Büyük Kürt Bilgini El Cezeri El Kurdi
SİBERNETİĞİN ÖNCÜSÜ:
Tıb denince akla nasıl İbn-i Sina
geliyorsa, matematik denince Harizmi, felsefe denince Farabi akla geliyorsa
Sibernetik denince de akla ilk gelen kişi Bediuzzaman Ebul İz İsmail er-Rezzaz
el-Cezeri el-Kurdî’dir.
Sibernetik ilmi çağımıza adını veren bir
ilimdir. Kökenini eski yunanca "Kübernetes" veya Latince
"Gobernare" sözcüğünden alan ilme, ismini 1948 yılında Norbert Wiener
vermiştir. Wiener sibernetiğin; "Tüm organize sistemlerin (canlı veya
cansız) makine ve hayvanların haberleşme ve kontrol sistemlerini"
incelediğini belirtmektedir… Yani Sibernetik; haberleşme, denge kurma ve
ayarlama bilimidir. İnsanlarda ve makinelerde bilgi alışverişi, kontrolü ve
denge durumunu inceler. Bu bilim, zamanla gelişerek bugün hayatımızın
vazgeçilmezleri arasına giren bilgisayarların ortaya çıkmasına imkân
tanımıştır. Sibernetik ve otomatik sistemlerin başlangıcı konusunda;
Fransızlar, Descartes ve Pascal'ı; Almanlar, Leibniz'i, İngilizler, Bacon'ı
ileri sürerler. Oysa Bediuzzaman Ebul İz İsmail el-Cezeri el-Kurdî,
rakiplerinden tam '600 yıl önce' sibernetiğin ilkelerini bilim dünyasına sunan
ilk kişiydi.
Bediuzzaman Ebu`l İz el-Cezeri el-Kurdî,
sadece otomatik sistem kurmakla yetinmeyip, otomatik olarak çalışan sistemler
arasında denge kurmayı da başarmıştır. Aradan 800 yıl gibi bir zaman geçtikten
sonra sibernetiğin babalarından kabul edilen İngiliz Nöroloji Profesörü Dr.
Ross Ashby, ancak 1951'de "Üstün Denge Durumu"nu ortaya atabilmiştir.
Ve ancak ilk defa o zaman otomatik olarak işleyen sistemlerin üstünde bunları
kontrol eden sistemlerden söz edebilmiştir.
Ayrıca günümüz fizik ve mekanikçileri,
"Isı Etkisiyle Haberleşerek Denge Kurma" sisteminin, ilk olarak J.
Watt'ın 1780'de regülâtörü keşfiyle başladığını söylerler. Fakat bunun da yine
Cezerî'ye dayandığını; 1780 senesinde James Watt'ın geliştirdiği watt
guvernörüne çok benzer bir ayarlama sistemini, Watt'tan 500 sene evvel bir
robot kuşun hareketiyle ayarlanan bir düzende kullandığını kitabının 171.
sayfasında görmekteyiz. Bu sayfada regülâtörün şekli, bir kuşun hareketiyle
karşılıklı haberleşerek ayarlanmaktadır.
Gene Bediuzzaman El-Cezeri, Leonardo da
Vinci'den 300 sene evvel dişli çarklar ve esaslarına dair, Da Vinci'nin bilip bilmediği
temel kaideleri kitabında neşretmiştir.
Tüm bunlar günümüzün bazı bilim
adamlarının hayalini dahi kuramadığı hayretler uyandırıcı vakıalardır.
ROBOTİK BİLİMİNİN BABASI:
Bediuzzaman Ebul İz İsmail el-Rezzaz
el-Cezeri el-Kurdî'nin robot teknolojisi konusunda çok sayıda ve zamanına göre
çok ileri düzeyde öneri ve uygulamaları bulunmaktadır.
Ortaçağ’da henüz Amerika keşfedilmemişken
ve Avrupa karanlık çağını yaşarken; Kürdistan, bilimin zirvesine ulaşmıştı. O
dönemde akla hayale dahi gelemeyecek bir teknoloji Kürdistan'da kullanılıyordu.
Tarihin ilk üniversitesi olan Harran Üniversitesi buna öncülük ederken
Kürdistan'ın birçok kenti de bilimin ışığıyla aydınlanmış durumdaydı.
Özellikle dönemin başkenti olan Amid'de
İçkale Saray’da bugün bile tahayyül edemeyeceğimiz bir teknoloji
kullanılıyordu. Sarayda birçok iş El-Cezeri El-Kurdî'nin yapmış olduğu robotlar
aracılığıyla yapılıyordu. Hatta hükümdara abdest alması için su döken bir
otomat bile mevcuttu.
Şunu rahatlıkla diyebiliriz ki; robotikle
ilgili bilinen en eski kayıt Kürdistan'a aittir. Ve dünyanın ilk robotunun
Amed'de yapılmış ve kullanılmış olması gurur duyabileceğimiz, oldukça önemli
bir olaydır.
Hükümdara ve konuklara içecek sunan kadın
robotlar, hükümdarı ve konukları eğlendirmek için saz, zil ve tef çalan
robotlar, sarayın salonlarında gezen tavus kuşu makineleri, değişik 24 şifre
ile açılabilen kilitler, su saatleri, sarayın bahçesindeki havuzda gezinen
kayık ve içine su dolan kayığı, bir yandan boşaltırken bir yandan da borusunu
öttürerek yardım isteyen kayıkçı robot, otomatik abdest alma makinesi ve buna
benzer birçok otomatik aygıt, Amed'in ünlü surlarının içinde kullanılıyordu.
Bu üstün buluşlarıyla sadece dönemindeki
insanları değil, bugün yaşayan bilim adamlarını dahi hayrete düşüren El-Cezeri
El-Kurdî, bilişim tarihine adını altın harflerle yazdırmıştır. Eseri ve kendisi
hala büyük bir ilgi konusudur. Birçok bilişim dergisinde "ROBOTLARIN VE
OTOMASYONUN ATASI EBUL-İZ EL CEZERİ" başlığı altında anlatılan Bediuzzaman
El-Cezeri El-Kurdî, sadece Amedlilerin değil özelde tüm Kürt halkının genelde
tüm İslam dünyasının gurur kaynağıdır.
İLK MEKANİKÇİ:
Aynı zamanda Ebul-İz El-Cezeri El-Kurdî,
tarihte otomatik makinelerin yapımıyla uğraşan ilk mekanikçilerden biri olarak
da kabul edilir.
Teorik çalışmalardan çok, pratik ve el
yordamıyla ampirik çalışmalar yapan Cezeri'nin kullandığı oldukça önemli bir
yöntem; yapacağı cihazların önceden kağıttan maketlerini inşa edip geometri
kurallarından yararlanmaktı. İlk hesap makinesinden asırlar önce aynı sistemle
çalışan benzer bir mekanizmayı, geliştirdiği saatte kullanan Cezeri, sadece
otomatik sistemler kurmakla kalmamış; otomatik olarak çalışan sistemler
arasında denge kurmayı da başarmıştı. Cezeri, Jacquard'ın otomatik kontrollü
makinelerin ilki sayılan otomatik dokuma tezgâhından 600 yıl önce değişik
haznelerdeki suyun seviyesine göre ne zaman su dökeceğine, ne zaman meyve ve
içecek sunacağına karar veren otomatik hizmetçiyi geliştirdi. Bazı
makinelerinde hidro mekanik etkilerle denge kurma ve harekette bulunma
sistemine yönelen Cezeri, bazılarında ise şamandıra ve palangalar arasında
dişli çarklar kullanarak karşılıklı etkileme sistemini kurmaya çalıştı.
Kendiliğinden çalışan otomatik sistemlerden sonra su gücü ve basınç etkisinden
yararlanarak kendi kendine denge kuran ve ayarlama yapan dengeyi oluşturması,
Cezeri'nin otomasyon konusundaki en önemli katkısıdır.
Otomatik Kontrol Bilimi’nin en zirvesine
ulaşan, tüm dünyanın kabul ettiği alim, deha ve erişilmez bir Kürt mucit olan
El-Cezeri'nin, suyun kinetik ve potansiyel enerjisi ile ağırlıkların
etkileşiminden faydalanarak yaptığı çok çeşitli makineleri de vardır.
Kitabında: "Yapmak istediğim
makineleri evvela "Arşimet" kanunlarına göre tasarladım, lakin bu
prensiplerle o makineleri çalıştırmak mümkün olmadığı için; kendi geliştirdiğim
prensiplerle bu makineleri yaptım." diyor.
Cezeri'nin yaşadığı çağda elektrik gücü,
magnetik güç, foton etkisi veya elektromagnetik güçler bulunmadığı için, o,
elindeki imkânları değerlendirmesini bilmiş; su gücü ve basınç tesirinden
faydalanma yoluna gitmiştir. Başka imkânlar bulunmadığı, su da kıt olduğu
halde, bu derece muhteşem hidro mekanik sistemle çalışan makineler yapabilmiş
olması, onun sibernetik ilmi alanındaki yerini ve değerini göstermeye
yetmektedir.
Cezeri'nin tarif ettiği bazı makinelerin
pratik faydaları oldukça büyüktür. Bunlardan bir kısmı, bir mil (eksen) boyunca
yer alan dişlilerle çalışan bir nevi tulumbadır. Tulumba, bir sürü kepçeyi
sırayla hareket ettirerek suyu çıkarmaktadır.
Bazı makinelerinin ise yalnızca
eğlendirici tarafı vardır. Mesela, içinde su varmış gibi görünmesine rağmen
suyu boşaltılamayan su kapları ve içi boş gibi görünüp, su akıtan kaplar gibi.
Günümüzde bu kaplarda kullanılan prensiplerden faydalanılarak bir kısım
oyuncaklar yapılmaktadır. Hem eğlendirici, hem de faydalı olan bu cihazlara,
çeşme ve su saati örnek gösterilebilir.
Yaşadığı devri düşünürsek; buhar
makinesi, elektrik, içten patlamalı motorlar vs.. gibi güç kaynaklarının elinin
altında olmadığını kestirebiliriz… Lakin Cezeri, kuvvetli bir imanın sonucu
olsa gerek bu makineler olmadan da tarihe adını yazdırmayı, kendi devrinden 800
sene sonra kitabını okutmayı bilmiştir.
BÜYÜK MÜHENDİS:
Nature Dergisi, Donald Hill'in yazmış
olduğu esere dayanarak Ebul-İz için şöyle söylemektedir: "12. YÜZYIL
MÜSLÜMAN MÜHENDİSLİĞİNİN DORUĞUNA ERİŞMİŞ BİR KİŞİ."
Gerçekten de El-Cezeri El-Kurdî, insanlık
tarihi açısından öylesine önemli bir insandır ki bugün günlük yaşamımızda
hayatımızı kolaylaştıran ve artık hayatımızın bir parçası haline gelen bir çok
teknik aletin ilk temellerini atmıştır:
Otomatik kapılar; kuyulardan suyu çeken
aygıtlar; demir, kalay ve kurşun gibi metallerin hassas belirlenmiş
yoğunluklarını ölçen pnomatik aletler, otomatik kontrol sistemleri...
Tüm bunlar, 800 yüzyıl önce
"Cezeri" tarafından bulunmuştu!
Özellikle metal döküm tekniğine ait
bilgiler, ileri bir mühendislik seviyesini ifade etmektedir. Cezeri'nin birçok
aleti yer çekimi kuvvetiyle çalışır ve bu kuvvet; düşürülen bir ağırlık,
boşalan bir kaptaki şamandıra veya batan bir cisimle elde edilir. Cezeri,
kullandığı makine parçalarını ve imal usullerini de en ince ayrıntılarına kadar
tanımlamıştır. Büyük bir kısmı bugünkü Avrupa mühendislik terminolojisine giren
makine parçaları üzerine yaptığı çalışmaların en önemlileri; konik vanalar,
kapalı kum kutularında pirinç ve bakır döküm, tekerleklerin balansıdır.
Ayrıca günümüzde tüm motorlu taşıtlarda
kullanılan "krank mili"nin mucidi de gene El-Cezeri El-Kurdî’dir.
Cezeri'nin mühendislik harikaları olan
kâğıttan maketlerinin yapılması, su akıtan savakların ayar edilmesi, çarpılmayı
en aza indirmek için ahşabın tabakalar halinde kullanılması, gerçek anlamda
emme borusunun kullanılması, suyunu belli bir zaman aralığı ile boşaltan kaplar
ve daire sektörü dişliler… Bunların büyük bir kısmının yüzyıllar sonra
Avrupa'da adeta yeniden keşfedildiği, bilinen tarihi bir gerçektir. Mesela,
kapalı kum kutuları ile döküm, Avrupa'da 1500 yıllarında başlamıştır. Konik
vanalardan ilk söz eden Leonardo da Vinci'dir. Su saatinde seviye kontrol
cihazına benzer ve buhar kazanlarında kullanılacak bir aletin patenti,
İngiltere'de 1784 yılında alınmıştır. Cezeri'nin makinelerinden sadece biri
bile, su çarkı ile işleyen tulumba, modern mühendisliğin gelişmesine doğrudan
doğruya katkıda bulunmuştur. Bu makine; a) Çift etki ilkesinin uygulanması, b)
Dönme hareketinin ileri-geri hareketle çevrilmesi, c) Emme borusunun bilinen
ilk kullanılışı olmasından dolayı çok önemlidir. Dolayısıyla, buhar makinesinin
ve emme- basma tulumbanın ilk örneği sayılabilir. Söz konusu makinede, akan
suyun çevirdiği çark, düşey düzlemde bir dişliyi, bu dişli de yatay düzlemdeki
diğer bir dişliyi döndürmektedir. Yatay dişlinin çevresine yakın bir yerde
düşey bir pim bulunmaktadır. Bu pime ortası yarık ve diğer ucu yine bir pimle
sabitleştirilmiş bir çubuk geçirilmiş ve bu çubuğa da tulumbaların piston
kolları bağlanmıştır. Yatay diş dönünce yarık çubuk açısal bir hareket
yapmakta, piston kolları da ileri-geri gidip gelerek tulumbaları
çalıştırmaktadır.
Bununla beraber sadece suyun kaldırma ve
basınç gücünü kullanarak, tamamen yeni bir teknik ve sistem kurmuş, çok yönlü
otomatik hareketler elde edebilmiştir. Kurmuş olduğu otomatik sistemlerde ses
(kuş, davul, zurna, ıslık vs) ya da çığlık çıkması gerektiği anda bu sesleri de
sağlayabilmiştir.
El-Cezeri El-Kurdî'nin imzasını attığı
diğer bir alan ise yatay eksenli yel değirmenleridir… Yatay eksenli yel
değirmenlerinin ilk olarak Hollanda, İngiltere, Fransa ve Almanya gibi Kuzey
Avrupa ülkelerinde ortaya çıktığı sanılır. Hatta Hollanda`nın adı, yel
değirmenleriyle özdeşleşmiştir. Gerçekten de rüzgâr gücü, Ortaçağ`da Endüstri
Devrimi’ne kadar Avrupa`daki temel enerji kaynaklarının başında gelmekteydi. Ve
bu tip yatay eksenli rüzgâr değirmenleri, Avrupa ve Amerika'da ancak 19.
yüzyılın sonundan itibaren su pompalanması ve depolanmasında kullanılmaya
başlanmıştır. Oysa Kürdistan'da bunlar o tarihten 700 yıl önce
kullanılmaktaydı. Şüphesiz ki bu tip rüzgâr değirmenlerinin mucidi,
Kürdistan'ın gururu ‘Bediuzzaman Ebu`l İz İsmail el-Rezzaz el-Cezeri
el-Kurdî'dir. Kitabının beşinci bölümünde, derin olmayan bir kuyudan veya akan
bir nehirden suyu yükselten aletler hakkında beş şekil vardır. Bu aletlerde, kaldırma
gücü olarak yatay eksenli rüzgâr türbinlerinden yararlanılmaktadır.
Büyük su mühendisi Bediuzzaman Ebu`l İz
İsmail el-Rezzaz el-Cezeri el-Kurdî'nin yaptıkları bunlarla da sınırlı değil.
O, Kürdistan'ın farklı şehirlerinde de
izini bırakmıştır. Mesela Onun Hasankeyf'te öğretim görevliliği ile mühendislik
yaptığı ve Hasankeyf'teki muazzam su sisteminin onun tarafından yapıldığı
kaynaklarda belirtilir. Hasankeyf'te öylesine çok iz bırakmıştır ki
Hasankeyfliler onun Hasankeyfli olduğunu dahi ileri sürerler. Zaten
Hasankeyf'teki su sisteminin muhteşemliği bile onun ne kadar büyük bir Su
Mühendisi olduğunun bir kanıtıdır.
Diğer yandan "Cizre Ejderleri"
de onun başka bir eseridir. Meşhur Cizre Ejderleri, El-Cezeri El-Kurdî
tarafından XII. yüzyılda kazıma tekniği ile tunçtan Cizre Ulu Camii iç
kapısının tokmakları olarak yapılmıştır. Sfenks ejderler; badem gözlü, sivri
kulaklı, kanatlı yaratıklara benzetilmiş ve birbirlerinin kanatlarını ısırır
şekilde yapılmışlardır. Gövdeleri yılan derisine benzetilmiştir. Ejderlerden
biri Dicle, diğeri Fırat Nehri’ni, ortadaki aslan başı Cizre insanını, alt
bölümdeki kartallar ise savaş gücünü simgeler. Cizre Ejderleri Ulu Camii
kapısında kapı tokmağı şeklinde sağlı ve sollu olmak üzere iki adet iken,
Ejderlerden bir tanesi 1969 yılında Danimarka'ya kaçırılmış olup diğeri ise
"İstanbul Türk İslam Eserleri" Müzesi’nde sergilenmektedir.
Fizikçi ve Mekanikçi Bediuzzaman
El-Cezeri El-Kurdî'nin diğer bir eseri de Amed Ulu Camii’nin ünlü Güneş
Saati’dir. Evet, Amed'in ünlü Ulu Camii’nin bahçesindeki meşhur taş saat, onun
bize bıraktığı manidar bir hatıradır.
El-Cezeri el-Kurdî'nin TÜRBESİ:
Cizre'ye gidenler bilirler... Hz. Nuh
Camii’nde Hz. Nuh'un türbesinin tam karşısında, oldukça mütevazi bir türbe
vardır. Üzerinde "İsmail Ebul-İz El-Cezeri (1153-1232)" başlığı
altında kısa bir açıklama bulunur. Hemen ilerisinde Hz. Nuh'un türbesi, caminin
ilerisinde ise büyük bir medrese olan ve çağlar boyunca bünyesinden Melayê
Cizirî, Ehmedê Xanî, Feqiyê Teyran gibi büyük âlimleri çıkaran Medresa Sor
bulunmaktadır. Zaten büyük âlim Melayê Cizirî'nin türbesi de Medresa Sor'un
içindedir.
Çoğu insan, Hz. Nuh'un türbesini ziyarete
geldiğinde El-Cezeri'nin de türbesinin önünden geçerken bir Fatiha okurlar.
Fakat ne acıdır ki birçok insan bir Fatiha okuyup geçtikleri bu insanın, bu
kadar önemli bir insan olabileceğini tahmin bile edemezler.
Esasında halk olarak aramızdan çıkan ve
birçok toplumun gıptayla baktığı bu insanlara karşı oldukça büyük bir
duyarsızlığımız var. Aramızda yüzyıllar boyunca etkisini hissettirmiş ve
yaptıkları kendi alanlarında bir devrim olarak nitelendirilebilecek birçok
insan var. Bizler ise bırakın bunlara sahip çıkmayı, onları tanımıyoruz bile.
Eğer biz sahip çıkmazsak ve biz gereken değeri vermezsek nasıl olur da
başkasından -özellikle de sömürge güçlerden- bunu bekleriz. Bu durum, kökeninde
ne olursa olsun, toplum olarak ciddi bir eksikliğimizdir. Buna en iyi örnek
El-Cezeri El-Kurdî değil midir?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder