllarında Pekin Konferansı ile Pekin + 5 BM özel oturumunun sonuç belgelerini ve eylem kararlarını hiçbir çekince belirtmeden imzaladığını unutmayalım. Kadınlara karşı ayrımcılığın önlenmesi sözleşmesini ise 1985 yılında imzaladı. Medeni kanunda yapılan değişiklikler bu yolda önemli bir adım. Ancak yeterli değildir. AB sürecinde kadın kurumlarının sorunları ve çözümleri daha güçlü bir şekilde gündeme koymaları, toplumsal duyarlılığı ve sorumluluğu geliştirmede etkili olabilir. Zina etrafındaki kısır tartışmalara ortak olmak ve bununla yetinmek kadın için AB sürecinde bir kayıp olmaktan öteye değer taşımamaktadır.  

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder