VATANDAŞ” ODAKLI DEVLET
Doç. Dr. NEVZAT SAYGILIOĞLUTürkiye’de devletin işlevlerini yerine getirmedeki yetersizliğini, işlemlerindeki verimsizliğini ve uygulamalarındaki adaletsizliğini günlük hayatta her vesileyle gözlemleyebilmek mümkündür. Zira, Türkiye’de mevcut devlet yapısı, içinde bulunduğu dengesiz yapı gereğinin bir sonucu olarak, toplumun temel ihtiyaçlarını karşılamakta bile zorlanmaktadır. Vatandaşlarının temel ihtiyaçlarını bile karşılamakta zorlanan Türk kamu bürokrasisi, topluma daha yüksek bir hayat standardı vadedemeyen bu verimsiz ve etkinsiz yapının maliyetinin her geçen gün artması karşısında, patronaj ilişki düzeni ve politizasyondan dolayı alternatifler de sunamamaktadır.
Siyaseti nasıl yürüttüğümüze, işletmelerimizi nasıl yönettiğimize, çocuklarımızı nasıl eğittiğimize, mali kaynaklarımızı nasıl tasarruf ettiğimize ve çevremizi nasıl koruduğumuza bakıp kendimizi nasıl zayıflattığımızı anlamak mümkündür. Bu nedenle, Türkiye'de devletin değişmesi, ilk bakışta kurumsal bir değişme olarak algılanabilir.
Ancak üzerinde daha dikkatle durulduğunda, devletteki herhangi bir değişikliğin doğrudan sosyo-ekonomik bir öze de sahip olduğu görülmektedir. Türkiye'de, devlet aygıtı, hem merkezi hem de yerel yönetim düzeylerinde hemen her parçası ile toplumsal yaşama dokunmakta, onunla kesişmekte ve içine geçmekte ya da özdeşleşmektedir. Devlet işlerinde değişme; devlet-özel sektör, devlet-yurttaş, devlet-toplum ilişkilerinin yanı sıra, devlet mekanizması içinde siyaset-bürokrasi dengesini, bürokratik aygıtın örgütlenme ve çalışma ilkelerini de yeniden biçimlendirmeye zorlamaktadır.
Oysa Türkiye’de, toplumun çoğunun artık “değişim kaçınılmazdır” fikrini kabul etmiş gözükmesine rağmen, halen ülkemizde değişime olan yaklaşım tıpkı “ölüm ve vergiler” gibidir: “Erteleyebildiğin kadar ertele!..”
Her şeyden önce Türkiye’de devlet sisteminin yapısında, toplumun ve onu oluşturan bireylerin, kamusal faaliyetlerle ilgili ve kamu yönetiminin iyileştirilmesine yönelik bir girdi vermesini olanaklı kılan sistematik bir yaklaşım ve gelenek tesis edilememiştir. Toplum, kamusal süreçlerle ilgili olarak iltimaslı ve imtiyazlı bir hayata taliptir. Tarım toplumunu hala aşamamış, uluslararası standartlara göre mesleksiz sayılabilecek bireylerin yaşam çilesini her gün iliklerine kadar hisseden bir toplum yapısına sahip, piyasa mekanizmasının yerini siyasal patronajın aldığı ülkemizde, toplumun geneli, kendi çıkarını “akıl dışı” bir sistemde aramaktadır. Böyle bir sistemde, kamu kurumlarının algılanış biçimi yurttaşın işinin düştüğü herhangi bir kamu kurumunda bir “yakının” bulunması, en az o kurumun yapacağı işi iyi yapması kadar önemli hale gelmiştir. Bunun sonucu olarak ülkemizde kamusal hizmet odağı kaybolmuştur.
Modern toplumlarda toplumsal ihtiyaçlar temel olarak vatandaşların ödediği vergilerle karşılanmaktadır. Bu sebepten, vatandaş devlet aygıtı karşısında ikili bir rol üstlenmektedir. Bunlar:
• Kamu hizmetlerinin finansörü,
• Kamusal hizmetlerden faydalanan, yani yeni kamu yönetimi anlayışı terminolojisiyle “müşteri”,
rolleridir. Günümüzde halk, kronolojik anlamıyla, tebaa konumundan vatandaşlığa, oradan da müşteri konumuna geçmekte ve salt teknik bir düzenlemeler bütünü olmayan etkin devlet reformu, yönetimi verimli ve etkin kılma; bunu yaparken, aynı zamanda çağdaş gelişmeleri izleyerek vatandaşı, yenilemenin kaynağı olarak görmektedir.
Bu çerçevede, geçmiş dönem reform girişimlerinin ana hedefi, kamu yönetiminin iç işleyişini iyileştirmek ve daha verimli kılmak iken kamu hizmetinin nihai kullanıcıları olan vatandaş, günümüzde devlet reformu projelerine entegre edilerek merkezi bir konuma çekilmiştir. “Müşteri” kimliği ile vatandaş, kamu hizmetlerinin zamanında yerine getirilmesini, beklentilerine uygun ve kaliteli olmasını kamu yönetimlerinden talep etmektedir. Bu nedenle, vatandaş odaklı ve vatandaşın talep ve beklentilerine daha duyarlı bir kamu yönetiminin tesisi önem taşımaktadır.
Bir analiz birimi olarak devlet, nihayetinde bir kurumlar bütünüdür. Oysa devlet aygıtına vücut veren toplumun bizatihi kendisidir. Bu bağlamda, tüzel kişiliğe sahip bir organizasyon olan kamu yönetiminin nihai ve esas amacı vatandaşa hizmet sunmaktır. Vatandaş, kamu hizmeti tüketicisidir ve her tüketici gibi onun da hakları bulunmaktadır. Bu husus, sunulan hizmetlerin vatandaşın gereksinim ve beklentilerini karşılamasını gerektirmektedir. Gerçekten de, bu anlayış, kamu hizmetini yönetenlerin, seçilmiş ya da atanmış olmaları ayrımı yapmadan, tümüyle vatandaşa duyarlı olmalarını zorunlu kılmaktadır.
Vatandaş odaklı bir kamu yönetimi, hem devletin vatandaşa, hem de vatandaşın devlete olan saygısını ve güvenini artırmada ve bu unsurların sürekliliğini sağlamada yararlı bir araç görevini görecektir. Etkin ve verimli işleyen bir kamu yönetiminde halkın katılımı ve katkısı, kamusal politikaların oluşturulma ve uygulama aşamalarında kamu yöneticilerine hizmetlerin ve kararların etkinliği ile ilgili önemli ölçüde girdi sağlayabilmektedir.
Bu nedenle toplumla kamu kurumları arasında;
• Vatandaşların katılımını sağlayacak gerekli mekanizmaların kurulması,
• Kamusal hizmet tercihlerinde halkın ihtiyaç, istek ve beklentilerinin, bir dizi bilimsel yöntemlerle saptanması ve kamusal faaliyet sürecinde dikkate alınması,
• Kamu hizmetinin üretiminde yararı, ilgisi ve bilgisi olan özel kişi ve kuruluşlar ile birbirleriyle ilişkili kamu kurum ve kuruluşları arasında ortaklık ve işbirliği, bilgi ve deneyim alışverişini teşvik edecek yapıların tesis edilmesi,
• Yerel yönetimlerle merkezi hükümet ve bunlarla, üniversiteler, vakıf ve dernek gibi sivil toplum kuruluşları arasında ortaklık ve işbirliğinin gerçekleştirilmesi,
• Son tahlilde toplum ve kendisine hizmet sunmakla görevli kamu kurumları arasındaki ilişkilerin bu zihni yapılanmanın gereklerine uygun olarak düzenlenmesi,
etkin bir devlet tasarımı için elzemdir.
Daha yüksek yaşam standardı düzeyine sahip, yurttaşları daha mutlu, daha çok üreten ve uluslararası rekabet gücü yüksek bir ülke olmak istiyorsak, bunun artık günümüz Türk devlet sistemi uygulamalarının değişmesi gerektiği gerçeğini kabullenmemize bağlıdır. Çünkü, küresel platformda ortaya çıkan ekonomik, sosyal ve siyasal krizler; ülkelere artık bir toplumun ortak buluşma noktasının sonsuza kadar “akıl dışı” bir devlet yönetiminin olamayacağını göstermektedir.
Etkin devlet girişimlerinin temel felsefesi, artık insanların devlete değil, devletin vatandaşa ve topluma hizmet etmesi, onun hak ve özgürlüklerini güvence altına alması, devleti ve tüm kurumları bireyin mutluluğu ve refahı için çalışması anlayışını ortaya çıkarmaktır. Çünkü, devlet, devletin menfaatleri, ülke kalkınması gibi spekülasyona açık fikri kavramlar üzerinde inşa edilecek bir devlet sistemi yerine “bireyi” temel alan bir sistem hiç kuşkusuz, daha etkin ve gerçekçi olacaktır. Öte yandan, çeşitli zihinsel süreçler yoluyla imal edilen tanımlamalar, aynı zamanda birer tabu olduklarından, sistemi, sürekli itirazlar ve karşı itirazlar kaosuna ve fasit dairesine sürüklemektedir. Oysa, “birey”in tanımlanabilir gerçekliğinden yola çıkılarak yapılacak bir tahlil, devletin etkinleştirilmesi hedefine ulaşılabilmeyi mümkün kılabilecektir.
Güçlü ve demokratik devlet yapılarına bakıldığında, vatandaş haklarının öne çıktığı ve korunduğu görülecektir. Özellikle gelişmiş batı toplumlarında; vatandaşların bilgi edinme, kamu hizmetlerinden yararlanma, yönetime katılma gibi haklarının yasalarla güvence altına alındığı gözlenecektir.
Merkezi, yerel ve yerinden yönetim kuruluşlarının, kamusal ve özellikle sosyal alanlarda önemli roller üstlendiği açıktır. Dolayısıyla devlet, “hizmet veren” veya “hizmet altyapısını oluşturan” bir aygıt konumundadır. Bu yapı ve anlayış içinde vatandaş ise “müşteri” konumundadır. Önemli olan müşteri memnuniyetini geçerli ve hakim kılmaktır. Bunun yolu da “sonuç odaklı” devlet işleyişinden geçmektedir. Aşırı bürokratik, merkeziyetçi, çok kademeli, yetkilerin yukarıya taşındığı, liyakatin sadakate dönüştüğü yapılar ve işleyiş yolsuzluğa ve yoksulluğa davetiye çıkarmaktadır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder