KADIN PSİKOLOJİSİ
DİROK JİYAN
İsviçreli ünlü
psikolog ve psikoterapi uzmanı Dr. Gustav Hans Graber tarafından kaleme alınan
“Kadın psikolojisi”adlı kitap, bu konuda bilimsel ölçüler çerçevesinde
gerçeklere sadık olarak yazılan sayılı eserlerden biridir. Kitabın içeriğine
geçmeden önce yazarı hakkında kısaca şunları belirtebiliriz. Dr. Graber
kariyerinin başlangıcında öğretmen olarak çalışır.Çocuk psikolojisi üzerine
olan bir çalışmayla doktorasını yaparak
1929’dan itibaren psikanaliz yöntemiyle ruh hastalarını tedavi etmiştir.
Daha sonra Stuttgart psikaniliz derneğinin ve uluslar arası psikanaliz kulübüne
üye olur. Çok sayıda kitabı yayınlanmış olup “psikolog” adıyla da bir dergi
çıkarmıştır.
Kadın psikolojisi kitabı bizzat yazarın meslek
deneyimlerinin sonucunda yazıldığı için herkes tarafından anlaşılacak bir dile
sahiptir. Ancak bu dalda yazılan bir araştırma-inceleme kitabı olduğu için kullanılan psikolojik terimler okuyucuya
yabancı gelebilir. Dr. Graber kitabını 40 yıllık meslek birikiminden sonra
kadınlara ait edindiği bilgiler sonucu yazar. Derinlik psikolojisi, daha çok
ruhsal yapılanmamızın dışa yansımayan, dolayısıyla direk görülüp anlaşılmayan
“bilinç dışı”dediğimiz bölümü inceler. Yazar, bu dalı uğraş alanı seçmesinin
amacını şöyle belirtmektedir; “kadın ruhunu ve içimizdeki Ezeli Kadınsal’ı
araştırmak, tanımak, yetkinliğe kavuşturarak, özgür kılmaktır.
Kitap beş temel bölümden oluşmaktadır. Kuşkusuz her
bölümde çarpıcı belirlemeler ve somut
örnekler bulunmakla beraber burada daha çok ilk iki bölüm üzerinde duracağız.
İlk bölüm “Ezeli kadınsal”dır. Dr. Graber’in çok sık kullandığı bu kavram
doğumdan önce ana karnındayken oluşan, ruhumuzun en temel parçası anlamına
gelmektedir. Rahimde bedenimizle birlikte büyüyüp gelişir. Kısaca ‘bilinçsiz öz ben’ olarak ele alır. Psikoloji bilimine
ait bir kavram olarak bizlere çok yabancı gelse de bugün kadın sorunuyla
ilgilenen hemen hemen herkesin çok tartışıp, tanımaya çalıştığı “kadın
öz’ünden”ayrı değil. “İnsanları kutupsal karşıtlıkların bir bölünmeye yol
açmadığı uyum içindeki bütünlüğe her zaman ezeli-kadınsal ulaştırmış, beden ve
dış dünyaya bağımlılıktan kurtuluş olarak ölümün yüceliğine kendilerini yine
ezeli kadınsal taşımış, nihayet ölümlü kadının rahminde yeniden bedenleşmenin
yüceliğine onları çıkaran yine ezeli kadınsal olmuştur.” Bu bölümde ataerkil
süreçle birlikte kadını, varoluşun gölge tarafını temsil eden, doğasını
gizlerin karanlığıyla saklamaya eğilimli olarak gösterirken, erkek karakterini
bunu keşfetmeye çalışan, araştırıcı bir eğilim olarak ele alır. Erkek kadının
güçsüz, zayıf yanlarını sürekli keşfetmek ister. Ancak tüm büyüklük
taslamalarına rağmen, değiştiremeyeceği bir gerçek vardır. O da; kadınla
ilişkisi bakımından ruhunun derinliklerinde bir çocuk, kadının ise erkekle ilişkisi
bakımından bir anne sayılacağıdır. Erkeğin asıl ruhu yani öz beni anne
kökenlidir, tüm yaşamı boyunca değişmeden kalır. Öz ben ruhun merkezidir. Yaşam
boyunca değişmez .Ama ‘ben’ doğumla birlikte gelişen, ruhsal aygıtın bireyle
realite arasında araç rolünü oynayan katmandır. “Ben” erkeksidir, bedenle
birlikte yok olur. Doğumla birlikte ruhun yaşadığı sarsıntı ve bölünme sonucu
ben-özben arasında boğuşma başlar, ben, öz ben karşısında yer alarak, otoriteyi
ele geçirir, onu bedensel ve dünyevi nesneler girdabına çeker. Graber;
“Özben’in iblis kılığından kendini kurtarması isteniyorsa, ben’in paramparça
edilmesi gerekir. Böylece iç ve dış arasındaki birlik ve bütünlük yeniden
sağlanır” der.
Dr. Graber çoğunlukta deprasyonal ve newrotik kadın
hastalar üzerinde çalışmalarını yapmıştır. “Kızlıktan kadınlığa masal kızları
ve yazgıları” bölümünde bu hastalarından birçok örnek vererek tezlerini somutlaştırmaya çalışır.
Kitabın en geniş bölümü olduğu için kısa
bir tanıtımla ele almayacağız. D.r
Graber bu çalışmaları sonucu, kadının iç güdüsel ve ruhsal yaşamının hangi
temellere dayandığını çözmeye çalışır, fakat kadın yazgısının derinliğine inmek
için, bunun yeterli olmadığını belirtir. Bunun için ayrıca kadının insanlığın
yaşamında geçirdiği değişimlerinde incelenmesi gerektiğine inanır.. 20. yy’ın
ortalarına kadar da, “kadının başlangıçtan beri erkeğin kölesi” olduğu
kanısının çoğunlukla benimsenmesi, bu tarihsel aşamanın incelenmesinin önemini
ortaya koymaktadır. Yazarın bu noktaya ilişkin görüşü, kendi ifadesiyle bu
şekildedir: “bu güne kadar erkekler tarafından erkekler için yazılmış tarih
kitaplarında anaerkil süreç ve ataerkilliğe geçişte iki cins arasında yaşanan
savaş anlatılmayarak, tarih erkek egemenliğiyle başlatılır.” Tarih
araştırmaları bugün, bu süreci kapsamlı tahlil edip, açığa çıkarmıştır.Ayrıca
Evrim düşüncesindeki “biogenetik” yasaya göre, insan türünün şimdiye kadar
geride bıraktığı gelişim sürecini, her insan kısa yoldan kendi yaşamında
yinelemektedir. Ana rahmindeki gelişim süreci ile yaşamın başlangıcında
sulardaki varoluş evresi birbirine denktir. Bilimsel gelişmeler kadının ve
erkeğin zaman içindeki değişimlerini bugün açığa çıkarmıştır. Buna karşı
kadının ruhsal ve düşünsel alanındaki özgürleşmesine en önemli katkı, Dr.
Graber’e göre derinlik psikolojisinden gelmektedir. Derinlik psikolojisi bilinç
altını aydınlatarak, erkek egemenliğinde yaşanan baskıları, korkuları ve kendini savunma
isteminden doğan, ideallerindeki çürüklük ve sakatlıkları göz önüne sermiştir.
Böylece çeşitli değişimlere konu olmuş Ezeli kadınsalı, ilk anneliği yani kadın
özünü diriltmek,özgürleştirmek ve güçlendirmek mümkün olacaktır. Kadın ve
erkeğin birbirinden daha bağımsız yaşamasını sağlayacak bir dönemin kapılarını
artık araladığını belirtir. Ayrıca uygarlık yaşamımızın ileri derece newrotik
nitelik taşıdığının derinlik psikolojisiyle kanıtlandığını belirtir. Bu noktada
şu temel soruyu sorar: “Acaba bugün giderek büyüyen kadın hareketleriyle
sarsılıp, sallanmaya başlayan uygarlık baskılar sonucu doğmuş, sözde bir ürün
müdür?”
Yine sevgi üzerine de önemli araştırmalar yapan yazar;
“Sahip olmayı amaçlayan sevgi küçük bir sevgidir... Gerçek sevgi kendine
bağlamaz, sevileni özgür kılar...” değerlendirmelerini yaparak, hep yarım kalan
bir masala benzeyen yaşamı tamamlamada doğru sevgi anlayışının yakalanmasının
önemine değinir. Yine erkek egemenliğinin gelişimine değinirken de; “Erkek en
yüce tanrıların prototipi rolünü oynamaya başlamıştır” der. Bu temelde gelişen
erkek egemenlikli sistemle kadın için kölelik ağının açıldığını, bu köleliğin
uygarlığın en yüksek aşamasındaki uluslarda bile kaybolmadan varlığını
sürdürdüğünü ve halen de sürdürmekte olduğunu belirtir. Erkek egemenliğine
dayalı yapılanmaların, yaşamın gelişip serpileceği yapıcı bir toplum kurma
gücünden zerrece nasibini almadığını, geçirilen iki dünya savaşının ortaya
koyduğunu ifade eder.
Cins ve sınıf sömürüsü üzerinde yükselen uygarlığın
bugün insani değerlerle ne kadar çeliştiğini ve temelinde yaşadığı sarsıntının
düzeyini psikoloji bilimi çerçevesinde bir psikoterapi uzmanı olarak meslek
yaşamında karşılaştığı örneklerle kendisi erkek olmasına rağmen kadın ekseninde
objektif olarak açıklamaktadır. Kadın özünü ve psikolojisini bilimsel bir bakış
açısıyla tanımak için okumaya değer, güncel bir kitaptır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder