21 Mayıs 2014 Çarşamba

KADIN PSİKOLOJİSİ


KADIN PSİKOLOJİSİ

DİROK JİYAN

İsviçreli ünlü psikolog ve psikoterapi uzmanı Dr. Gustav Hans Graber tarafından kaleme alınan “Kadın psikolojisi”adlı kitap, bu konuda bilimsel ölçüler çerçevesinde gerçeklere sadık olarak yazılan sayılı eserlerden biridir. Kitabın içeriğine geçmeden önce yazarı hakkında kısaca şunları belirtebiliriz. Dr. Graber kariyerinin başlangıcında öğretmen olarak çalışır.Çocuk psikolojisi üzerine olan bir çalışmayla doktorasını yaparak  1929’dan itibaren psikanaliz yöntemiyle ruh hastalarını tedavi etmiştir. Daha sonra Stuttgart psikaniliz derneğinin ve uluslar arası psikanaliz kulübüne üye olur. Çok sayıda kitabı yayınlanmış olup “psikolog” adıyla da bir dergi çıkarmıştır.
Kadın psikolojisi kitabı bizzat yazarın meslek deneyimlerinin sonucunda yazıldığı için herkes tarafından anlaşılacak bir dile sahiptir. Ancak bu dalda yazılan bir araştırma-inceleme kitabı olduğu için  kullanılan psikolojik terimler okuyucuya yabancı gelebilir. Dr. Graber kitabını 40 yıllık meslek birikiminden sonra kadınlara ait edindiği bilgiler sonucu yazar. Derinlik psikolojisi, daha çok ruhsal yapılanmamızın dışa yansımayan, dolayısıyla direk görülüp anlaşılmayan “bilinç dışı”dediğimiz bölümü inceler. Yazar, bu dalı uğraş alanı seçmesinin amacını şöyle belirtmektedir; “kadın ruhunu ve içimizdeki Ezeli Kadınsal’ı araştırmak, tanımak, yetkinliğe kavuşturarak, özgür kılmaktır.
Kitap beş temel bölümden oluşmaktadır. Kuşkusuz her bölümde çarpıcı belirlemeler ve  somut örnekler bulunmakla beraber burada daha çok ilk iki bölüm üzerinde duracağız. İlk bölüm “Ezeli kadınsal”dır. Dr. Graber’in çok sık kullandığı bu kavram doğumdan önce ana karnındayken oluşan, ruhumuzun en temel parçası anlamına gelmektedir. Rahimde bedenimizle birlikte büyüyüp gelişir. Kısaca ‘bilinçsiz  öz ben’ olarak ele alır. Psikoloji bilimine ait bir kavram olarak bizlere çok yabancı gelse de bugün kadın sorunuyla ilgilenen hemen hemen herkesin çok tartışıp, tanımaya çalıştığı “kadın öz’ünden”ayrı değil. “İnsanları kutupsal karşıtlıkların bir bölünmeye yol açmadığı uyum içindeki bütünlüğe her zaman ezeli-kadınsal ulaştırmış, beden ve dış dünyaya bağımlılıktan kurtuluş olarak ölümün yüceliğine kendilerini yine ezeli kadınsal taşımış, nihayet ölümlü kadının rahminde yeniden bedenleşmenin yüceliğine onları çıkaran yine ezeli kadınsal olmuştur.” Bu bölümde ataerkil süreçle birlikte kadını, varoluşun gölge tarafını temsil eden, doğasını gizlerin karanlığıyla saklamaya eğilimli olarak gösterirken, erkek karakterini bunu keşfetmeye çalışan, araştırıcı bir eğilim olarak ele alır. Erkek kadının güçsüz, zayıf yanlarını sürekli keşfetmek ister. Ancak tüm büyüklük taslamalarına rağmen, değiştiremeyeceği bir gerçek vardır. O da; kadınla ilişkisi bakımından ruhunun derinliklerinde bir çocuk, kadının ise erkekle ilişkisi bakımından bir anne sayılacağıdır. Erkeğin asıl ruhu yani öz beni anne kökenlidir, tüm yaşamı boyunca değişmeden kalır. Öz ben ruhun merkezidir. Yaşam boyunca değişmez .Ama ‘ben’ doğumla birlikte gelişen, ruhsal aygıtın bireyle realite arasında araç rolünü oynayan katmandır. “Ben” erkeksidir, bedenle birlikte yok olur. Doğumla birlikte ruhun yaşadığı sarsıntı ve bölünme sonucu ben-özben arasında boğuşma başlar, ben, öz ben karşısında yer alarak, otoriteyi ele geçirir, onu bedensel ve dünyevi nesneler girdabına çeker. Graber; “Özben’in iblis kılığından kendini kurtarması isteniyorsa, ben’in paramparça edilmesi gerekir. Böylece iç ve dış arasındaki birlik ve bütünlük yeniden sağlanır” der. 
Dr. Graber çoğunlukta deprasyonal ve newrotik kadın hastalar üzerinde çalışmalarını yapmıştır. “Kızlıktan kadınlığa masal kızları ve yazgıları” bölümünde bu hastalarından birçok örnek  vererek tezlerini somutlaştırmaya çalışır. Kitabın en geniş bölümü  olduğu için kısa bir tanıtımla ele almayacağız.  D.r Graber bu çalışmaları sonucu, kadının iç güdüsel ve ruhsal yaşamının hangi temellere dayandığını çözmeye çalışır, fakat kadın yazgısının derinliğine inmek için, bunun yeterli olmadığını belirtir. Bunun için ayrıca kadının insanlığın yaşamında geçirdiği değişimlerinde incelenmesi gerektiğine inanır.. 20. yy’ın ortalarına kadar da, “kadının başlangıçtan beri erkeğin kölesi” olduğu kanısının çoğunlukla benimsenmesi, bu tarihsel aşamanın incelenmesinin önemini ortaya koymaktadır. Yazarın bu noktaya ilişkin görüşü, kendi ifadesiyle bu şekildedir: “bu güne kadar erkekler tarafından erkekler için yazılmış tarih kitaplarında anaerkil süreç ve ataerkilliğe geçişte iki cins arasında yaşanan savaş anlatılmayarak, tarih erkek egemenliğiyle başlatılır.” Tarih araştırmaları bugün, bu süreci kapsamlı tahlil edip, açığa çıkarmıştır.Ayrıca Evrim düşüncesindeki “biogenetik” yasaya göre, insan türünün şimdiye kadar geride bıraktığı gelişim sürecini, her insan kısa yoldan kendi yaşamında yinelemektedir. Ana rahmindeki gelişim süreci ile yaşamın başlangıcında sulardaki varoluş evresi birbirine denktir. Bilimsel gelişmeler kadının ve erkeğin zaman içindeki değişimlerini bugün açığa çıkarmıştır. Buna karşı kadının ruhsal ve düşünsel alanındaki özgürleşmesine en önemli katkı, Dr. Graber’e göre derinlik psikolojisinden gelmektedir. Derinlik psikolojisi bilinç altını aydınlatarak, erkek egemenliğinde yaşanan  baskıları, korkuları ve kendini savunma isteminden doğan, ideallerindeki çürüklük ve sakatlıkları göz önüne sermiştir. Böylece çeşitli değişimlere konu olmuş Ezeli kadınsalı, ilk anneliği yani kadın özünü diriltmek,özgürleştirmek ve güçlendirmek mümkün olacaktır. Kadın ve erkeğin birbirinden daha bağımsız yaşamasını sağlayacak bir dönemin kapılarını artık araladığını belirtir. Ayrıca uygarlık yaşamımızın ileri derece newrotik nitelik taşıdığının derinlik psikolojisiyle kanıtlandığını belirtir. Bu noktada şu temel soruyu sorar: “Acaba bugün giderek büyüyen kadın hareketleriyle sarsılıp, sallanmaya başlayan uygarlık baskılar sonucu doğmuş, sözde bir ürün müdür?”
Yine sevgi üzerine de önemli araştırmalar yapan yazar; “Sahip olmayı amaçlayan sevgi küçük bir sevgidir... Gerçek sevgi kendine bağlamaz, sevileni özgür kılar...” değerlendirmelerini yaparak, hep yarım kalan bir masala benzeyen yaşamı tamamlamada doğru sevgi anlayışının yakalanmasının önemine değinir. Yine erkek egemenliğinin gelişimine değinirken de; “Erkek en yüce tanrıların prototipi rolünü oynamaya başlamıştır” der. Bu temelde gelişen erkek egemenlikli sistemle kadın için kölelik ağının açıldığını, bu köleliğin uygarlığın en yüksek aşamasındaki uluslarda bile kaybolmadan varlığını sürdürdüğünü ve halen de sürdürmekte olduğunu belirtir. Erkek egemenliğine dayalı yapılanmaların, yaşamın gelişip serpileceği yapıcı bir toplum kurma gücünden zerrece nasibini almadığını, geçirilen iki dünya savaşının ortaya koyduğunu ifade eder. 

Cins ve sınıf sömürüsü üzerinde yükselen uygarlığın bugün insani değerlerle ne kadar çeliştiğini ve temelinde yaşadığı sarsıntının düzeyini psikoloji bilimi çerçevesinde bir psikoterapi uzmanı olarak meslek yaşamında karşılaştığı örneklerle kendisi erkek olmasına rağmen kadın ekseninde objektif olarak açıklamaktadır. Kadın özünü ve psikolojisini bilimsel bir bakış açısıyla tanımak için okumaya değer, güncel bir kitaptır. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder