28 Nisan 2014 Pazartesi

İngiltere’de özelleştirme ve ticarileştirmelerin belediye hizmetleri üzerindeki etkileri


İngiltere’de özelleştirme ve ticarileştirmelerin
belediye hizmetleri üzerindeki etkileri    
Dexter Whitfield*

Özet
Bu makale son yıllarda İngiltere’de kamu hizmetleri alanında gerçekleşmiş olan temel değişimler üzerinde durmakta ve belediye tarafından verilen hizmetler üzerinde özellikle durmaktadır. Özelleştirme ve ticarileştirmenin uygulanmış çeşitli biçimleri tarif edilmektedir. İkinci bölümde ise bunların kullanıcılar ve işçiler üzerindeki, çoğu kez çok yıkıcı olmuş olan etkileri detayları ile aktarılmaktadır. Makale buna verilen tepkiler ve alternatifler üzerine bir tartışma ile son bulmaktadır.

Modernizasyonun ekonomi politiği
İngiltere’de yerel yönetimlerdeki özelleştirme ve ticarileştirme hükümet modelinin buna elverişli yapısı ve siyasi desteği, OECD performans yönetimi sistemi ve daha yakın tarihli olarak da İşçi Partisi’nin Üçüncü Yolu tarafından desteklenmiştir. İngiltere’nin Dünya Ticaret Örgütü’nün Hizmet Ticareti Genel Anlaşmasının uygulanması için şartları küresel anlaşmaların da çok önünde giderek yaratıyor olması da önemlidir. 

Kamu-Özel Ortaklıklar, Stratejik Hizmet Sunumu Ortaklıkları, kamu hizmetlerinin özel idaresi ve rekabete dayalı performans yönetim sistemleri küresel bir piyasanın temellerinin oluşturulmasında önemli rol oynamıştır.

1979-97 dönemindeki, ulaşım, enerji, kamu kurumları ve iletişim sektörlerinde ve diğer birçok ulusal endüstri ve devlete ait işletmelerde özelleştirmenin gerçekleştirildiği Muhafazakar Parti hükümeti stratejisi ile 1997’den beri yeni İşçi Partisinin izlediği politikalar arasında yüksek düzeyde bir devamlılık söz konusudur. Yeni İşçi Partisi özelleştirmeyi refah devletine, özellikle de yerel yönetim hizmetlerine ve adalet sistemine de yaygınlaştırmıştır (bakınız Tablo 1).

Tablo 1:
İngiltere’de altyapının özelleştirilmesi 1980-2002
1980’e kadar tamamlanan özelleştirmeler
1997’den sonraki özelleştirmeler
Ulaşım
Enerji vb. kamu kurumları
İletişim
Refah devleti
Savunma
Adalet
Demiryolları
Elektrik
İngiliz Telekom
Hastaneler
İletişim-teknoloji (IT) sistemleri
Cezaevleri
Havayolları
Petrol ve benzin
Kablolu ve kablosuz
Okullar
Kışlalar
Mahkemeler
Havaalanları
Su ve atık su
TV vericileri
Konsey barınakları
Ulaşım
Polis istasyonları
Otobüs hizmetleri
Katı atık yönetimi

Çevre hizmetleri
Ekipman
IT
Hızlı transit ulaşım
Kömür madenciliği

Eğlence merkezleri

Filo yönetimi
Karayolları


Regenerasyon

İnfaz kurumları
Yeni İşçi Partisi’nin modernizasyon gündeminde aşağıdakiler yer aldı:
  • Denetleme rejimleri de olan bir performans-rekabet devletine geçiş
  • Kamu hizmetlerinde pazarlama, özelleştirme ve özel yönetimi
  • Yerel yönetimi hizmetlerinin dışsallaştırılması ve özel sektöre ve sosyal işletme sektörüne aktarılması
  • Devletin artan oranda merkezileşmesi ve ticarileşmesi
  • Kamu-özel ortaklığı aracılığı ile kamu altyapısının özel fonlar ile yönetilmesi
  • Kuralsızlaştırma
  • Esnek bir emek piyasası
  • Demokratik yenilenme
  • Katılım
Modernizasyon gündemi hizmetlerin sunumuna ve merkezi ve yerel yönetimin işlevlerine odaklanmaktaydı. Bunlardan ikincisi eğitim, sosyal hizmetler, barınma, çevre hizmetleri, spor ve dinlenme, otoyollar ve trafik idaresi, atık yönetimi, parklar, rejenerasyon ve planlamadan sorumludur. İşçi Partisi Bölgesel Geliştirme Kurumları oluşturdu ve bunlar nihayetinde yeni bir bölgesel yönetime yol açtı; ama bugüne değin modernizasyon tartışmaları hizmetin sunumundan ziyade yetki ve sorumluluklar üzerine odaklandı.

Devletin elverişli modeli: Gerçek yerel konseyler
İşçi partisi devletin bu yönelim için elverişli modelini tümüyle benimsedi. Bu devlet hizmetlerin sadece satın alıcısıdır; yönetim ve sunum tümüyle özel sektör tarafından yürütülür. Bu model hükümet tarafından hizmeti kimin sunduğu veya işlevleri kimin üstlendiği konusu karşısında nötr olmak olarak gösterilmek isteniyor ancak aslında bu model hizmeti kimin sunacağı konusunda rekabete, kaynakları bölüştürmek konusunda piyasa güçlerine ve performansı değerlendirmede de sosyal kriterlerden ziyade özel sektör kriterlerine dayanır. Bu da satın alan-sunan ya da müşteri-ihaleci ayrımını doğurur ki bu da taşeronlaştırmaya ve taşeronlaştırılamayacak olan hizmetlerde değişime ve bir iç ticaret piyasası yaratılmasına yol açar. Bunun devletin ekonomi politikaları uygulayabilme, ekonomiye müdahale ederek piyasa güçlerini düzeltme, dağıtımı ve  sosyal adaleti yeniden organize etme ve refah devletini geliştirme kapasitesi üzerinde çok önemli bir etkisi olur. En temelde bir hükümetin neler yaptığını, nasıl yaptığını ve bir politikayı yaşama geçirebilip geçiremeyeceğini belirler.

Sorumlulukların birbirinden ayrılması bir dizi sorunu doğurur. Politika oluşturma, uygulama ve değerlendirme birbirinden ayrı ya da bağımsız süreçler değildir. Bunlardan ilki hizmetin sunumunda elde edilen deneyim ve değişen ihtiyaçların belirlenmesi sonucu sürekli geliştirilmeli ve uyarlanmalıdır. Politika oluşturma ile uygulama arasında sürekli bir işbirliği ve etkileşimin olduğu öğrenen örgütlere ihtiyaç vardır.

Bölünme birbiri ile rekabet eden ve bazı durumlarda ise aralarında çatışma ve erk mücadeleleri olan ilişki anlamına gelir. Değişen ihtiyaçlarla ilgili bilgi, hizmet ile ilgili kullanıcıların görüşleri, sözleşme performansı ve hizmet gelişimi çoğu kez “mülkiyet” anlaşmazlıklarını doğurur. Sunucuların kazanılmış hakları olarak anılan şey (çalışanlar ve sendikalar) iş çevreleri elitlerinin ve çokuluslu şirketlerin kazanılmış çıkarları ile yer değiştirir.

Belediye meclisleri hızla değişiyor. Bunlara gitgide daha az ihtiyaç duyulacak ve rolleri, yetkileri azalacak ve gitgide daha seyrek toplanacaklar. Yerel ihtiyaçları karşılamak için değişiklik yapma güçleri azalacak çünkü hizmetler uzun süreli anlaşmalara bağlı olarak veriliyor olacak. Ortaklık Kurulları adı verilen yapılarda sadece bir avuç seçkin elit yer alabiliyor; ticari sırlar gerekçesi ve “ortaklık etiği” ile bunlara giriş neredeyse olanaksızlaştırılıyor. 
Yerel yönetimlerde dönüşümün boyutu
İngiltere’de kamu hizmetlerindeki özellikle de yerel yönetimlerdeki dönüşümün çapı, boyutu ve etkinliği öngörülmemiş ölçülerde gerçekleşmiştir. Bu en iyi devletin yönetiminde, organizasyonunda, finansmanında ve rolündeki değişimi tartışarak anlaşılabilir (Şekil 1). Örneğin hizmetlerin ticarileşmesi – hizmetlerin satılabilir ve pazarlanabilir kalemler halinde biçimlendirilmesi ve parçalanması süreci – özelleştirme öncesi sürecin önemli bir parçası olmuştur. Özelleştirme devletin sorumluluklarının kapsamını azaltmış ya da değiştirmiştir.

Belediye hizmetlerinin finansmanı da radikal bir şekilde değişmiştir. Bu değişim, yeni mali denetim biçimleri, altyapı yatırımları için özel finansman, oturdukları evi satın alan belediye kiracıları için özel indirimler ve hükümet ödenekleri ve projeleri için yeni rekabetler ile gerçekleşmiştir. Hükümetin özelleştirilmesi, işlevlerin özel ve gönüllü sektörlere devri ve belediye hizmetlerinin ticarileşmesi neredeyse sürekli bir organizasyon değişikliğini gerektirmektedir.

Hem Muhafazakar hem de Yeni İşçi hükümetleri OECD’nin performans yönetimi rejimini uygulamışlardır. Bu rejim çıktılara, muhasebe sonuçlarına, verimliliğe, rekabete, alternatif sunumculara ve ademi merkeziyetçi yönetime odaklanmaktadır (OECD 1995). Bunun sonucu ise kaçınılmaz olarak kamu hizmetlerinin daha fazla piyasalaştırılması ve rekabetçi piyasa güçlerinin merkezi rol oynaması olmaktadır.

Devletteki bu temel rol, organizasyon, finansman ve yönetim değişiklikleri birçok belediye hizmetinin kötü niteliğini ve bazı yerel yönetimlerin “başarısızlığını” sürekli eleştiren ideolojik bir tartışma aracılığı ile savunulmuştur. Kasıtlı istikrarsızlaştırma ve kriz yaratma ve krizi abartma politikası daha fazla özelleştirme ve piyasalaştırmayı meşrulaştırmak için kullanıldı. Merkezi hükümetin bazı yerel yönetimlere hizmetleri özelleştirme ve özel sektör yönetimini geliştirme yönünde müdahalesi de yaşandı.

DEVLETİN FİNANSMANI

Kamu finansmanının yeniden yapılandırılması
Ortaklıklar ve özel finansman
 
 



Şekil 1: Modernizasyonun ekonomi politiği

Özelleştirme ve piyasalaştırma
Belediye hizmetlerinin özelleştirilmesi, 1980 yılındaki, yerel yönetimlerin inşaat ve yol onarımı ve bakımı gibi hizmetleri ihaleye açmalarını ve varlıklarının satışını artırmalarını şart koşan bir yasa ile başladı. Ancak özelleştirme farklı tür varlıkların satışı ile ve piyasalaştırmanın gelişmesi ile gitgide yaygınlaştı. Siyasal bir ekonomik yaklaşım ile özelleştirmenin 8 değişik biçimi saptanabilir:
  • kamu varlıklarının özele satışı: belediye şirketlerinin, arsaların ve varlıkların satışı
  • kamu hizmetlerinin özel sektör tarafından üretimi:  hizmetlerde ihale ile iş verme/taşerona iş verme veya franchising
  • kamu hizmetlerinin özel finansmanı: Hizmetleri tasarlayan, oluşturan, finansmanını sağlayan ve işleten kamu-özel ortaklıkları, artan kullanım bedeller ve kaynakların borç ile yer değiştirmesi
  • hizmetlerin üçüncü sektöre veya sosyal ekonomiye devri: hizmetlerin yerel yönetimler tarafından finanse edilmesi devam ediyor ancak hizmet sunumunun sorumluluğu (çalışanlar, yönetim ve malvarlıklarının işletmesi de dahil olmak üzere) yeni veya mevcut trust’lara veya kar amacı olmayan organizasyonlara devrediliyor
  • aile/ev sorumluluklarının artması: ailenin (yani kadınların) yaşlıların ve çocukların bakımını üstleneceğini varsayarak hizmetlerin kapsamının daraltılması
  • kuralsızlaştırma/liberalizasyon ve kural koyma: işletme kurallarının kaldırılması veya sulandırılması ve sendika faaliyetini kısıtlayacak yeni kuralların getirilmesi
  • özel piyasaların yaygınlaşması: kamu hizmetlerinin geri çekilmesi veya azaltılması ve özel sektörün önünün açılması; daha önce kamusal sunumcuların hakim olduğu alanlarda özel sektörü oluşturan ve istikrarlılaştıran bir tür komisyoncu rolünün kabul edilmesi
  • kamu sektörünün ticarileştirilmesi: özel sektör değerlerinin ve kriterlerinin ve departmanları birbiri ile ticarete zorlayan bir iç piyasanın kabul edilmesi ile yerel yönetimin özel bir şirket modelinde işletilmesi.

Yeni İşçi Partisi özelleştirmeyi sadece varlıkların satışı şeklinde yeniden tanımlama girişiminde bulundu. Kamu-Özel ortaklıkları (PPP), SSP’leri  ve taşeronlaştırmayı “ortaklık” olarak adlandırma çabaları oldu. Ancak tüm bu projeler kaynakların (çalışan, ekipman ve entelektüel sermaye) devrini, kamu işlerine özel yatırımı ve geniş ölçekteki birçok hizmetin özel yönetimini barındırıyor. Bu özelleştirmedir. Çalışanlar genel olarak varlıklar arasında nitelendirilmezler ancak Avrupa Kazanılmış Haklar Direktifince “korunan”  dolayısıyla bir işverenden diğerine zarara uğramadan devredilebilecek mallar olarak görülürler.

Bu bölümün bundan sonraki bölümünde kamu hizmetleri, çalışanları ve sendikaları üzerinde en fazla etkisi görülmüş olan dört tipik uygulamaya odaklanılacaktır. Bunlar kamu hizmetlerinin özel sektör tarafından sunumu, kamu hizmetlerinin özel finansmanı, hizmetlerin üçüncü sektöre veya sosyal ekonomiye devri ve özel piyasaların yaygınlaşmasıdır.

Kamu hizmetlerinin özel sektör tarafından sunumu
Yerel yönetimler, 1980’den bu yana tüm hizmetleri ihaleye açmak veya piyasa denemesini yapmakla yükümlü kılınmıştır. Gerçi bu tarihten önce de inşaat işleri için ihale usulü yaygındı. İnşaat onarımı ve otoyol bakımı işinin ihaleye açılan oranı 1980’den itibaren sistematik olarak artırıldı. Diğer kol gücü hizmetleri de, örneğin atık toplama, sokakların temizliği, yemek, temizlik, sahaların bakımı da 1989’dan itibaren ihaleye açıldı. Bu uygulama daha sonra spor ve sosyal tesislerin işletilmesi, parklar, evden okula servisler, güvenlik, itfaiye ve polis araçlarının bakımı alanlarına da yaygınlaştırıldı. Yasal, mali, personel, barınma idareleri, inşaat ve mülk hizmetleri gibi beyaz yakalı hizmetler 1996’dan itibaren ihaleye verilir oldu. Yerel yönetimlerde rekabete dayalı ihale yöntemi uygulanan hizmetlerin değeri 1991’de 1.6 milyardan 1997’de 3.5 milyara yükseldi.

Rekabete dayalı ihale kaçınılmaz olarak daha fazla özelleştirmeyi doğurdu. Özel şirketler 100’ün üzerinde Doğrudan Hizmet Organizasyonunu (Doğrudan Hizmet Organizasyonları yerel yönetimler tarafından anlaşmaya bağlı hizmetleri işletmeleri için kurulmuş yapılardır) ve yerel yönetimlerin teknik departmanlarını (mimarlık ve mühendislik) ele geçirerek piyasa paylarını artırdılar, kamu sektörü işleri hakkında bilgi birikimi elde ettiler ve ulusal çapta büro depo ağlarını oluşturdular.

Yeni İşçi hükümetinin modernizasyon politikası rekabeti barındırıyor. Yeni hükümet Zorunlu Rekabetçi İhale sistemini kaldırmak konusunda verdiği sözü tuttu ama bir yandan yerine getirdiği En İyi Değer rejimi ile rekabeti yine merkeze yerleştirdi. En İyi Değer yerel yönetimlerin her beş yıllık döngüde tüm hizmetleri gözden geçirmesini şart koşuyor. Gözden geçirmeler ile hizmet sunumunun gözden geçirilmesi, performansın diğer kamu ve özel sunumcular ile kıyaslanması, kullanıcılara danışılması ve rekabet edebilirliğinin değerlendirilmesi gerekiyor. Bir ulusal performans göstergesi sistemi, Muhasebe Komisyonu müfettişliği ve senelik yerel performans planları Bölge Muhasebesince izleniyor ve bunlar En İyi Değer üstyapısını oluşturuyor. Ancak yerel yönetim sözleşmelerinin (değer cinsinden) % 70’i kendi bünyesindeki hizmetlerce gerçekleştiriliyor.

Ancak yerel yöneticilerin “piyasa araştırması” yapma ve bir olasılıklar değerlendirmesi gerçekleştirme, bu değerlendirmede ise hükümetin şart koştuğu ve aralarında özelleştirmenin çeşitli biçimleri olan ve yalnızca ikisi kendi bünyesinde hizmet sunumunun devamını düzenleyen 7 seçeneği de değerlendirme zorunluluğu ile birleşince, “hizmetlerin rekabet edebilirliğinin değerlendirilmesi” rekabet ve taşeronlaştırma olarak yaşam buldu. Yine de hala hükümet hizmetlerin yeniden yapılandırılması ve biçimlendirilmesi gerekeceğini varsayıyor. En İyi Değer ilk olarak sürekli iyileştirme kavramı üzerine geliştirildi (DETR 1999) ancak bu daha sonra sistematik olarak “adım adım değişiklik” talebi ile yer değiştirdi.

Hükümet okullarda, sosyal hizmetlerde, vb. farklı müfettişlerin sonuçlarını bir ortak değerlendirmede birleştirecek ve yönetimleri yüksek performanslı, çaba içinde, maliyetli veya kötü performanslı olarak tasnif edecek yeni kapsamlı bir performans değerlendirmesi yolunda planlar yapıyor. Yine hükümet yerel yönetimler için yeni bir borçlanma sistemi getiriyor ve bu sistem ile konseylere yatırım, ticaret ve hizmetler için bedel alma ve yerel harcama öncelikleri oluşturma için daha fazla borçlanma özgürlüğü getiriyor. Ancak sadece yüksek performanslı ve çaba içinde kategorilerinde görülen yönetimlerin bu özgürlükten yararlanmalarına olanak tanınacak. Bunlar gözden geçirilmiş bir En İyi Değer rejimine sahip olacaklar. “Maliyetli” ve “düşük performanslı” yönetimler daha fazla merkezi denetime tabi olacaklar ve hizmet gözden geçirme programlarını Muhasebe Komisyonu ile müzakere etmeleri gerekecek (DLTR 2001).

En İyi Değer rejimi, hizmeti kimin sunduğu konusunda nötr olmasını, hizmet sunumunda çeşitliliği ilerletmek için açık rekabetin daha fazla kullanılmasını ve yerel yönetimlerin piyasaları oluşturma ve geliştirme doğrultusunda daha yoğun çaba göstermelerini garanti altına alacak şekilde de yine gözden geçirilecek.

En İyi Değer rejimi şu anda rekabeti, ihaleyi ve piyasanın yaratılmasını egemen kılmak için kullanılıyor. 1990’ların başlarından bu yana yerel yönetimlerin taşeron piyasalarında önemli değişimler yaşandı. Her şeyden önce hizmetler, tek tek hizmetler yerine çok-hizmetli paketler halinde gruplandırıldı ve zor, karlı olmayan ve/veya temel hizmetlerin de dahil edilmesi artık ihaleye girenler üzerinde geriletici bir etki yapmıyor, aslında tam tersi bir eğilim söz konusu. Kamu-Özel ortaklığı projeleri özel sektöre belediye hizmetlerinin tasarımına, oluşturulmasına, finansmanına ve işletilmesi alanlarında çeşitlenme olanağı sağladı. Yine hükümet yetkilerini kullanarak yerel yönetimleri eğitim hizmetlerini taşeronlaştırma ve özelleştirmeye yöneltti ve böylelikle “yeni bir eğitim ekonomisi yaratıldı”.

Yine bir yenilik olarak kapsamlı girdi nitelemelerinin yerine kısa sonuca dayalı ihtiyaçlar tanımları geçti. Üçüncü nokta olarak bu şirketler temelde ulusötesi çok-hizmetli şirketler (örneğin inşaat, mühendislik ve ICT firmaları tüketim maddeleri yönetimine, diğer şirketler ise eğitim ve sağlık gibi kamu hizmetlerine yöneldiler) ancak küçük yerel ve bölgesel şirketler ise devre dışı kalıyor. Dördüncü bir nokta ise şu ki son iki onyılın düşmanca ortamı yerini yerel yönetim ile özel sektör arasında bir “ortak çalışma”ya bırakmış durumda. Son olarak da özel sektör fonlu ticaret ve lobi grupları 1990’larda olmayan ölçüde yerel yönetimler ağlarında etkinler ve dolayısıyla çıkarlarını daha doğrudan ve etkin bir biçimde hükümet aracılığı ile gerçekleştiriyorlar.

Yerel yönetimler gitgide mali, yasal, proje yönetimine ilişkin ve diğer konularda işletmelerin danışmanlarına bağımlı hale geliyorlar. Kamu-Özel ortaklıkları ve PPS’ler yeni ve kazançlı bir danışmanlık kaynağı yarattı.

Stratejik-hizmet-sunum ortaklıkları
Yeni İşçi Partisi hükümeti tarafından getirilen diğer bir önemli yenilik ise Stratejik hizmet sunum ortaklıkları (SSP’ler). Bunlar yerel yönetim ile özel şirket arasında uzun süreli (genellikle on yıl ve bir beş yıl uzatma seçenekli) çok-hizmetli ve birkaç milyon Pound’luk anlaşmalar. 500 ile 1500 arasında belediye çalışanı özel şirkete devrediliyor (şimdiye kadar yalnızca iki örnekte özel şirket tarafından oluşturulan ve yerel yönetimin azınlık hisseye sahip olduğu bir anonim şirkete geçiş oldu). SSP’lerin, “gerideki büro destek hizmetlerinin” (bunlar arasında bilgi ve iletişim teknolojisi, müşteri hizmetleri ve telefonla arama merkezleri, mali ve hukuki hizmetler, insan kaynakları ve gayri menkul hizmetleri yer alıyor) yeniden yapılandırılması ve özelleştirilmesi yoluyla “vitrindeki hizmetler için kaynakları özgürleştirdiği” savunuluyor.

SSP’ler son iki yıl içerisinde devreye girdi ve on büyük belediyede yaşandı, on diğer belediyede de ihale aşamasında. Sözleşmelerin değeri şimdiden 3 milyar Pound’u geçiyor. Hükümet konuyla ilgili, özel şirket danışmanlarının ağırlıklı olduğu bir ulusal çalışma grubu oluşturdu ve bu grubun görevi “yol açıcı” projeleri desteklemek ve “en iyi pratiklerin” geliştirilmesini sağlamak – bu uygulama aynen PPP uygulamaları (Kamu-özel ortaklıkları) için de yapılmıştı. Milton Keynes Konseyi ve Northamptonshire Country Konseyi geçtiğimiz günlerde ilk ortak yerel yönetim SSP’si için ihale davetini gerçekleştirdi ve ihalede bir dizi vitrin hizmeti de yer alıyor.

Teorik olarak stratejik ortaklık, konsey ile sözleşmelinin “birlikte yakın çalışmalarını” ve gelecek iş stratejileri için “planlama” yapmalarını barındırıyor. Pratikte ise bunlar yalnızca büyük ölçekli taşeronlaştırma anlaşmaları. Middlesborough, Lincolnshire, Blackburn, Cumbria ve West Berkshire anlaşmalar imzaladı; bir dizi diğer yerel yönetim de ihale aşamasında. BT, Hyder Business Services (Nomura Investments) Capita Group PLC ve Amey Group PLC grupları bu çok yeni piyasada hakim olmuş görünüyor.

SSP’ler En İyi Değer uygulamasının gözden geçirme süreçlerini kullanarak mevcut hizmet performansı, mali ve kaynaklar temelli bir bazı oluşturuyorlar, bu gözden geçirmeler bir iç öneri yapma süreci olarak işlev gördüğünden buralarda bir karşılaştırma olarak kullanılıyorlar; aslında resmi olarak kurumların kendi içinde ihale gibi bir uygulamaya hemen hiç gidilmiyor.

Bir diğer önemli faktör de bölgesel şirket merkezlerinin kurulması. Bu merkezlerin özel şirketin komşu belediyelerde benzer sözleşmeleri kazanması yoluyla yeni iş imkanı yaratacağı savunuluyor. Ancak bu “yeni” işler ancak sözleşmedeki iş kayıplarını karşılayan işler olabiliyor. Örneğin Hyder Business Services (Numura, Japonya) Middleborough’deki SSP’yi almış. Dördüncü yılın sonunda iş sayısının 1046’dan 605’e düşmesi, dolayısıyla % 40 azalması bekleniyor; ancak 408 “yeni” iş yaratılacak. Yine şirketlerin yerel hedeflere ulaşabilmek için bölgesel şirket merkezleri arasında sözleşmeleri transfer ettiğine dair de işaretler var.

SSP’ler özel finansmanlı inisiyatif projelerinden (PFI) oldukça farklı. PFI Muhafazakar hükümet tarafından 1992 Kasım’ında başlatılmıştı ve kamu borçlanmasını etkilemeden altyapıya yatırımı artırma yönündeki bir siyasi ihtiyacı karşılamak için özel fon bulmanın bir aracı olacak bir finansal mekanizma olarak ve inşaat şirketleri için büyük ölçekli sözleşmeleri garanti altına almanın ve mali sermayeye yeni yatırım olanakları yaratmanın bir aracı olarak gündeme getirilmişti. PFI projeleri benzer şekilde hizmet sunum anlaşması ile birlikte özel fonlu inşaat ve ekipman yapımını da finanse etmiştir. Ancak SSP’ler görece daha düşük bir özel sermaye yatırımı ile geniş bir hizmetler demetini barındırmaktadır ve dolayısıyla temel kamu hizmetlerini sunmanın PFI’ya göre daha kolay ve daha doğrudan bir biçimidir. Sözleşmeler daha büyük miktarlardadır: PFI sözleşmeleri 25 yıl içinde bu miktarlara ulaşmışken SSP anlaşmaları 10 yıl içinde 200 ile 350 milyon Pound’a ulaşmıştır. Yerel yönetim sözleşmeyi finanse etmekte sözleşmeyi yapan özel şirket yeni ekipmanı ve bölgesel şirket merkezini finanse etmekle yükümlü olmaktadır; bu ise toplam maliyetin % 5 ile 10’u arasındadır. Sözleşmeler PFI’lara göre daha esnektir ve sözleşme yapan şirketi sözleşmenin devamı süresince yeni bazı hizmetleri de toplayabilmesine olanak tanıyan güçlü bir konuma yerleştirmektedir. PFI’ları yönetenler inşaat şirketleri olurken SSP’lerde egemen olanlar yönetim hizmetleri ve bilgi-iletişim teknolojisi şirketleri olmuştur. Dahası işin önemli bir kısmı şirket merkezine devredilecek ve benzer kamu veya özel sektör anlaşmaları işleri ile birleştirilecektir. PFI sözleşmeleri şimdiye kadar binalar ve ekipman üzerine olmuştur ama bu da yakın zamanda değişebilir.

Dolayısıyla İşçi Partisi Thatcher yıllarında bile görmediğimiz bir boyutta kamu hizmetlerini özelleştirmekte ve piyasalaştırmaktadır.

Kamu Hizmetlerinin Özel Finansmanı

Kamu-Özel Ortaklıkları
Yol, köprü, hızlı transit yollar, limanlar, su ve atık su projeleri gibi altyapıları finanse etmek için hem gelişmekte olan hem de endüstrileşmiş dünyada yaygın olarak kullanılan Kamu-Özel Ortaklıklarını (PPP’ler) İngiltere okullara, hastanelere, mahkemelere, sokak aydınlatmasına ve yerel altyapının diğer bölümlerine de yaygınlaştırmıştır. İngiltere refah devletinde PPP’lerin kullanımında dünya lideridir.

1990 yılında temel ulaşım ve konut hizmetleri altyapısının ağırlıklı olarak özel sektöre geçmiş olduğu veya özelleştirilmesinin planlandığı koşullarda şirketler özel finansmanlı yollar fikrine karşı kayıtsızdılar ve daha ziyade daha fazla kazanç elde edebilecekleri ve artı olarak da mülklerini de edinecekleri hastane, hapishane ve şehir geliştirme gibi sektörlere yöneldiler.

PPP’lerin değişik türleri vardır ancak İngiltere’de en yaygın olanı özel sektörün Tasarım, İnşa, Finansman ve genellikle 25-25 yıllığına İşletmesini yaptığı (DBFO) modelidir (ekipman için 7-15 yıl). Özel sektör inşaatı finanse eder ve kamu sektörü tarafından kendisine, bir hizmet yönetim anlaşması çerçevesinde binaların kullanımı için ve sunulan hizmetler için geri ödeme yapılır. Ödemeler sermaye değil gelir olarak kategorize edilir, böylelikle kamu borçlanmasına uygun olur.

Yeni İşçi Partisi hükümeti 1997’de işbaşına gelir gelmez PFI  sürecini modernize etti. Yine hemen yerel yönetimlerin PFI anlaşmalarına girme ve sözleşme süresi boyunca, kamu harcamalarından bağımsız olarak mali ödemeleri garantileme yetkilerine açıklık kazandırmak için yasaları gözden geçirdi. Diğer bir deyişle PFI anlaşmasına dayanan ödemeler “katolik nikahı” gibidir, bozulamaz. PFI uygulamaları merkezi hükümet departmanları veya ulusal sağlık hizmeti gibi alanların gerisinde kalmış olan yerel yönetimlerde yaygın olarak uygulandı.

PFI örneği bir düzeyde temel ve temel olmayan hizmetler ayrımı yapılarak meşrulaştırılmıştı (örneğin eğitim ile eğitim destek hizmetleri). Ancak aslında PFI sadece binaların yapımı ve hizmetlerin yönetimi ile sınırlı değil; gitgide artan sayıda şirket artan miktarlarda eğitim hizmeti veriyor ve bu da temel ve temel olmayan hizmetler ayrımının yanlış olduğunu gösteriyor.

2002 yılı başlarına gelindiğinde sağlıkta, ulaşımda, barınmada, infaz sisteminde ve savunmada yürürlükte olan veya planlanan ya da ihale aşamasında olan PFI projelerinin toplam maliyeti  150 milyar Pound’un üzerindeydi.

PFI projeleri ile ilgili olarak, bunların yüksek finansman ve idare maliyetleri, kamu desteği ihtiyacı, bunları karşılayabilmek için diğer hizmetlerde yapılan kısıntılar ve savunulan risk transferinin inşaat bittikten sonra artık düşük olduğu gibi bir dizi temel eleştiri yöneltiliyor. Prosedürde yapılması gereken kamu fonlu seçenek ile kıyaslamada gecikmelerin ve maliyeti aşan durumların kamu seçeneğinden kaynaklandığı, yüksek verimlilik kazançlarının ise PFI seçeneğinden kaynaklandığı varsayılıyor. PFI projeleri ile oluşan bir şey de iki kademeli işgücü oluyor, çünkü özel şirketler daha kötü çalışma şartlarında yeni çalışanları işe alıyorlar. Yine bu projeler demokratik denetime de zarar veriyor çünkü ihale süreçlerinde “ticari sır” kisvesi ile çalışanların ve sendikaların katılımını sınırlandırıyor ve uzun süreli anlaşmaları denetim süreçlerinin dışında bırakıyorlar.

Hizmetlerin üçüncü sektöre veya sosyal ekonomiye devri
Belediye evlerinin Satın Alma Hakkı yasasına dayanarak özel girişimcilere satılması Thatcher hükümetinin temel stratejilerinden biriydi. 1979 sonrasında 2.5 milyondan fazla ev satıldı ve program gerilemeye başlayınca hükümet yerel yönetimleri mülklerini ve daha sonra da tüm mal varlıklarını satmaya teşvik etti. Belediye evlerinin geniş çaplı satımı 1980’lerin sonlarında başlamıştı ve 1997’ye gelindiğinde yılda 30.000 belediye evi emlakçılara devrediliyordu. Emlakçı sektörü 1974’te bir önceki İşçi Partisi hükümeti kamu fonlarını belediye evlerinden emlakçı sektörüne kaydırma yönünde ideolojik bir adım attığından beri hızla büyümüştü. 1997’de İşçi Partisi yeniden hükümete geldiğinde belediye evleri devir programı büyüyerek yılda 200.000 hedefini bulmuştu. Yerel yönetimlerde ihaleler öncesi oylama yapılması zorunlu ancak şimdiye kadar çok az sayıda reddetme kararı çıktı; en son olarak da Birmingham’da.

50’nin üzerinde belediye boş zaman hizmetlerini de (yüzme havuzları, spor merkezleri) mülk vergisi ve KDV tasarruflarını gözeterek kar amacı gütmeyen kurumlara devretti. Bu kurumlara devir demokratik denetimi zayıflatıyor ve yerel yönetimin denetiminden çıkması ile birlikte çalışanların şartlarını geriletiyor. Bazı kurumlarda kullanıcılar ve sendikalar da temsil ediliyor olsalar bile çoğu o yörenin işverenlerinin ve elitlerinin egemenliğinde. Örneğin bazı şehirler sanat merkezlerini ve müzeleri böyle kurumlara devretmiş durumdalar. Örneğin Sheffield Şehir Konseyi beş kurumdan oluşan bir ağa spor etkinliklerini, parkları, tiyatroları, müzeleri ve sanat galerilerini devretti ve bazı yan kurumlar ve ticari şirketlere de yaşlı bakım evleri gibi diğer hizmetleri verdi.

Piyasaların yaygınlaşması
Yerel yönetimlerin sosyal bakım hizmetleri için komisyon düzenlemeleri yapmaları şart koşuldu. Bu bir grup memurun, yerel bir bakım piyasası oluşturmak için, bireysel ve toplu bakım hizmetlerini, yerel yönetimin elinden, özel veya gönüllü-kar amaçsız sektöre geçirmek üzere çalışması anlamına geliyor. 1990’ların başlarında yerel yönetimler bu evde bakım hizmetlerinin % 90’ından fazlasını vermekteydiler; ancak 2000 yılına gelindiğinde bu oran, doğrudan “komisyon” düzenlemesinin sonucu olarak, % 50’nin altına düşmüştü. Özel sektörde ve gönüllü sektörde ücretler ve çalışma koşulları yerel yönetimlere nazaran son derece düşük. Bazı durumlarda özel ve gönüllü sektörün şehirler ve büyük ilçelerde hizmet sunmayı seçerken, daha uzak, kırsal yerleşim yerlerinde aynı hizmetin daha maliyetli olan sunumunu yerel yönetimlere bırakarak, işin sadece kaymaklı kısmına aday olduğu görüldü. Dahası tek tek bakım hizmetlerinin özel ve gönüllü sektöre devri sonucu, Avrupa Kazanılmış Haklar Direktifi uyarınca istihdamın da devri de uygulanmamış oluyor. Dolayısıyla bu alanda özel ve gönüllü sektör piyasa koşullarında çok daha düşük ücretler ve koşullarda çalışan istihdam edebiliyor.

Yerel yönetimlerin temizlik, yemek, maaş ödeme, bilgi ve iletişim teknolojisi, müfredat desteği ve benzerleri gibi okullara yönelik hizmetlerde de komisyoncu olarak davranması bekleniyor. Niyet okul hizmetleri için bir piyasayı canlandırmak. Okullar bir ücret ödüyor ve komisyoncu da okullar için “hizmet sunumcuları” arıyor.

Toplu bir Saldırı ve Bir Miktar Muhalefet
Birçok şehirde bu politikalarının tümünün bir bileşeni uygulanıyor. Örneğin İngiltere’deki en büyük yerel yönetim olan Birmingham Şehir Konseyinde politik gündemde yeni okullar için PPP projeleri, bazı yaşlılar için bakım evlerinin kapatılması ve kalanların da bir kuruma devri, şehrin tüm belediye evlerinin üçüncü sektöre devri, dinlenme hizmetlerinin benzer şekilde transferinin yanı sıra 25 yıllık ve 2 milyar Pound’luk otoyolların bakımı ve yönetimi, trafik yönetimi ve yolların temizliğini kapsayan bir PPP projesi var. 

Stratejik ortaklık projeleri ile PPP projelerinin birleştirileceği ve ilki projenin kapsamını belirlerken PPP’nin yatırım fonunu sağlayacak mali mekanizma olarak kullanılacağına dair belirtiler var. Bunlar gelecekte şimdikinden de daha geniş bir hizmetler dizisini kapsayabilirler ve bunlara en temel hizmetler de dahil olabilir. Nihai olarak büyük şehirlerde yalnızca, bölgesel düzeyde yürürlükte olan birkaç çok-hizmetli SSP/PPP projesi kalabilir. Bunlar etkileri itibarı ile şirketlerin yönettiği şehirler ve kasabalar anlamına gelecektir.

Özelleştirme ve piyasalaştırma etkin olmaya devam ediyor, ancak bir parça muhalefet de gelişiyor. Kent ve Salford’da Stratejik hizmet sunum ortaklığı önerileri donduruldu; sendikaların yoğun kampanyaları sonrasında yerel konseyler kendi bünyelerindeki kamu fonlu çözümler lehine ve özel sektör modellerini reddeden kararlar aldılar. İngiltere’de şimdiye kadar yapılmış en büyük mülk transferine ilişkin oylamada Birmingham’da çevre sakinlerinin 80.000 evin devrine karşı oy kullanmaları büyük yankı yaptı. Bir dizi diğer şehirde ve kasabada da oylamalar belediye evlerinin devri aleyhine sonuçlandı, ancak bu örnekler halen azınlıkta. Bir dizi yerel yönetimde yaşlı bakım evlerinin kapatılması ve/veya devri veya satışı durduruldu. Yine bazı yerel yönetimlerde dinlenme tesislerinin kurumlara devri durduruldu. Bazı PPP projeleri durduruldu ve kamu yatırımı ile yapıldı.

Özelleştirmenin etkileri
Neredeyse iki onyıllık özelleştirme ve piyasalaştırma uygulamaları sonrasında 1997’de yeni İşçi Partisi hükümete geldiğinde belediyeler şu durumlarla karşı karşıyaydılar:
  • Yoksulluk ve sosyal dışlanmanın yaygınlaşması – 1977-97 döneminde eşitsizlik üç kat artmış ve İngiltere’de Avrupa’daki en yüksek eşitsizlik düzeylerinden biri yaşanıyordu.
  • Kamu altyapılarında gerileme olmuştu – Altyapı açığı sadece ulusal barınma sisteminde ve belediye eslerindeki bakım eksiği kaleminde 12. 6 milyar Pound’un  üzerine çıkmıştı
  • Yerel yönetimlerin mal varlıkları gerilemişti – Mal varlıklarındaki gerilemenin sonucu olarak Gayri Safi Mali Hasıla içerisinde kamu sektörünün zenginliği 1989/90’da % 61.0’dan 1997/98’de yalnızca % 5.0’a gerilemişti.
  • Eşitlik ve sosyal adalet marjinalleşmişti – rekabet düzenlemeleri eşitlik politikaları ve uygulamalarının çok basit bir analizi dışında etkisini yasaklamaktaydı.
  • Yerel yönetimlerin kapasitesi gerilemişti – özel yönetim danışmanlarına ve danışmanlara bağımlılık artmıştı.
  • Hizmet kullanıcılarına ..... danışma – “katılım” şikayetlerden, piyasa araştırmalarında ve sorun odaklı gruplardan oluşmaktaydı.
  • Hizmetlerin özelleştirildiği yerlerde iş kayıpları ve iki kademeli bir işgücü oluşmuştu.

Yeni İşçi Partisi hükümetinin bunlara tepkisi Muhafazakar Hükümetin kamu harcamaları planlarının ilk iki yılını aynen kabul etmek oldu. Daha sonra kamu yatırımları artırıldı, örneğin yerel yönetimlerin kamu hizmetleri harcamaları daha sonraki üç yıl için gerçek değerlerde %  6 artacaktı. Ancak harcamaların gitgide artan bir oranı özel sektörde yapılıyor. Yoksulluğu ve sosyal dışlanmayı azaltmak konusunda bir karar var ancak yerel yönetimlerin şartlar koşma ve uygulamaların eşitlik konusuna etkisini sıkı bir şekilde değerlendirme gücü neredeyse yok (Kuzey İrlanda dışında). Yeni İşçi Partisi hükümeti devletteki yeni müdahale erkleri ile birlikte yetkileri merkezileştirmeyi sürdürdü, merkezi hükümetin piyasalara müdahale edeceğine yerel yönetimlerin idaresine şartlar koşabilmesi buna örnek olarak verilebilir. Bugün piyasalara müdahale, sosyal ve istihdama yönelik hedeflere ulaşmaya yönelik müdahale olmaktan ziyade, bir piyasa oluşturma ve istikrarlılaştırmaya yönelik oluyor.

Demokratik denetimin ortadan kalkması
Ademi merkezileşmenin gelişmesi ve “topluluğun yetkilendirilmesi” yerel düzeyde daha katılımcı bir yönetim görünümünü veriyor. Ancak aslında merkezi ve yerel yönetimlerde politikaların belirlenmesi harcamaları ve siyaseti önceden belirliyor. Yerel düzeyde, örneğin okullarda ve rejenerasyon projelerinde, temsil artmış durumda. Ancak katılım gitgide daha fazla devletin şartlarında, sıkı bir şekilde tanımlanmış ve denetlenen programlar çerçevesinde ve bunların da ana politikaları tartışmaya açık değil – tek gündem paranın nasıl harcanacağı ve performans önlemlerinin nasıl alınacağı. Dolayısıyla da yerel kararlar gitgide kıt kaynakların yönetimine ilişkin oluyor. Devirler ve ademi merkezileşme yerel yönetimlerdeki sorumlulukların yeniden dağıtımını gerektiriyor ancak bu otomatik olarak demokratikleşmeye ve yetkilerin kullanıcılara ve toplumun örgütlerine dağılmasına yol açmıyor. “Spin” ve kamu ilişkilerin “ticari sırlar” ile paralel oluşunun egemenliğinde siyasi konuların açılması ve derinlemesine tartışılması mümkün olmuyor.

Çalışanları ve kullanıcıları hizmetlerin planlamasında, tasarımında ve yönetiminde sürece dahil etmek yönünde az sayıda samimi girişimde de bulunuldu. Bireysel tüketiciler için sözleşmeler ve şikayet sistemleri tasarlandı. Kamu organları kullanıcıların ihtiyaçlarını ve fikirlerini öğrenmek için daha fazla piyasa araştırması yapar oldular. Yönetim denetimi gerçekleştiriyor ve hangi konulardaki fikirlerin araştırılacağına karar veriyor. Sonuçta her şey güç ilişkilerine dayanıyor ve kullanıcı üzerine odaklanma da statükoyu koruma niyeti ile yapılıyor. Yetki tüketici ilişkileri ile sınırlı. Yine kullanıcıların neyin organize edilebileceğine ve kendilerinin kamu politikasını ne düzeyde etkileyebileceğine ilişkin algıları da bu durumu belirliyor. Bu insanların hizmet sunumuna ilişkin konuları kolektif olarak tartışabilme ve anlama yeteneklerinin azalmasına da yol açabilir.

Sendika ve toplum örgütleri gitgide güçleri artan birer faktör durumuna geliyorlar. Şubelerin iyi örgütlü olduğu ve güçlü stratejik liderlerinin olduğu yerlerde sürece dahil olmaları ve etkin olmaları daha olası oluyor. Projelerin gitgide daha karmaşık olması, sürece dahil olacak toplum örgütlerinin ve sendikaların kapasitelerinin zorlanması anlamına geliyor. İki onyıllık kesintiler ve kapatmalar sonrasında kapasite geliştirme konusunda bu örgütler de zorlanıyorlar.

Parçalanan Belediyeler
Özelleştirme ve piyasalaştırma örgütsel ve yönetsel parçalanmaya yol açtı. Yine bu politikalar kısa vadeli, dar bir şekilde tanımlanan hizmet veya iş planlamasına, örgüt içinde daha rekabetçi ilişkilere, şirket politikalarının uygulanmasına tepki verenlerin elimine olmasına, sorumluluk ihaleden sorumlulara ve seçilmemişlere devredildiğinden saydamlığın azalmasına ve küçük örgütlerin özel sektörden mal ve hizmet alması sonucu ölçek ekonomisinin kaybedilmesine yol açtı. Bu parçalanma da daha fazla taşeronlaşmaya ve özel yönetim danışmanlarına daha fazla bağımlılığa yol açıyor.

Rekabetçi ihale, ihaleye yönelik olarak hizmetlerin gruplandırılması sonucu, hizmetlerin parçalanmasına yol açtı. Anlaşmaların yeni iş alanlarına yayılma hızı eski anlaşmaların konsolide edilme hızını da aşıyor. Her bir örgütün sınırlı sorumluluğu ve amacından dolayı kullanıcı ihtiyaçları dar bir şekilde tanımlanıyor.  Politikaların koordinasyonu ve bütünleştirilmesi özgün hizmetlerin tanımlı parçaları için sorumlu çok sayıda örgütten dolayı daha zaman alıcı ve zor hale gelmiş durumda; bu da hizmetlerin bütünleştirilmesini ve disiplinler arası bir çalışmanın benimsenmesini çok daha fazla zorlaştırıyor.

Sağlık, eğitim ve istihdam merkezleri uygulamasının ve PFI projelerinin başlatılması “katılımcı yönetime” değil, politika/proje bölünmesine yol açtı. Kurumsal, örgütsel bölünme ve hizmetlerin bölünmesi birçok işverene ya da işveren bölünmesine yol açtı ve bu da sendikaların toplu pazarlık ve temsilinde, performans izlemesinde ve veri toplamasında zorlukları doğurdu.

Ajansların kurulması ve sorumlulukların yarı-kamusal organlara, kurumlara ve eli uzun şirketlere devri, özelleştirme ve kamu-özel ortaklıkları işyeri bölünmesine ve çalışanların daha küçük, coğrafi olarak dağınık birimlerde çalışmalarına yol açtı. Birden çok yerde çalışma, ayrı vardiyalar ve sosyal olmayan saatlerde (gece ve haftasonu) çalışma için fazla ödemelerin kaldırılması yaygın hale geldi. Yerel pazarlıklar toplu pazarlık sürecinin bölünmesine ve işyerinde sendikalar arasında daha fazla çatışma ve rekabete yol açıyor.

Kullanıcı üzerindeki etkiler
Hizmet sunumu ile kullanıcının karşı karşıya gelişi apolitikleştiriliyor. İhtiyaçlar ve sınıflar kasıtlı olarak görmezden geliniyor ve tüketiciler kolektif bir kimlikleri olmayan veya çok sınırlı anlamda olan homojen bireyler grubu gibi ele alınıyor. Kullanıcının sadece hizmetin kendisini kişisel olarak nasıl ilgilendirdiğini düşünmeye teşvik ediliyor. Tek kişilik dükkanların ve telefon ile arama merkezlerinin oluşturulması hizmetteki bir gelişim ancak bunlar aynı zamanda bireysel tüketimin de bir ifadesi. Hükümet işleyiş hatalarını özelleştirerek bunların insanların çevresinde örgütlenebileceği ve kampanya yapabileceği şeyler olmasını engellemek istiyor.

Hizmetlerin ticarileşmesi bireysel şikayetlerin şirketlere yönelmesine yol açıyor ve buralarda bunlar ayrı ayrı şikayetler olarak değerlendiriliyor. Bu idarenin bu konuları ele alması ve çözmesi noktasında dezavantaj yaratıyor. Neredeyse sadece çok dar bir şekilde tanımlanan hizmet sunumu kalitesi üzerine odaklanılıyor. Standartlar gitgide piyasa güçleri ve şirketlerin kriterlerine göre belirlenir oluyor.

Belediyelerin kendi bünyelerinde verdikleri hizmetlerin ortadan kalkması ve “önemli olan hangi yolun iyi iş gördüğü” mantığının kabul edilmesi aslında hizmet sunumunu nötralize ediyor. “Üçüncü yol” savunucuları, hizmeti kimin sunduğunun değil, hizmetin sunum noktasındaki kalitesinin en önemli şey olduğunu iddia ediyorlar. Ama bu yaklaşım şirketler arasındaki rekabetin kendi başına “iyi bir şey” olduğu ve avantajların , olumsuz sonuçlar ve yüksek maliyetlerin karşısında ağır bastığı varsayımına dayanıyor.

Rekabetçi ihaleciliğin kamuya maliyeti
Kamu hizmetlerinin dönüşümünün geniş çaplı maliyetleri oluyor. Organizasyonlar geçiş maliyetlerini ödüyor, bunlar şöyle sıralanabilir: ticari yapılar oluşturma maliyeti, danışmanların ücretleri, koşulların belirlenmesi hazırlığının maliyeti, ihalelerin değerlendirilmesinin ve piyasa araştırması sürecinin maliyeti. Periyodik maliyetler arasında örgütsel değişimin gözden geçirilmesi ve uygulanması, yeni özel sektöre yönelik veya yeni yasal düzenlemeler için birimlerin yaratılması yer alıyor. Sürekli maliyetler ise müşteri/satın alma maliyetleri, denetim ve izleme sözleşmeleri için artı maliyetler, personel, finans ve destek hizmetleri çakışması yaşanması sonucunda ölçek ekonomisinin yitirilmesi oluyor. Diğer, sözleşmelere “dışsal” departmansal, örgütsel, hükümet veya kamu sektöründeki maliyetin boyutları hesaplanmaya bile pek çalışılmıyor.

Muhafazakarlar1979-97 arasında yerel ve merkezi hükümette rekabetçi ihalecilik sonucunda % 20-25 tasarruf yapıldığını savunmuşlardı (Kabine bürosu, 1996). Bu rakamın araştırma sonucu hiçbir zaman doğrulanmamış olması bir veri gibi sürekli alıntılanmasını engellemedi. Örneğin OECD bu rakamı kullandı: “... örneğin İngiltere piyasa denemesi sonucunda % 25’lik tasarruf elde etti.” (OECD 1995).

İngiltere’de yerel hükümetlerdeki rekabetçi ihale sisteminin ne kadar tasarruf sağladığına ilişkin üç büyük araştırma yapıldı ve bunların tümü de yukarıdaki iddianın abartılı olduğunu açığa çıkardı. ?? İlk araştırma sonucu rekabet öncesi ve sonrasında 40 belediyede hizmetlerdeki maliyet tasarrufunun ortalama % 6.5 olduğunu gösterdi (DOE 1993). Bunun devamı olan bir araştırmada da sonuçlar 34 yerel yönetimde yeniden ihalelerin yapılmasının % 8’in biraz üzerinde bir tasarruf sağladığını gösterdi (DOE 1997).

Üçüncü ulusal çaplı araştırma, Fırsat Eşitliği Komisyonunun araştırması idi ve rekabetçi ihale sisteminin cinsiyetler üzerindeki etkisini de araştırdı. Bu detaylı bir istihdam verisine dayanan tek araştırmaydı ve rekabetçi ihale sisteminin ülke çapında toplam kamu maliyetini değerlendirebilmek için bir model geliştirdi (Escott ve Whitfiel 1995). Bu araştırma hükümet gelirlerini ve harcamalarını dikkate alarak işsizlik, refah harcamaları, vergiler, ücret dışı sosyal yardımların kaybı, şirket vergileri ve yerel ekonomiye etkilerindeki değişimleri inceledi. 39 belediyenin bütçesinin 124 milyon Pound “tasarruf” etmiş olmasına karşın toplam sosyal ve ihale maliyetleri 250 milyon Pound olmuştu ve dolayısıyla buj 39 belediyedeki (birçok büyük şehir bu araştırmanın içerisinde) dört hizmet kolu için yıllık net 126 milyon Pound maliyet anlamına geliyordu. Hiç tasarruf olmamıştı çünkü rekabetçi ihale kamu sektörğ maliyetlerini % 16 artırmıştı. Diğer bir deyişle rekabetçi ihale sisteminde iddia edilen 1 milyon Pound’luk “tasarruf” aslında hükümete 2 milyon Pound’a patlamıştı.

İstihdam nasıl etkileniyor
EOC’nin bir incelemesi 39 yerel yönetim tarafından sunulan dört hizmette, 1989-94 yılları arasında 12.587 iş kaybı olduğunu gösteriyor; bu ise ülke aynı oran ile ülke genelinde 74.010 iş kaybı anlamına geliyor. Bina temizliği, eğitim yemek hizmetleri, atık toplanması ve spor ve boş zaman tesislerinin yönetimindeki net iş kayıplarının % 96’sı kadın çalışanların işleriydi. Saatlerin düşürülmesi ise birçok kadını kazançlarını kaybetmemek için kısmi zamanlı çalışmaya zorlamıştı. Kuzey İrlanda’da sağlık ve eğitim hizmetlerindeki ihalelere ilişkin yapılan benzer bir çalışma toplamda kadınların % 16’sının ve erkeklerin % 6’sının işini kaybettiğini gösteriyor. Aynı araştırmaya göre özel şirketlere verilerek taşeronlaştırılan hizmetlerde % 37 is kaybı yaşanırken, sözleşmeler ile işletmelerin kendi bünyesinde kalan hizmetlerde % 11 iş kaybı yaşandığı görülüyor (NIEOC 1996).  Her iki çalışma da çalışma saatlerindeki azalmayı, geçici işçilerin daha yoğun kullanılmasını, tatil ücretlerinin kaybedilmiş olduğunu, ücretlerin, özellikle de taşeronlaştırılan işlerde düşmüş olduğunu ve sürecin kadın çalışanlar üzerinde farklı ve daha da olumsuz bir etkisi olduğunu rakamlarla tespit etmiştir.

Özel bakım hizmetlerinin son iki onyılda hızla yaygınlaşmış olması kadın çalışanlarının sömürüsü üzerinden olmuştur. Sırası ile 1.270 ve 187 bakım evini kapsayan (39.000 ve 7.440 çalışanı olan) 1997 tarihli iki araştırma çok kötü çalışma koşullarını açığa çıkarmıştır. Bunlar arasında şunlar sayılabilir: Düşük saat ücretleri (araştırmadaki çalışanların yarısı saatte 3.50 Pound’un altında kazanıyorlardı), tekdüze çalışmanın artması, eğitimsiz çalışanlar ile çalışma, yılda 15 ila 17 günlük tatil, mavi yakalı çalışanlar için emeklilik sandığı haricinde çalıştırma (PSPRU 1997, Centre for Public Services/Fawcett Soc 1997).

Devretmeye ilişkin düzenlemelerin faydası
Avrupa Kazanılmış Haklar Direktifi özelleştirme ve taşeronlaştırma ile karşı karşıya olan işçiler için bir nebze koruma sağlıyor. Ancak taşeron sözleşme yapan ilk şirketlerin muhalefeti kısa sürede terk edilmiştir çünkü özel sektör bu düzenlemenin kendisi için faydalarını fark etmiştir: Bu düzenleme deneyimli çalışanların ve “hizmetin entelektüel sermayesinin bu şirketlere devrini garanti altına almaktadır. Düzenlemede yeni çalışanlara uygulanmamasını sağlayan boşluklar vardır dolayısıyla da iki kademeli bir ücret yapısını yasallaştırmaktadır. Çalışan sayısı, ücretler ve koşullarda “ekonomik, teknik veya örgütsel sebeplerle” değişikliğe gidilebilmektedir.

Hizmet aksaklıkları
Taşeronlaştırmanın belediye hizmetlerinin niteliğini yükselttiğine dair bir veri yoktur. Ama hizmet aksaklıklarına ilişkin veriler mevcuttur. Yakınlarda Hackney, Taunton Deane, Wandsworth, Waltham Forest, Lambeth ve Kings tom’da  yedi mali hizmet ev yardımı hizmeti sözleşmesi çeşitli iddialar, yoğun şikayetler, kiracılar için mali zorluklar ve barınma derneklerinin mali krizi sonrasında iptal edilmiştir (ITNET, EDS, Capita ve CSL’nin elinde olan sözleşmeler). Bazı diğer benzer özel sözleşmelerle ilgili de benzer sorunlar yaşanmıştır.

Birçok sözleşme ikinci kez ihaleye açıldığında kurum bünyesine dönmüştür. Yine yeniden ihale edilme aşamasında genellikle daha yüksek maliyetlerle karşılaşılmıştır çünkü şirketler zararına veya çok düşük marjinler ile ihaleleri kazanmışlardır. Bir dizi PPP ve SSP projesinde ise mali suçlar ile karşılaşılmıştır ancak bunların birçoğu da daha başlangıç aşamasındadır ve ancak birkaç yıl sonra tam olarak değerlendirilebilecektir.

Eşitlik ve sosyal adalet
1980’ler boyunca kamu kurumlarının çoğu şirketler arasında fırsat eşitliği politikasını benimsemiş ve bu bir uygulama ve izleme konusu haline gelmişti. Ancak kamu hizmetlerinin ticarileştirilmesi özellikle de rekabetçi ihale sistemi politika ile uygulama arasında gitgide açılan bir uçurum yaratmıştır. CCT düzenlemeleri ihaleye girenlerin istihdamda fırsat eşitliği politikalarının incelenmesine ve sözleşmelerin yapılmasında ve işletilmesinde dikkate alınmasına sınırlama getirmiştir. Beklenebileceği gibi yerel yönetimlerde CCT ve ulusal sağlık hizmetinde piyasa araştırması ayrımcı bulunmuştur (Escott ve Whitfield 1995, NIEOC 1996). Dahası tartışma daha çok hizmetlere ulaşabilme ve istihdam üzerine olmuş ve ekonomik ve sınıf çıkarlarını kapsayan bir sosyal adalet perspektifi tartışmalarda yer almamıştır.

Şirketlerin zenginliği
1960’lar ve 1970’ler savunma ihalelerine girenlerden, ulusötesi şirketlerden, mali kurumlardan, danışmanlardan, işveren örgütlerinden ve politikacılardan oluşan bir askeri endüstriyel kompleksin ortaya çıkışına tanıklık etmişti. Bugün bunun benzeri bir üçlü “şirketler kompleksi” ortaya çıkıyor. Bu şu bileşenlerden oluşuyor:
  • müşteri-şirket ortaklığı ideolojisini, değer sistemini ve ortak çıkarlar fikrini barındıran bir hizmet ihalesi sistemi ile devletin hizmetler ve fonksiyonların gitgide artan bir bölümünü taşeronlaştırması;
  • PFI’nın hızla genişlemesi ile oluşan bir hissedar-işletici altyapı endüstrisi ve
  • Özel sektöre imtiyazlar tanıyan bir yasal ve mali sistem (Whitfield 2001).

Devletteki dönüşümün “büyük hükümet döneminin sonunu” gösterdiği ifade ediliyor ama daha da önemlisi devletin temel işlevleri şirketlerin zenginliği yönündeki çıkarlar doğrultusunda yönlendiriliyor, piyasaların işlemesi ve sermaye birikiminin şartlarının korunması için asli önemde olan hukuki ve idari düzenlemeler yapılıyor.

Sendikal örgütler nasıl etkileniyor
Belediye hizmetlerinin özelleştirilmesi, piyasalaştırılması ve ticarileştirilmesi sendikal örgütlerin güçsüzleşmesine yol açmış ve aynı zamanda yerel ve ulusal ölçekte sendikalardan bu üçüncü yol ya da modernizasyon politikalarına verecekleri stratejik yanıtla ilgili olarak sendikalardan beklenenler arasına yeni talepleri eklemiştir.  Sendikaların yerel şubeleri, çalışma yöntemlerini, istihdam düzeyini ve şartlarını doğrudan etkileyen En İyi Değer gözden geçirmeleri ile, taşeronlaştırma ile, PPP’lerle, hizmetlerin devri ile ve diğer temel politika değişiklikleri ile doğrudan karşı karşıya kalmışlardır. PPP ve SSP anlaşmaları genellikle yerel sendika şubelerinin sendikalaşma oranı düşük veya kötü örgütlenmiş bölümleri “temsil etmeleri”ne yol açmıştır. Yine bu şubeler ulusötesi şirketler ile de karşı karşıya kalmışlardır çünkü yerel ve bölgesel şirketler büyük, uzun dönemli, birkaç milyon Pound’luk sözleşmeleri alabilecek kaynaklara sahip değillerdir.

Bu sayılan politikalar örgütlenme için de olanaklar yaratmaktadır; örneğin örgütlenmenin kötü olduğu hizmetlerde temsili artırmak veya büyük çok hizmetli sözleşmeler kapsamında yeni örgütsel yapılara ulaşmak olanakları mevcuttur. Ancak bu olanaklar çok yerde kullanılamamıştır.

Modernizasyon gündemine ilişkin olarak sendika şubeleri her bir girişim için eylem stratejileri ve öncelikleri belirlemek durumundadırlar çünkü bunlar normal sendikal çalışma içerisinde karşılanamaz. Kamu politikasının merkezileşmesi sendika şubelerinin hem ulusal hem yerel çapta dayatılan politikalara karşı mücadele etmelerini gerektirmiştir; dolayısıyla bunlar hem hükümete hem de yerel yönetime muhalefet eder konuma gelmişlerdir. Bu şubelerin kamu hizmetlerinin yönetimi ile ilgili net bir tutum almalarını getirdi ancak bu çoğu kez sendikal sorunlar arasında değilmiş gibi görmezden gelindi.

Yine sendika şubeleri alternatifler geliştirmek zorunda kaldılar – sadece statükoyu savunmak yetersiz ve etkisizdi ama gerçekleştirilebilir alternatif politikalar geliştirmek daha fazla kaynak ve yerel düzeyde teknik/stratejik desteği gerektirir. Dahası En İyi Değer sisteminde gözden geçirme hizmetlerinin samimi olarak temsilcileri ve en önde gelen çalışanları sürece dahil ediyor oluşu, temsilcilerin eğitilmesini, bir dizi gözden geçirme arasında müdahalelerin koordinasyonunu ve gözden geçirmelerin tavsiyeleri üzerine kararların alındığı stratejik politik düzeye müdahaleyi gerektirir. Ancak sendika şubeleri çoğu durumda idarenin başlattığı tüm girişimleri takip edebilecek yeterli işyeri temsilcilerine sahip olamamıştır.

Sendikaların yerel şubeleri bir dizi örgütsel sorunla karşı karşıyadır. Firmalar çoğu kez sadece kendi çalışanları olan şube yöneticileri ve işyeri temsilcilerini tanımakta ve yalnızca bunlarla müzakereye girmektedir. Yine şirketlerin paralel “iş konseyleri” ya da sendika danışma komiteleri oluşturduğu ve bunların mevcut yerel yönetim düzenlemeleri dışında ayrı bir işleyişi olduğu görülmektedir. Bu genellikle yerel yönetim sendika şubeleri içerisinde bölünmeye yol açmaktadır. Özel ve gönüllü sektörlerde çalışanları örgütlemek ve örgütlülüğü korumak genellikle daha zordur; özellikle de kıt kaynaklar ile ve işbirliği yapmayan ve düşmanca bir tutum takınan işverenler ile. Yine şubeler devirlerden sonra yeni sendika temsilcileri örgütlemek veya olanları korumakta zorlanmaktadırlar çünkü çalışanlar kariyerlerine zarar verebilir korkusu ile işyeri temsilcisi olmaya daha gönülsüz olmaktadırlar. Şirketler genellikle sendikal görevler ve eğitim için verilen zamanı kısıtlamaktadırlar.

Modernizasyon gündemi kamu sektörü sendikalarının ortak sendikal komitelerde ve ortak kampanyalarda birlikte çalışarak güçlerini en üst düzeyde kullanmalarını ve böl ve yönet stratejisine karşı koymaya çalışmalarını beraberinde getirmiştir.

Belediyelerdeki özelleştirmelere sendikaların tepkileri
Thatcher hükümetinin ilk dönemlerinde özelleştirmeye karşı koymak için yedili bir strateji belirlenmişti. Bu yedi unsurun aynı anda uygulanmasına dayanıyordu; sırasıyla: hizmetlerin düzeyini yükseltmek için alternatif planlar ve öneriler geliştirmek, eğitim ve propaganda, daha güçlü işyeri örgütlülükleri oluşturma ve diğer işyerlerindeki işçiler ile bağlantılar kurma, koalisyonlar ve cepheler oluşturma, endüstriyel eylemin taktiksel kullanımı ve müzakere mekanizması, işçiler ve kullanıcılar tarafından doğrudan eylem ve halen kamu hizmeti sunmakta olan özel şirketlere karşı saldırı (Witfield 1983 ve 1992).

Bu strateji bazı ülkelerdeki birçok kampanyada başarılı oldu ancak ne yazık ki söylemeliyiz ki böylesi kampanyalar ancak birer istisnaydı. İngiltere’de rekabetçi ihale sistemine ve Kamu-özel ortaklığı (PPP) önerilerine karşı bir dizi güçlü yerel grevler oldu, bunlar deneme olarak kabul ediliyordu ancak hiçbiri sendikalar tarafından ülke düzeyinde tam olarak desteklenmedi. Sendikalar, özellikle de UNISON ihalelerde kamu idaresinde en iyi pratik yaklaşımını savundu ve bu İşçi partisinin yönetimde olduğu yerel yönetimlerde genel olarak başarılı oldu. Ancak bu Muhafazakar hükümet ile yerel İşçi Partisi çoğunluklu belediye konseyleri arasındaki çatışmanın azaldıktan ve Liberal Demokratların Liverpool ve Sheffield gibi büyük şehirlerde denetimi ele aldıktan sonra daha zorlaştı.

Bu durum yeni İşçi partisi hükümeti 1997’de hükümete gelmesinde ve Muhafazakar hükümetin siyasi olarak cesaret edemeyeceği ölçeklerde rekabet ve piyasalaştırmayı dayatmasından beri değişmiştir. Kamu-özel Ortaklıklarına (PPP) ve Stratejik Hizmet Sunum Ortaklıkları (SSP)’lere muhalefet daha zor hale gelmiştir. Son iki onyılda alternatif politikaların olmaması temel bir zorluk olmuştur ama yeni İşçi partisinin modernizasyon programı bu durumu daha da zorlaştırmıştır.

Stratejik alternatif
Alternatif bir modernleşme stratejisi hergün gelişmektedir. Bu strateji demokratik denetimi yeni yönetim modelleri ile yaygınlaştırmaya, piyasalaştırma ve özelleştirmeyi tersine çevirmeye odaklanmalı ve kamu yatırımının ve kamu eliyle hizmet sunumunun artmasını barındırmalıdır. PPP’ler ve SSP’ler iptal edilmeli, En İyi Değer devletin kapasitesini artıracak ve hizmet kullanıcılarını, önde gelen çalışanları ve sendikaları samimi olarak sürece katacak şekilde yeniden tasarlanmalıdır.

Özelleştirme ve piyasalaştırmanın geldiği nokta bugünkü dar ekonomist ve rekabetçi modernizasyon modelinin dışına çıkılması gerekliliğini ortaya koymaktadır ve alternatiflerin gerçekçiliğini ve yapılabilirliğini göstermektedir. Bu stratejiler yeni-liberal modernizasyonun, üçüncü yolun ve kamu mallarının özel sunumunun çelişkilerini ve sonuçlarını ortaya koymalıdır. Buna demokratik denetim ve katılım talebi, çalışanların ve sivil toplumun gücünün artırılması ve sürekli olarak kamu yatırımlarının artırılması talebi eşlik etmelidir. Yeni kamu hizmeti değerlerine ve kamu mallarının en iyi üretim ve sunum pratiklerine dayanan yeni bir kamu hizmetleri yönetimi ihale olmaksızın yenilenmeye dayanmalıdır.

Yerel, ulusal ve uluslararası  olarak işçiler ile sivil toplum arasında cepheler ve koalisyonlar oluşturulması ve örgütlenmesi güçlendirilmeli ve özellikle de endüstriyel eylemler sivil ve toplumsal eylemlerle birleştirilmelidir. Son zamanlarda bazı illerde kamu sendikaları, kiracılar ve toplum örgütleri tarafından oluşturulan Kamu Hizmetleri Cepheleri diğer bazı kampanyalarla birlikte atılmış önemli bir adımdır.

Dünya Ticaret Örgütünün GATS anlaşmasına karşı kampanya da yoğunlaştırılmalıdır. Özelleştirme, ticarileştirme ve kuralsızlaştırma sürdürülebilir ekonomik, sosyal ve çevresel gelişme ile tümüyle uyumsuzdur.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder