ANARŞİST KOMÜNİZM
2
Refahımızın ana kaynağı
olan çabaların bileşimi hakkında yukarıda değinilen görüşler, anarşistlerin
çoğunun neden komünizmi bireysel çabaların uygun bir şekilde telafi edilmesi
[karşılığının ödenmesi] için tek adaletli çözüm olarak gördüklerini açıklar. Az
bir miktar yerel ticaretle desteklenen tarımsal faaliyetlerle uğraşan
ailelerin, yetiştirdikleri mısırı ve kendi dokudukları basit yünlü elbiseleri
başka hiç kimsenin emeğini kullanmadan sadece kendi üretimleri olarak
nitelendirebildikleri zamanlar vardı. O zaman bile bu tip görüşler pek doğru
değildi: ortak çabayla temizlenen ormanlar ve inşa edilen yollar vardı; ve
hatta halen pekçok köy topluluğunda olduğu üzere, bir aile devamlı suretle
komünal yardıma gereksinim duyardı. Ama bugün her bir sanayi kolunun bir diğerini
desteklediği, aşırı derecede iç içe geçmiş bir endüstri[yel yapı] ortadayken,
artık bu tip bir bireyci bakış geçerli olamaz. Eğer bu ülkenin demir ticareti
ve pamuk endüstrisi çok ileri bir gelişme düzeyine erişmişse; [bu], buna
paralel olarak diğer binlerce endüstrinin --ister küçük isterse büyük olsun--
büyümesi, demiryolları sistemlerinin yaygınlaşması, hem kalifiye mühendisler
hem de işçi kümeleri arasında bilginin artması, üreticiler arasında yavaşça
gelişen örgütlenme içinde belli bir talim [eğitim, deneyim} kazanılması, ve her
şeyin ötesinde de binlerce mil uzakta yapılan şeyler sayesinde bizzat dünya
ticaretinin büyümesi sayesindedir. Süveyş Kanalının kazılması sırasında kolera
yüzünden veya St. Gothard Tünelinde "tünel-hastalığı" nedeniyle ölen
İtalyanlar bu ülkenin zenginleşmesine, Manchester'daki bir dokuma tezgahının
başında erken yaşta büyüyen Britanyalı bir genç kız kadar katkıda
bulunmuşlardır; [keza] bu genç kızın katkısı makinelerimizde emek-tasarrufu
sağlayıcı gelişmeler sağlayan mühendistenden aşağı değildir. Çevremizde biriken
bu zenginlikler içinde her birinin tam payını [katkısını] nasıl hesaplarmış
gibi davranabiliriz?
Bir demir lordunun
yaratıcı dehasına veya organizasyon yeteneğine hayranlık duyabiliriz; ama şunun
da farkına varmalıyız ki, Britanyalı işçiler, Britanyalı mühendisler ve
güvenilir idareciler yerine Moğolistanlı çobanlarla veyahut Sibiryalı
köylülerle ilgileniyor olsaydı, onun tüm dehası ve enerjisi burada
gerçekleştirdiğinin [elde ettiği sonucun] onda birini bile gerçekleştiremezdi.
Yerel sanayinin bir dalında güçlü bir itki [ilerleme] yaratma başarısı gösteren
bir İngiliz milyonerine başarısının gerçek nedenleri hakkındaki görüşleri
sorulmuş. Cevabı şuydu: "İlgili birim için daima doğru adamı aradım ve ona
tam bir bağımsızlık sağladım --tabii kendim genel bir denetleyici [ing.
supervision] konumundaydım. "Hiç bu tip adamları bulmakta başarısız
olmadınız mı?" bir sonraki soruydu. "Asla." "Ancak
tanıttığınız yeni birimlerde bir takım yeni yaratıcılıklar arzuluyordunuz."
"Hiç şüphesiz, patentlerin alınması için binlerce [sterlin]
harcadık." Bence bu kısa konuşma başarılı sanayilerin idarecilerine
milyonlar kazandırmasındaki "bireysel çabaların yeterince ödüllendirilmesi
[ücretlerinin saptanması ve ödenmesi]" savunucularının bahsettikleri sınai
girişimlerdeki gerçek durumu özetliyor. Bu, çabalarının gerçekte ne kadar
"bireysel" olduğunu gösteriyor. Bir adamın yetilerinin tam anlamı ile
göstermesini imkan veren, bazen ise bunu engelleyen binlerce koşulu bir kenara
bırakırsak; eğer güvenilir idareciler ve yetenekli işçiler bulamasaydı ve
yüzlerce yaratıcılık bu ülkedeki insanların zihinlerinin mekaniksel
kabiliyetlerince harekete geçirilmeseydi, aynı işverenin aynı yetilerinin ne
ölçüde aynı sonuçları meydana getirebileceği sorgulanabilirdi.
Anarşistler
--kolektivistlerin inandığı bir görüş olan-- zenginliklerin üretilmesi
sırasında her bir kişinin harcadığı emek saatine orantılı olarak
ödüllendirilmesinin ideal veya en azından ideale yaklaşan bir toplum
olabileceği [görüşüne] katılmazlar. Burada her bir ticareti malın değişim
değerinin onun üretimi için gerekli emek miktarıyla gerçekten de ölçülüyor olup
olmadığı tartışmasına girmeden --bu konu için ayrı bir çalışma yapılmalıdır--;
şunu söylemeliyiz ki, üretim için gerekli şeyleri [ing. necessitates,
üretim araçları, hammadde, vb.] ortak mülk olarak nitelendiren bir toplumda
kolektivist ideal basitçe gerçekleştirilemez bir şeydir. Bu tip bir toplumun
ücret-sistemini toptan bir kenara bırakması zorunlu olacaktır. Kolektivist
okulun yumuşatılmış bireyciliğiyle toprak ve makinelerin ortak [mülkiyet
altında] olduğu kısmi komünizmin bir arada varolması --güçlü bir hükümet
tarafından, zamanımızdakilerin hepsinden çok daha güçlü bir hükümet tarafından
dayatılmadıkça-- imkansız gözükmektedir. Bugünkü ücret[-sistemi] --üretim için
gerekli olan şeylerin bir azınlığa tahsis edilmesine dayanarak büyüyen bir
sistem olan-- mevcut kapitalist üretimin gelişmesi için gerekli olan bir
koşuldu; ve eğer para yerine [emek] saati cinsinden emek çekleri konularak
işçilere ürettiğinin gerçek değerini [karşılığını] ödemeye teşebbüs edilse
bile, bu fazla uzun ömürlü olamaz. Üretim için gerekli olan şeylerin ortak
mülkiyet altında olması [demek], ortak üretimin meyvalarından da ortak
faydalanmak demektir; biz toplumun eşitlikçi örgütlenmesinin ancak tüm
ücret-sistemlerinin lağvedilmesi ile ortaya çıkabileceğini düşünüyoruz, ve
[kişisel] kapasitesi ölçüsünde yapabildiğince ortak refaha katkıda bulunan
herkes, gereksinimleri ölçüsünde en olası [azami] şekilde toplumun ortak
stoğundan faydalanabilmelidir.
Biz sadece komünizmin
arzulanır bir toplumsal durum olduğunu değil, [aynı zamanda da] her ne kadar
bireyselliğin artmasıyla çelişkili görünüyor olsa da modern toplumun artan
eğiliminin komünizme --özgür komünizme-- doğru olduğunu savunuyorruz.
Bireyselliğin (özellikle de son üçyüzyıldır) çoğalmasında gördüğümüz şey,
bireyin sermayenin ve Devlet'in giderek artmakta olan güçlerinden kendisini
kurtarmaya yönelik olan gayretidir. Ancak aynı zamanda, zamanımıza gelene kadar
[bireyselliğin] bu büyümesiyle beraber, tüm tarih boyunca [yaşandığı üzere]
refahın üreticilerinin eski kısmi komünizmi devam ettirme ve de uygun koşullar
imkan verir vermez komünist ilkeleri yeni şekillerde tekrar uygulamaya sokma
mücadelelerini görüyoruz. Onuncu, onbirinci ve onikinci yüzyılların komünleri
kendi bağımsız yaşamlarını başlatır başlatmaz, hemen ardından ortak çalışmaya,
ortak ticarete ve kısmi olarak da ortak tüketime bir genişlik kazandırdılar.
Tüm bunlar kaybolup gitti. Aynı ilkelere dayanan yeni örgütlenmeler mümkün olan
her yerde büyümekte asla başarısız olmazken; kırsal komün kavgaları eski
özelliklerini korumak için zorlu bir mücadele veriyorlar, ve bunlar Doğu
Avrupa, İsviçre ve hatta Fransa ile Almanya'daki yerlerini muhafaza etmekte
başarılı da oluyorlar.
Her ne kadar yüzyılımızın
ticari-üretimi tarafından egoist yönelimler kamusal akla enjekte edilse de,
komünist eğilim sürekli bir şekilde kendisini tekrar tekrar öne çıkarıyor ve
kamusal hayatın içinde kendi yolunu açıyor. Ücretli köprü kamusal köprünün
karşısında ve paralı yol ücretsiz yolun karşısında yok olup gidiyor. Aynı ruh
diğer binlerce kuruma da yayılıyor. Müzeler, ücretsiz kütüphaneler ve ücretsiz
kamu okulları; parklar ve eğlence alanları; herkesin kullanımına açık kaldırım
döşenmiş ve aydınlatılmış sokaklar; giderek artan bir eğilimle bireyin ne kadar
kullandığını gözetmeden evlere dağıtılan su; halihazırda mevsimlik bilet veya
sabit bir vergi uygulaması başlatılan tramvaylar ve demiryolları; bunların
hepsi artık özel mülkiyetin sahası olmadığı zaman şüphesiz ki bu çizgide çok
daha ileri gidilecektir: tüm bunlar daha sonraki gelişmelerin hangi yönde
olmasının beklenmesi gerektiğini gösteren işaretlerdir.
Bu, bireyin isteklerinin,
bireyin topluma geri verdiği [karşılık olarak ödediği] veya verebileceği
hizmetlerin değerinin önüne konması [daha öncelikli olması] doğrultusundadır
--toplumu bir bütün olarak düşünerek; öyleki her bir bireye [geri] verilen
hizmetin tüm topluma sağlanan bir hizmet olduğu şekilde iyice iç içe geçerek
birbirine bağlanmış [bir toplum]. Britanya Müzesindeki kütüphaneci okuyucuya
topluma geri verdiği hizmetlerin neler olduğunu sormaz, sadece ihtiyaç duyduğu
kitabı [okuyucuya] verir; ve bir bilim topluluğu sabit bir aidat karşılığında
bahçe ve müzelerini ücretsiz olarak her üyesinin emrine sunar. Bir kurtarma
gemisi tayfası, batan bir gemideki bir insanın kendi yaşamını riske atarak
kurtarmaya değer olup olmadığını sorgulamaz; ve Mahkumlara Yardım Topluluğu [ing.
Prisoners' Aid Society] serbest kalacak bir mahkumun değerinin ne olduğunu
sorgulamaz. Burada [sunulan] hizmete ihtiyacı olan kişiler vardır; onlar
arkadaşlardır, ve bunun ötesinde başka bir hakka ihtiyaçları yoktur.
Ve bugün çok egoistçe
[idare edilen] bu şehir kamusal bir felaket --varsayalım ki kuşatma altında
olsun; örneğin 1871'deki Paris gibi ve [o zamanki] kuşatma altındayken yaşanan
gıda isteği [sorunu] yaşanıyor [olsun]-- tarafından ziyaret edilirse eğer; bu
aynı şehir topluma geri verdikleri veya verebilecekleri hizmetler ne olursa
olsun, gereksinimleri ilk karşılanacak olanların kadınlar ve çocuklar olacağını
ortaklaşa [bir şekilde] karara bağlayabilir. Ve gösterdikleri kahramanlığın
derecesi ne olursa olsun, şehrin fiili savunucularının bakımını üstlenecektir.
Ancak bu eğilim halişhazırda zaten bugün mevcuttur, sanırım bunu hiç kimse
inkâr etmeyecektir; ve insanlığın yaşamak için yürüttüğü zorlu mücadenin
hafiflemesine orantılı olarak bu eğilim daha da güçlenecektir. Eğer tüm üretici
güçlerimiz yaşamak için gerekli olan gıdaların stoklarını çoğaltmak için
kullanılmış olsaydı, eğer mülkiyetin mevcut koşullarının düzenlenmesi --bugün
refah üreticisi olmayan-- üreticilerrin sayısını artırsaydı; ve eğer el emeği
toplumdaki onurlu yerini tekrar kazansaydı, zaten mevcut olan komünist
eğilimler [kendi] uygulama alanlarını derhal genişleteceklerdi.
Anarşistlerin pekçoğu,
bunların tümünü ve özel mülkiyetin ortak mülkiyete nasıl dönüşeceği gibi
meselenin daha pratik yanları [-nı dikkate alarak], bugünkü mülkiyet rejiminin
dönüşümü başlar başlamaz toplum tarafından gerçekleştirelecek bir sonraki
adımın komünist bir manada olacağını savunurlar. Bizler komünistiz. Ama bizim
komünizmimiz otoriter okulun komünizmi değildir: bu anarşist komünizmdir,
hükümetsiz komünizmdir, özgür komünizmdir. [Anarşist komünizm] tarihin
doğuşundan beri insanlığın peşinde olduğu iki temel amacın sentezidir --[yani],
ekonomik özgürlük ve siyasi özgürlük.
Anarşizmin hükümetin
olmaması [hali] olduğunu zaten söylemiştim. Hepimiz biliyoruzki
"anarşi" kelimesi bugünkü ifade tarzı içinde düzensizlikle eşanlamlı
olarak da kullanılıyor. Ancak, türetilmiş olan "anarşi"nin
[kelimesinin] bu [ikinci] anlamı en azından iki varsayımı içinde
barındırmaktadır. İlk olarak, hükümetin olmadığı yerde düzensizliğin olduğunu
ima eder; ve bunun da ötesinde güçlü hükümet ve güçlü polis nedeniyle bu
düzenin daima faydalı olduğunu ima eder. Ancak bu her iki çıkarsama da
ispatlanması gereken şeylerdir. Ne mutlu ki hükümetin işe karışmadığı pekçok
insani etkinlik dalında bolca düzen --aslında uyum [harmoni] dememiz gerekli--
bulunmaktadır. Düzenin faydalı etkilerine gelince; bu ülkedeki Protestanlar
Luther tarafından yaratılan düzensizliğin her halükârda Papa saltanatı
altındaki düzene tercih edilir olduğunu söylerken, Bourbonlar'ın Napoli'deki
saltanatı türü bir düzen ise hiç şüphesiz ki Garibaldi tarafından başlatılan
düzensizliğe kesinlikle tercih edilmeyecektir. Uyumun her zaman istenir bir şey
olduğu fikrine herkes katılırken, düzen --ve özellikle de modern
toplumlarımızda hüküm süren "düzen"-- hakkında ise bu tip bir tam
uzlaşma yoktur. Bundan dolayı, "anarşi" kelimesinin düzen olarak
tanımlanan şeyin olumsuzlanması [yadsınması] olarak kullanılmasına hiçbir
itirazımız yoktur.
Biz, düsturumuz anarşiyi
hükümetin olmaması anlamında kabul ederek, insan topluluğunun belirgin bir
eğilimini ifade etmeyi amaçlıyoruz. Tarihte insanlığın küçük kısımlarının
yöneticilerinin erkini yıktığı ve kendi özgürlüklerini kendi ellerine aldıkları
devirler, en büyük ekonomik ve entelektüel ilerlemelerin yaşandığı dönemlerdir.
İster bu --işçilerin özgür birliklerinin özgür çalışmalarının [sonucu olan]--
eşsiz abidelerinin hala aklın yeniden canlanmasının ve yurttaşlarının refah
[düzeyinin] kanıtı olduğu özgür şehirlerin büyümesi olsun; isterse
Reformasyon'u [16'ncı yüzyılda Protestan kiliselerin kurulmasıyla sonuçlanan
dinsel devrim] doğuran o büyük hareket olsun; bireyin özgürlüğünün bir kısmını
geri aldığı devirler, en büyük ilerlemelere tanıklık eden dönemlerdir. Ve uygar
ulusların günümüzdeki gelişmelerini dikkatlice takip edecek olursak; hükümetin
faaliyet alanını giderek daha fazla kısıtlamaya ve böylece de bireyin
inisiyatifine daha fazla özgürlük tanımaya yönelik olan, belirgin ve devamlı
[nitelikteki] bu büyüyen hareketi keşfetmekte zorlanmayacağız. Tüm hükümet
biçimlerini denedikten sonra, ve çözümü olmayan "kolektiviteye itaat
etmekten kaçınmadan bireyi kendine itaat etmeye zorlayabilecek" bir
hükümete sahip olma sorununu çözümlemek için [onca] çabaladıktan sonra; artık
insanlık bugün ne şekilde olursa olsun herhangi bir hükümetin zincirlerinden
kendini kurtarmaya, ve örgütlenme gereksinimini aynı ortak amaçları hedefleyen
bireyler arasındaki özgür anlayışla [ing. understanding, anlaşmayla]
karşılamaya çalışıyor.
Özerklik [ing. Home
Rule, bir bölgenin bağımsız olarak yönetilmesi, yerel bir birimin ikamet
edenlerin kendisi tarafından yönetilmesi], en küçük mahalli birim veya gruplar
için dahi giderek artan bir ihtiyaç haline geliyor. Özgür anlaşmalar hukuğun
[yasanın] yerine geçiyor. Ve özgür işbirliği hükümetçe sağlanan muhafızlığın
yerini alıyor. Hükümetin işlevleri olduğu varsayılan faaliyetler geçen iki yüz
yıl içinde bir bir tartışılmaya başlandı; toplum az daha yönetildikçe daha iyi
bir yöne doğru gidiyor. Bu doğrultuda gerçekleşen ilerlemeler ve hükümetlerin
kendilerine atfedilen beklentileri gerçekleştirmekteki yetersizlikleri üzerine
daha fazla çalıştıkça, insanlığın hükümetin işlevlerini durmadan kısıtlayarak
en nihayetinde onu sonlandırmaya doğru yol aldığı sonucuna varıyoruz. Bireyin
özgürlüğünün kendi sahip olduğu toplumsal alışkanlıklar ve herkesin hissedeceği
komşularından [edinebileceği] işbirliği, destek ve sempati görme gereksinimi
dışında hiçbir yasa, hiçbir bağ tarafından sınırlandırılmayacağı bir toplum
halini şimdiden görebiliyoruz.
Tabii ki hükümetin
olmadığı bir etik, en azından sermayenin olmadığı bir ekonomi kadar itiraza
maruz kalacaktır. Zihinlerimiz allah vergisi hükümet işlevleri hakkında
öylesine önyargılarla terbiye edilmiş ki, anarşist fikirler güvensizlikle
karşılanmalıdır. Bebekliğimizden mezara kadar aldığımız tüm eğitim bizi
hükümetin gerekliliği ve onun faydalı etkileri hakkkında terbiye etmeye
yöneliktir. Felsefe sistemi bu görüşü desteklemek üzere özenle işlenmiştir;
tarih bu açıdan yazılmıştır; hukuk kuramları da keza aynı amaçla elden ele
dolaştırılmış ve öğretilmiştir. Tüm siyaset aynı ilkeye dayanır, tüm
siyasetçiler kendisini desteklemelerini istedikleri insanlara şunu söyler:
"Bana yönetsel güç ver ki; ben de seni günlük yaşamındaki güçlüklerden
kurtarayım, kurtarabileyim". Tüm eğitimimiz aynı öğretiyle doldurulmuştur.
Herhangi bir sosyoloji, tarih, hukuk veya etik kitabını açabiliriz: her yerde
hükümet, onun örgütlenmesi ve fiilleri o kadar öncelikli bir yer tutmaktadır
ki, Devlet ve siyaset adamlarının her şey olduğunu varsaymayı kabullenerek
büyürüz; büyük devlet adamlarından başka bir şey yoktur. Aynı öğreti her gün
Medya'da tekrar edilip durulur. Tüm [gazete] sütunları parlamento
tartışmalarının, siyasi şahsiyetlerin hareketlerin dakikalık kayıtlarıyla tıka
basa doludur. Ve biz bu sütunları okurken, bu az sayıdaki kişinin önemi insanlığı
gölgeleyecek derecede o kadar abartılmıştır ki, bu kişilerin ötesinde büyüyen
ve ölen, mutluluk ve üzüntü içinde yaşayan, çalışan ve tüketen, düşünen ve
yaratan devasa bir insan kitlesini sıklıkla unuturuz.
Ve yine de basılı
yayınlardan günlük yaşantımıza geri döner ve olduğu haliyle topluma genel
olarak bakarsak, hükümetin yaşamlarımızda oynadığı rolün ne kadar küçük
olduğundan şaşkına döneriz. Milyonlarca insan hükümetle hiçbir ilişkisi olmadan
yaşamakta ve ölmekte. Hergün milyonlarca işlem en küçük bir hükümet müdehalesi
olmadan gerçekleşmektedir; ve anlaşma yapanların en ufak bir pazarlığı bozma
niyetleri bile yoktur. Hatta hükümet tarafından kontrol edilmeyen (değişim veya
kart borçları gibi) anlaşmalar belki de diğerlerinden daha iyi yerine getirilmektedir.
Bir kimsenin sözünü tutma alışkanlığı, kendisine duyulan güveni kaybetmeme
isteği, vakaların ezici bir çoğunluğunda anlaşmaya bağlı kalınması için oldukça
yeterlidir. Yine de gerektiğinde onları zorlayacak bir hükümetin hala gerekli
olduğu söylenebilir. Ama mahkeme önüne getirilmeyen sayısız vakadan bahsetmesek
bile, ticaretle ufak da olsa bir aşinalığı olan herkes anlaşmalara uymak için
güçlü bir itibar dürtüsü olmadan, ticaretin kendisinin nihayetinde imkansız
hale geleceği ifadesini onaylayacaktır. Usulen markalanmış berbat ilaç
çeşitleriyle müşterilerini zehirlerken en ufak bir vicdan azabı duymayan tüccar
ve imalatçılar bile, onlar bile, ticari anlaşmalarına bağlı kalırlar.
Zenginleşmenin temel güdü olduğu bir zamanda ticari dürüstlük gibi göreceli bir
ahlâklılık bugünkü koşullarda bile var oluyorsa; bir kimsenin emeğinin
ürünlerini çalmanın artık ekonomik hayatlarımızın temeli olmadığı bir zamanda
aynı his daha da gelişecektir.
Yüzyılımızın bir başka
çarpıcı özelliği yine hükümetsiz olma eğiliminin tarafındadır. Bu özel
inisiyatif tarafından kaplanan alanının devamlı genişlemesi, ve yanlızca ve
basitçe özgür anlaşmalardan kaynaklanan büyük örgütlerin yakın zamandaki
büyümesidir. --Ayrı ayrı toplumların çabalarının bir birleşimi [olan demiryolları]--
Avrupa Demiryolları Merkezi İdare Heyeti gibi bir [kurum] olmadan,
birbirlerinden bağımsız olarak inşa edilmiş ve biraraya getirilmiş demiryolu
hatları boyunca yolcu ve malların doğrudan taşınmasını sağlayan Avrupa
demiryolu ağı, yanlızca anlaşma yoluyla becerilebilen [şeylerin] en çarpıcı
örneğidir. Eğer elli yıl önce ayrı ayrı şirketler tarafından inşa edilen
demiryollarının en nihayetinde bugünkü gibi bir mükemmel [demiryolu] ağı
meydana getireceğini söyleseydi, kesinlikle aptal olarak değerlendirilirdi.
Kendi çıkarları peşinde koşan çok sayıdaki şirketin, yönetsel yetkilerce
donatılmış bir Avrupa Devletleri Uluslararası Anlaşması ile desteklenen bir
Uluslararası Demiryolları İdare Heyeti [ing. International Board of Railways]
olmadan anlaşmaya varamayacağı öne sürülecekti. Ama bu tip herhangi bir idare
heyeti oluşturulmadı, ve yine de ortaya bir anlaşma çıktı. Hollanda gemi ve bot
sahipleri birliği şimdi örgütlenmelerini Almanya nehirlerine ve hatta Baltık
denizinin gemi ticaretine yönelik olarak genişletiyorlar. Fransa'da şu anda
sayısız çeşitte imalatçı birlikleri ve sendikalar bulunuyor. Bu örgütlerin
çoğunun sömürü için oluşturulmuş örgütler olduğu iddia edilirse, bu hiçbir şeyi
ispatlamaz; çünkü eğer kendi egoistçe ve sıkça da küçük olan çıkarları
peşindeki insanlar biraraya gelerek anlaşabiliyorlarsa, daha iyi esinlenmiş,
diğer gruplarla daha yakın ilişkiler içinde olmaya zorlanan insanlar daha kolay
ve daha iyi bir şekilde anlaşabileceklerdir.
Ama daha asil amaçlar için
oluşturulmuş özgür örgütler de yok değildir. Yüzyılımızın en asil
başarılarından birisi hiç şüphesiz ki Cankurtaran Sandalları Birliği'dir.
Mütevazi başlangıcından beri, [bu birlik] otuzikibinden fazla insanın
hayatını kurtarmıştır. Bu insanın en asil içgüdülerine çağrı yapmaktadır; içsel
örgütlenmesi tamamıyla yerel komitelerin bağımsızlığı üstünde temellenirken,
faaliyeti tamamıyla ortak bir amaca bağlılığa dayanır. Büyük ölçekte çalışan ve
her biri geniş bir alanı kaplayan Hastaneler Birliği ve benzeri yüzlerce
örgütten yine bu başlık altında bahsedilebilir. Ancak hükümetler ve onların
amelleri hakkında her şeyi biliyorken, özgür işbirliğince başarılan sonuçlar
hakkında neler biliyoruz? Hükümetlerin amellerini kaydetmek için binlerce cilt
yazılmıştır; yasalara ilişkin en ufak düzenlemeler bile kaydedilir; iyi
etkileri abartılır, kötü etkileri ise sessizlik içinde geçiştirilir. Ama
iyi-niyetli kişilerin özgür işbirliği sayesinde başarılanların kaydını tutan
kitap nerede? Aynı zamanda, yurttaşların sonsuz çeşitlilikteki değişken
ihtiyaçlarını karşılamak üzere hergün yüzlerce topluluk kuruluyor. Tüm olası
çalışma çeşitleri için topluluklarımız var --bazıları bütün bir tabii bilimler
alanını kapsar, diğerleri daha dar özel dallarla sınırlıdır; jimnastik,
stenografi, yazı çalışmaları, oyun ve her türden spor, hayatı destekleme
bilimini geliştirme ve onu yok etme sanatını savunan topluluklar; felsefi ve
endüstriyel, sanatsal ve sanat karşıtı; ciddi işler için ve sadece eğlence
için--; kısacası, ortak bir amacın yerine getirilmesi için insanları biraraya
getirmeden, [onların] yetilerini eyleme geçirdikleri tek bir eğilim bile
yoktur. Her yıl eskileri [eski topluluklar] daha büyük birimlerde toplanırken,
ulusal sınırların ötesinde federe hale gelirken ve bazı ortak işler için
işbirliği yaparken; hergün yeni topluluklar kurulmaktadır.
Bu sayısız özgür oluşumun
en çarpıcı özelliği, bunların devamlı surette daha önce Devlet'e ya da
Belediye'ye [ait olan faaliyet] alanlarına doğru yayılmasıdır. Cenova Gölü
kıyılarındaki bir İsviçre köyündeki bir aile, başka yerlerde yerel hükümetin
işlevi olarak değerlendirilen şeyleri ona sağlayan düzinelerce farklı topluluğa
dahil olmuştur. Kalıcı veya geçici amaçlarlarla [kurulmuş] bağımsız komünlerin
özgür federasyonu İsviçre yaşamının tam temelinde yer alır; ve İsviçre'nin
büyük bir kısmı yabancıların hayran kaldığı yol ve havuzlarını, bakımlı orman
ve çayırlıklarını bu federasyonlara borçludur. Ve kısıtlı alanlarda Devletin
yerine alan bu küçük toplulukların yanısıra, aynı şeyi çok daha geniş ölçeklerde
yapan topluluklar görmüyor muyuz?
Son zamanlarda ortaya
çıkan en dikkate değer topluluklardan birisi hiç şüphesiz ki Kızıl Haç
Topluluğu'dur [ing. Red Cross Society]. Savaş alanlarında insanları
boğazlamak hala Devlet'in görevidir; ama bu Devletlerin bizzat kendileri
yaralılarının bakımını üstlenmediklerinin farkındadırlar: bu görevi büyük
ölçüde özel inisiyatife terk ederler. Bundan yirmibeş yıl önce yaralıların
bakımının özel topluluklara devredilebileceğini söylemeye cesaret edecek
zavallı "Ütopistler"le ne kadar alay edilirdi! "Tehlikeli
yerlere hiç kimse gitmez! Hastanelerin hepsi kendilerine ihtiyaç olmayan bir
yerde toplanırdı! Ulusal rekabetler zavallı askerlerin hiçbir yardım almadan
ölmesiyle sonuçlanırdı, ve benzerleri" --haykırılanlar bunlar olurdu. 1871
savaşı insan zekasına, bağlılığına ve iyi niyetine asla inanmayan bu
peygamberlerin ne kadar keskin zekalı olduğunu gösterdi.
Bu gerçekler --o kadar çok
ve o kadar sıradanlanmışlarki dikkate dahi almadan yanlarından geçip gideriz--
bizce ondokuzuncu yüzyılın ikinci yarısının en göze çarpan özelliklerinden
birisidir. Bahsettiğimiz bu organizmalar çok doğal bir şekilde ortaya çıktılar,
çok hızlı bir şekilde yayıldılar ve çok kolay bir şekilde üzerlerinde görüş
birliğine varıldı; onlar uygarlaşan insanın artan ihtiyaçlarının kaçınılmaz
birer doğal sonuçlarıdırlar, ve böylece Devlet müdehalesinin yerini alacaklar,
onlarda hayatımızın giderek büyüyen bir etmenini görmeliyiz. Modern süreç, daha
önce ifa edilmesinde hükümete güvenilen ve çoğunlukla da hükümetin oldukça kötü
bir performans sergilediği bütün bu faaliyetlerde hükümetin yerini alacak,
özgür bireylerin özgür biraraya gelmesine doğru yönelen bir süreçtir gerçekten
de.
Parlamenter idare ve
temsili hükümeti birlikte ele alırsak, [bunlar] hızlı bir şekilde çürümekteler.
Onların kusurlarını gösteren az sayıdaki filozof, ürkek bir şekilde sadece
artmakta olan kamusal hoşnutsuzluğu özetlegelmişlerdir. Az sayıda kişiyi
seçmenin, ve çoğu için tamamen ilgisiz oldukları konularda yasalar yapma
görevinde onlara güvenmenin yalın bir şekilde aptalca olduğu giderek
belirginleşiyor. Çoğunluk idaresinin herhangi bir diğer idare biçimi gibi
kusurlu olduğu giderek anlaşılıyor; ve insanlık sırada bekleyen sorunları
çözüme kavuşturmak üzere yeni kanallar arıyor ve buluyor. Posta Birliği,
Birliğe bağlı tüm posta örgütleri için geçerli olacak yasaları yapmak üzere
uluslararası bir posta parlamentosu falan seçmedi. Avrupa demiryolları,
trenlerin çalışmasını ve uluslararası trafikten sağlanan gelirlerin paylaşımını
düzenlemek üzere uluslararası bir demiryolu parlamentosu falan seçmedi. Ve
Avrupa'nın Meteoroloji ve Coğrafya Toplulukları da, kutup istasyonlarını
planlamak, veya coğrafik formasyonların hepsinin birbirinin aynısı olacak
şekilde bölünmesi ve coğrafik haritaların birbirinin aynı olacak şekilde
renklendirilmesi için ne bir meteoroloji, ne de bir coğrafya parlamentosu
seçtiler. Onlar anlaşma araçları sayesinde çalışıyorlar. Beraberce karar
birliğine varmak üzere kongrelere başvurdular; ancak kongrelere delegeleri
gönderirken, onlara "İstediğiniz her konuda oy kullanın - Biz kesinlikle
uyacağız" falan demediler. Sorunları ortaya koyarak, önce bunları kendi
aralarında tartıştılar; belirli sorunları tartışmak üzere [konu hakkında]
bilgili olan delegelerini kongrelere gönderdiler; ve onlar delegeler
gönderdiler, idareciler değil. Delegeler ise kongrelerden ceplerinde yasalarla
değil, anlaşma önerileriyle geri geldiler. İşte kamu çıkarıyla ilgili olan
sorunlarla uğraşmanın yolu (bir hayli eski bir yol esasında) --[bu] temsili
hükümetler aracılığıyla yasa yapmanın yolu değildir.
Temsili hükümet tarihsel
misyonunu tamamlamıştır; [temsili hükümet] saray idaresine ölümcül bir darbe
vurmuştur, ve tartışmalarıyla kamusal sorunlara dair kamusal ilgiyi
uyandırmıştır. Ancak temsili hükümeti geleceğin sosyalist toplumununun hükümeti
olarak görmek büyük bir hata olacaktır. Hayatın her ekonomik evresi, kendine
özgü bir siyasal evreye tekabül eder; ve bizzat siyasi örgütlenmenin
temellerinde [ekonomik değişimlere] karşılık düşen bir değişim olmadan, bugünkü
ekonomik hayatın temellerine --özel mülkiyete-- dokunmak imkansızdır. Yaşşamın
kendisi değişimin hangi yönde yapılması gerektiğini zaten gösteriyor. [Bu
değişimin yönü] devletin güçlerini artırmakta değildir; şu anda Devlet'in nitelikleri
[üstlendiği şeyler] olarak düşünülen tüm dallarda özgür örgütlere ve özgür
federasyonlara başvurmaktadır.
Bu yukarıda
[bahsedilenlere] karşı yapılacak itirazlar önceden görülebilir. Tabii ki şöyle
denilecektir: "Ama anlaşmalarına uymayanlara ne yapılacak? Çalışmaya
eğilimli olmayanlar ne olacak? Toplumun yazılı yasalarını, veya --anarşist
önermeler temelinde-- yazılı olmayan geleneklerini ihlal edenler ne olacak?
Anarşizm, daha ileri bir [seviyeye erişmiş] insanlık için iyi olabilir, --ancak
zamanımızın insanı için [iyi] değildir".
Herşeyden önce, iki çeşit
anlaşma vardır: insanlığın özgürce yaptığı [anlaşmalar], --özgür bir şekilde
rıza göstermeyle değil, anlaşmaya taraf olan iştirakçilerin herbirine eş
derecede açık olan farklı şeyler arasında [yapılan] özgür bir seçimde olduğu
gibi. Ve bir taraf tarafından diğerine dayatılan ve sırf kaçınılmaz bir
gereklilik olduğu için [dayatılan taraf tarafından] kabul edilen zorla yapılmış
[ing. enforced] anlaşma; aslında, bu hiçbir şekilde bir anlaşma bile değildir,
--bu sadece kaçınılmaz bir gerekliliğe boyunn eğmektir. Ne üzücü ki, bugün
anlaşma olarak nitelendirdiklerimizin büyük bir kısmı bu ikinci kategoriye
düşmektedir. Bir işçi ürettiği değerin bir kısmının işveren tarafından
adaletsiz bir şekilde alıkonduğunu gayet iyi bilerek işverene emeğini
satıyorsa; önündeki altı ay için bile işinde kalacağına dair en ufak bir
güvencesi bile yokken [emeğini] satıyorsa; bunu özgür bir sözleşme olarak
adlandırmak hazin bir alaydır. Modern ekonomistler bunu özgür olarak
adlandırabilir, ancak politik iktisadın babası --Adam Smith-- asla bu yanlış
yorumlamanın sorumlusu değildir. İnsanlığın dörtte üçü bahsedilen şekilde
anlaşmalar yaptığı sürece; hem bu sözdeki anlaşmaları uygulatmak ve hem de bu
durumu devam ettirmek üzere, zor [kullanımı] tabii ki gerekli olacaktır.
Emekçilerin, bir azınlık tarafından adaletsiz bir şekilde el konulduğunu
düşündüklerine sahip çıkmalarını engellemek için zor [kullanımı] --ve oldukça
büyük bir güç [kullanımı]-- gereklidir; ve yeni "uygar olmayan
ulusları" devamlı olarak aynı koşullara tabi kılmak için zor [kullanımı]
gereklidir.
Ama özgür bir şekilde
taraf olunan anlaşmaları uygulatmak için zor [kullanımının] gerektiğini
görmüyoruz. Cankurtaran sandalı mürettabatından olan ve birliği terk etmeyi
tercih eden birisine ceza uygulandığı hiç duymamışızdır. Yoldaşlarının ona
karşı yapacaklarının en fazlası, eğer büyük bir ihmal yüzünden suçluysa,
muhtamelen onunla bir daha bir şey yapmayı reddetmeleri olacaktır. Keza bir
sözlüğün hazırlanmasına katkıda bulunan birisine çalışmasındaki gecikme
yüzünden, veya Garibaldi gönüllülerini savaş alanına süren jandarmalara bir
ceza uygulandığını duymuş değiliz. Özgür anlaşmaların zorla uygulatılmaları
gerekmez.
Eğer kimse sırf kaçınılmaz
bir zorunluluk olan [emeğini satmaya] zorlanmazsa eğer, hiç kimsenin
çalışmayacağı şeklinde sık sık tekrar edilen itiraza gelince; Rusya'daki
serflerin kurtulmasından önce, ve keza Amerika'daki kölelerin kurtulmasından
önce bunları yeterince işittik. Ve bunu olduğu gibi değeriyle takdir etme
fırsatına yeterince sahip olduk. Bu nedenle, sadece nihayete ermiş gerçeklerle
ikna edilebilecek olanları ikna etmeyi denemeyeceğiz. Mantık sahibi olanlara
hitabense; eğer bu [emeğini satmak zorunlu olmazsa hiç kimsenin çalışmayacağı
varsayımı], en düşük [gelişmişlik] düzeyindeki bir kısım insan için gerçekten
de doğru olsa bile; veya olumsuz koşullara karşı mücadelelerindeki
başarısızlıkları nedeniyle üzücü bir şekilde bazı küçük komünler için veya ayrı
ayrı bireyler için gerçekten de doğru olsa bile; [bu] uygar ulusların çoğu için
[geçerli] değildir. Bizim için, çalışmak bir alışkanlıktır, tembellik ise suni
bir şeydir. Ancak tabii ki el emeği işçisi olmak demek, hayatı boyunca bir
şeyin bir parçasını --örneğin toplu iğnenin başını-- üretmek için günde on saat
ve sıkça da daha fazla çalışmak zorunda olunması demekken; bir ailenin tüm
gereksinimlerinin en dar anlamıyla kıt kanaat karşılanmasına yetecek bir ücret
ödenmesi demekken; her an ertesi gün işten atılma tehdidi altında olmak demekken
--ve sanayi krizlerinin ne kadar sıkça olduğunu ve neden oldukları sefaleti
gayet iyi biliyoruz; yaşanan olayların büyük bir çoğunluğunda [olduğu üzere],
eğer ıslah evlerinde olmazsa fakir[lere hizmet veren] kliniklerde erken ölmesi
demekken; el emekçisi bir işçi demek, bizzat bu "eller"in emeği
üzerinden yaşayanların gözünde hayat boyu aşağılık olma damgasını yemek
demekken; bilim ve sanatın insana sunduğu bütün ulvi eğlencelerden vazgeçmek
demekken; oh, işte o zaman herkesin --el emeği işçilerinin de tabii-- tek bir
rüyasının olmasına şaşmamak gerekir: diğer [insanların] kendisi için çalışacağı
bir konuma sahip olmak.
--Çalışmak değil--, fazla
çalışmak insan doğasına ters bir şeydir. --Herkesin iyiliği için çalışmak değil
de--, bir azınlığın lüksünü temin etmek için fazla çalışmak. Çalışmak
psikolojik bir gereksinim, birikmiş vücut enerjisini harcama gereksinimi,
bizzat sağlık ve yaşam için gerekli olan bir gereksinim. Eğer şu anda birçok
faydalı iş dalı gönülsüzce yapılmaktaysa, bunun tek nedeni bunların fazla
çalışma anlamına gelmesidir veya yanlış bir şekilde örgütlenmiş olmalarıdır.
Ama biliyoruz ki --yaşlı Franklin de biliyordu bunu--, eğer kendimizi üretken
çalışmaya verecek olsak ve eğer şimdi israf ettiğimiz gibi üretken güçlerimizi
israf etmesek; hergün dört saatlik faydalı bir çalışma, hali vakti yerinde bir
orta-sınıf evin [sahip olduğu] refahın komforunu herkese sunmaya yeter de artar
bile.
Elli yıldır tekrarlanmakta
olan çocukça bir soruya gelecek olursak: "Hoş olmayan [arzulanmayan]
işleri kim yapacak?"; bilginlerimizden hiçbirisinin, yaşamının sadece tek
bir gününde bile bu sorunu ele almamış olmasından samimi olarak üzüntü
duyuyorum. Eğer hala ortada gerçekten de hoş olmayan işler varsa, bunun tek
sebebi bilim adamlarımızın bunu [bu işi] daha az [hoşa gitmeyecek] kılacak
araçlar üzerinde düşünmeye aldırmamış olmasıdır. Bu [tip hoşa gitmeyen işleri]
günlüğü birkaç peniden yapacak açlık çeken insanlar olduğu hep biliyorlardı.
Toplumun yasalarını ihlal
edecek olanları cezalandırmak için hükümetin gerekeceğinin savunulduğu üçüncü
--esas-- itiraza gelince; kazayla da olsa bahsedilebileceklerden çok daha fazla
söyleyecek şey var. Soruna daha fazla eğildikçe, [toplumun] bağrında [bu gibi]
toplum karşıtı eylemlerin icra edilmesinden toplumun sorumlu olduğu; ve hiçbir
cezalandırmanın, hapse atmanın, cellatın bu gibi eylemlerin sayısını
azaltamayacağı sonucuna ulaşırız; [yani] toplumun bizzat kendisinin yeniden
örgütlenmesinden daha kısıtlı hiçbir şey [bu gibi eylemlerin sayısını
azaltamayacaktır]. Her yıl mahkemelerimizin önüne gelen olayların dörtte üçü,
doğrudan veya dolaylı olarak, --insan doğasının sapıklığından [sapkınlığından]
değil-- refahın üretimi ve bölüşümü bağlamında bugünkü düzeni bozuk toplumsal
durumdan kaynaklanmaktadır. Ayrı ayrı bireylerin toplum karşıtı eğilimlerinden
kaynaklanan az sayıdaki toplum karşıtı eyleme gelince, hapishanelere ve hatta
cellatlara başvurmakla bunların sayısını azaltamayız. Hapishanelerimizle onları
çoğaltıyoruz, onları daha da kötü yapıyoruz. Detektiflerimizle, "kan
bedeli"yle, infazlarımızla ve hapishanelerimizle; toplum içinde öylesine
yalın tutkular ve alışkanlıklar yayıyoruz ki; bu kurumların etkilerinin tam
anlamıyla farkına varan birisi toplumun ahlâğı koruma bahanesiyle
yaptıklarından korkuya kapılacaktır. Başka çareler, çoktan beridir işaret
edilen başka çareler aramalıyız.
Tabii ki şimdi, çocuğu
için yiyecek ve kalacak bir yer arayan bir anne tam bir oburluğa has zerafetle
dolu dükkanların önünden geçmek zorundayken; en göz kamaştırıcı ve küstah lüks
şeyler, en berbat sefaletle yan yana sergilenirken; zengin bir adamın köpeği
veya atı, bir madende veya bir tezgahta acınacak bir ücretle çalışan annelerin
milyonları bulan çocuklarından çok daha iyi beslenirken; bir hanımfendinin her
bir "mütevazi" gece elbisesi, sekiz aylık veya bir yıllık insan
emeğine denk düşüyorken; bir başkasının harcanması pahasına zenginleşmek
"yüksek sınıf"ın ilan edilmiş amacıyken; ve namuslu ile namussuz para
kazanma yolları arasında hiçbir belirgin sınır yokken; işte o zaman, mevcut
durumu devam ettirmenin tek yolu zor [kullanımı] olacaktır. Böylece de polis,
hakim ve cellat orduları birer gerekli kurum haline gelir.
Ama eğer tüm çocuklarımız
--tüm çocuklar bizim çocuklarımızdır-- sağlam bir öğrenim ve eğitim alırlarsa
--ve eğer biz bunu sağlayacak araçlara sahip olursak--; eğer her aile nezih bir
evde yaşarsa --ve bunu mevcut yükselen üretim tempomuzla yapabilirlerse--; eğer
her genç erkek ve kadın bir el sanatı öğrenirken aynı zamanda da bilimsel
öğretim alırsa, ve el emeğiyle refah üretenler aşağılık timsali olarak
düşünülmezse; eğer bir insan bir diğeriyle yakın ilişkiler içinde yaşarsa, ve
şimdi bir azınlığın yaptırımı altında olan kamusal işler[in halledilmesi]
için ilişkiler [daha da] geliştirirse; ve eğer daha yakın ilişkilerin sonucu
olarak, komşularımızın zorluklarına ve acılarına karşı, daha önce
akrabalarımızınkilere gösterdiğimiz gibi ilgi gösterirsek; işte o zaman
polisleri, hakimleri, hapishaneleri ve infazları ayıklayıp bir kenara
bırakmalıyız. Toplum karşıtı eylemler cezalandırılmayacaktır, kökünden
halledilecektir [çözülecektir]. Az sayıdaki zıtlaşma arabulucular sayesinde
kolayca çözümlenecek ve kararların uygulanmasında, bugün Çin'deki aile
mahkemelerinin kararları uygulanmasında kullanılandan daha fazla bir zor
[kullanımı] gerekmeyecektir.
Ve şimdi önemli bir soruyu
ele almalıyız: bireylerin tam özgürlüğünü tanıyan yasaları olan ve bunu ilan
eden bir toplumda ahlâk olacak mı; cevap açıktır. Kamusal ahlâk yasa ve dinden
bağımsızdır, [onlardan] daha önce ortaya çıkmıştır. Bugüne kadar, ahlâk
öğretileri dini öğretilerle ilişkilendirildi. Ancak dini öğretinin akıllarda
bıraktığı etki son zamanlarda söndü, ve ahlâğın dinden çıkarsadığı yaptırımlar
artık eskiden sahip olduğu güce sahip değil. Eski imana sahip şehirlerimizde
milyonlar büyüyor. Bu, ahlâğı bir kenara fırlatmamız ve onu ilkel [biçimdeki]
evrenin yaradılış kuramına yapıldığı gibi acı bir alaycılıkla davranmamız için
bir neden mi?
Tabii ki hayır. Genel
olarak kabul edilmiş belirli bir ahlâğı olmayan hiçbir toplum yoktur. Eğer
herkes arkadaşlarını aldatmaya alışarak büyürse; eğer başkalarının sözlerine ya
da söylediklerine asla güvenemezsek; eğer herkes arkadaşına, her türlü savaş
yöntemini kullanmayı mübâh gördüğü bir düşmanmışçasına davranırsa; hiçbir toplum
var olamaz. Ve dini inançlardaki çöküşe rağmen, ahlâk ilkelerinin sarsıntıya
uğramadan kaldığını görüyoruz. Hatta dinsiz olan kişilerin bile mevcut ahlâk
standartlarını yükseltmeye çalıştığını görüyoruz. Gerçek, ahlâk ilkelerinin
dini inançlardan bağımsız olduğu, onları öncelediğidir [onlardan önce
oluşmuşlardır]. İlkel Tchuktchilerin dini yoktu: sadece batıl inançları ve
doğal kuvvetlere karşı [duydukları] korkuları vardı; ve yine de onların
Hristiyanlar ve Budistlerce, Müslümanlar ve Yahudilerce öğretilen ahlâk
ilkelerinin aynılarına sahip olduklarını görüyoruz. Bundan başka, bazı
uygulamaları, bugünkü uygar toplumumuzda ortaya çıkandan daha ileri bir kabile
ahlağı standartına sahip olduklarını ortaya koyuyor. Aslında her yeni din ahlak
ilkelerini tek gerçek ahlâk stoğundan --insanların kabilelerde, şehirlerde veya
uluslarda yaşamak üzere biraraya gelmeleri ile beraber gelişen ahlâk
alışkanlıklarından-- sağlar. Belirli bazı karşılıklı dayanışma ahlâki
alışkanlıkları ve hatta ortak fayda çıkarına kendinden fedakârlık etmenin
gelişmesine yol açmayan hiçbir hayvan topluluğu yoktur. Bu alışkanlıklar yaşama
mücadesi içindeki türlerin refahı için gerekli olan koşullardır --türlerin
korunması için verilen mücadelede bireylerin işbirliği, çokça bahsedilen yaşama
araçları[na sahip olmak] için bireyler arasında [yaşanan] fiziksel mücadeleden
çok daha önemli bir etmendir. Organik dünyada en "sıhhatli" olanlar,
toplum içinde yaşamaya alışkın olarak gelişenlerdir; ve toplum içinde yaşamak
ise mecburi olarak ahlâki alışkanlıkları ifade eder. İnsanoğlu söz konusu
olunca, --uzun varoluşu boyunca [insanoğlu]-- insan toplulukları var oldukça
ortadan kaybolamayacak toplumsal alışkanlıklar, ahlâki alışkanlıklar nüvesinin
içinde gelişmiştir.Ve bu nedenle güncel ekonomik ilişkilerimizin sonucunda
şimdi işlemekte olanın aksi yöndeki etkilere rağmen, ahlâk alışkanlıklarımızın
nüvesi var olmaya devam eder. Yasa ve din sadece onları açık bir şekilde ifade
ederler ve yaptırımları sayesinde onları uygulatmaya çalışırlar.
Ahlâk kuramlarının
çeşitleri ne olursa olsun, bunların hepsi üç ana kategori altında toplanabilir:
dinsel ahlâk; faydacı ahlâk; bizzat toplum içinde yaşamanın gerekliliklerinden
kaynaklanan ahlâk alışkınlıkları kuramı. Her dinsel ahlâk, emirlerini
vahiylerden kaynaklanıyor göstererek kutsallaştırır; ve şimdiki ya da
gelecekteki yaşamda ödül veya ceza vaadiyle öğretilerini zihinlere
yerleştirmeye çalışır. Faydacı ahlâk ödül fikrini savunur, ancak bunu insanın
kendisinde bulur. [Faydacı ahlâk] insanı hazları incelemeye, onları
sınıflandırmaya ve en yoğun ve en sürekli olanlarına öncelik vermeye çağırır.
Her ne kadar bir takım etkiler gösterdiyse de, bu sistemin insanoğlunun büyük
bir kısmı tarafından fazlasıyla suni olarak değerlendirildiğini fark etmemiz
gerekir. Ve en nihayetinde, --çeşitleri ne olursa olsun-- üçüncü bir ahlâk
sistemi ahlâki fiillerde --toplum içindeki yaşamında insanı en sağlıklı kılmakt
en güçlü olan ahlâki fiillerde--, kardeşlerinin neşesiyle neşelenen, bazı
kardeşleri acı çekerken acı çeken bir bireyin saf gereksinimini; toplum
içindeki yaşam tarafından yavaşça işlenen ve mükemmelleştirilen bir alışkanlığı
ve bir ikinci doğayı görür. Bu insanoğlunun ahlâğıdır; ve bu aynı zamanda
anarşizmin ahlâğıdır.
İşte bunlar, çok kısa bir
özet halinde, anarşizmin önde gelen ilkeleridir. Bunların her biri pekçok
önyargıyı yaralar, ve yine bunların her biri bizzat insan topluluğunca
sergilenen eğilimlerin incelenmesinden kaynaklanmıştır. Bunlardan her biri
sonuçları açısından oldukça zengindir ve birçok güncel görüşün baştan aşağı
revize edilmesini ima eder. Ve anarşizm yanlızca uzak bir geleceğe ilişkin
anlayış değildir. Halihazırda, bireyin eylem alanı ne olursa olsun, [birey] ya
anarşist ilkeler doğrultusunda veya zıttı bir çizgide davranabilir. Ve bu
[anarşist ilkelerle uyumlu] doğrultuda yapılacakların hepsi, daha fazla
gelişmenin geleceği bir doğrultuda yapılacaktır. Aksi doğrultuda yapılacakların
tümü ise, insanlığı gitmeyeceği bir doğrultuda gitmeye zorlama teşebbüsü
olacaktır.
Kropotkin'in
mülkiyete devrimci bir şekilde el konulmasının ardından üretim ve bölüşümün
örgütlenmesi yöntemlerine ilişkin yazdığı erken dönem yazıları, herkesin
ihtiyacı olan kadarını alacağı ve yapabileceğini hissettiği kadar çalışacağı
bir mal yeterliliği olduğu varsayımına dayanıyordu. Rus Devrimi deneyiminin
ardındansa oldukça aksi bir sonuca ulaştı. Üretimin önündeki engelleri ve
keza kapitalist dünyanın yoksulluğunu yeni bir temelde ele aldı, ve
görüşlerindeki değişikliği 1919'da basılan İsyankarın Sözleri'nin [ing.
Words of Rebel] Rus baskısında ifade etti. Üretimin örgütlenmesine dair
yöntemi önceki öğretisinin izlerini takip eder, ama Rus Devrimi'nin ardından
buna ilişkin açıklaması bunu daha da ilginç kılar. (R.N.B.)
|
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder