21 Mayıs 2014 Çarşamba

CİNSEL AŞAĞILAMA

CİNSEL AŞAĞILAMA, TOPLUMSAL CİNSİYET KARMAŞASI VE EBU GARİB’DEKİ DEHŞET

Zillah Eisenstein

22 Haziran 2004



New York Times, Ebu Garib'de tutulan mahkûmların tahliye edilmesini haber yapıyor. Fotoğrafta annesi ve kızkardeşlerinin kucakladığı 17 yaşında genç bir adam görünüyor. Bedeni onların koruyucu kollarına düşüvermiş. Benim kızımdan iki yaş küçük. Yaşadığı dehşetten sonra kendini hiç toparlayamayacağını düşününce içim yanıyor.

Ebu Garib'de Müslüman erkekler cinsel aşağılanmaya maruz kalanlar olarak tanımlanıyor. Ve işçi sınıfının beyaz kadınları müslüman erkekleri vajinalarını uyarmak için kullanıyor. Bu ikiliğin önemi karşısındaki şaşkınlığım sürüyor. "İşkence gördü" veya "tecavüze uğradı" yerine "aşağılandı/utandırıldı" tabirinin kullanılması karşısında şaşkına döndüm. Bosna savaşı sırasında tanıştığım, tecavüz kamplarına zorla tıkılan kadınların utandırıldıkları değil, tecavüze uğradıkları düşünülüyordu. Sözcüklerin seçimi her şeyi açıklıyor. Tecavüze uğrayan ve küçük düşürülen erkekler utandırılıyor, çünkü onlara kadın gibi davranılıyor; kadın –yani cinsel açıdan hükmedilen ve küçük düşürülen kişi- olmaya zorlanıyorlar. Çıplak ve korumasız erkekler bize genellikle kadın olmakla bağdaştırılan zayıflığı hatırlatıyor. Ebu Garib'deki esmer erkekler bu yüzden kadınsı olarak kurgulanıyorlar ve bir eşcinsellik alt-metni oluşturuyorlar.

Ebu Garib’deki işkencenin resimlerini gördüğümde yıkıldığımı hissettim. Gerçekten çok üzüldüm. Fanatiklerin, aşırı olanların “bizler” olduğunu düşündüm; onlar değil. Ertesi gün, Ebu Garib üzerine düşünmeye devam ederken, bu kadar çok kadının bu canavarlığa bulaşabilmesine hayret ettim. İşkencecilerden üçü -Megan Ambuhl, Lynndie England ve Sabrina Harman- yani resimlerde anlatılanları uygulayanlar- beyaz kadınlardı. Irak’taki hapishanelerden sorumlu Tuğgeneral Janis Karpinski de beyaz bir kadın. Tutukluların yasal durumlarını denetleyen, en üst düzeydeki Birleşik Devletler İstihbarat Sorumlusu Tümgeneral Barbara Fast da aynı şekilde.

Condoleeza Rice da, Başkan’ın Ulusal Güvenlik Danışmanı, siyah bir kadın olarak tabloyu karmaşıklaştırıyor. Buna karşılık, işkence resimleri esmer Müslüman erkeklere aitti. Müslüman kadın mahkûmların Birleşik Devletler askerlerince bilinen ama “kanıtlanamayan” suiistimalinin ve tecavüzünün ise, Ebu Garib’deki işkencenin ortaya çıkmasıyla büyük ölçüde üstü kapandı. Bu noktaları, argümanımın devamını somutlayana kadar aklınızda tutun. Ebu Garib hikâyesindeki ırksallaştırılmış suskunlukları da, toplumsal cinsiyet karmaşasını da, hem olağan hem de olağan dışı olan bu militerleştirilmiş anı daha iyi görebilmek için kullanacağım. Ebu Garib, savaşın aslında ne olduğunun ve her zaman nelere yol açtığının; tek taraflı militerleşmiş küreselleşmenin bu hassas döneminde “terör savaşının/teröre karşı savaşın” neye benzediğinin tüyler ürpertici bir teşhiridir. Şimdi cevap verebildiğimden daha fazla sorum var. Bu militerleşmiş ve militer dönemde erillik en yüksek noktasındayken, kadınlar neden bu belli iktidar mevkilerinde bulunuyorlar? Bunun nedeni, ordunun giderek daha fazla özelleşip şirketleşmesiyle birlikte bu mevkilerin çağ dışı iktidar alanlarına dönüşebilecek olmasıdır diye düşünüyorum.

Savunma Bakanı Rumsfeld orduyu küçülttü ve yeniden yapılandırdı, ve belki de kadınlara sadece kurumsallaştırılmış gücün koltukları kaldırıldığında imkân verildi. Bunun nedeni, suçun bu bölgelerde konumlandırılmasının daha kolay olması olabilir. Bu kadınlar sorumlu tutulmalılar ve hesap vermeliler; ancak onlar aynı zamanda toplumsal cinsiyet yemleri durumundalar. Yem olarak, genelde kendi cinslerinin kurban durumunda olduğu bu cinsel aşağılamaya katılarak karışıklık yaratıyorlar. Toplumsal cinsiyet rollerinin değiş-tokuşu, erkek yanlısı/ırksallaştırılmış toplumsal cinsiyete uygun bir zemin bırakıyor. Yalnızca cinsiyet değişiyor; üniforma aynı kalıyor. Beyaz kadınlar erkek yanlısı bir siyasal iktidar inşa ettiği ve esmer erkekler de kadınlar ve ibneler olarak göründüğü sürece, erkek de kadın da erilleştirilmiş bir komutan ya da emperyal bir işbirlikçi olabilir. Ne zaman iktidarın ve egemenliğin çirkin maskesi Ebu Garib’de olduğu gibi indirilse, iktidar cinsel ve ırksallaştırılmış anlamları ortaya çıkar. Irkçılık ve cinsiyetçilik her zaman için birlikte hareket eder; çünkü her ikisi de karşılıklı olarak birbirini şekillendirir. Biri ortaya çıktığında diğeri pusuda bekler. Irk, cinsiyet ve toplumsal cinsiyet arasındaki melez ilişkinin çarpıcı örnekleri O. J. Simpson davası, Clarence Thomas duruşmaları, Rodney King, Abner Louima ve sonraki olaylardır. Söz konusu olanın ırksallaştırılmış cinsiyet mi yoksa cinselleştirilmiş ırkçılık mı olduğundan, ya da bu ikisinin gerçekten birbirinden ayrılıp ayrılamayacağından hiçbir zaman emin olunamaz. Ebu Garib vakasında ırksal kodlamalar, siyasal iktidar inşa etmek adına toplumsal cinsiyet anlamlarının ve bunların karmaşasının tohumlarını ekmek için kullanıldılar. Bir kadın gibi davranılan bir adam, beyaz bir erkekten değil, insandan da aşağı bir hale geliyor; tıpkı beyaz bir kadından değil, insandan da aşağı görülen siyah köle kadın gibi. Yahudiler ve tüm dinlerdeki Sâmilerle birlikte müslüman erkekler de beyaz erkeklerin kabul edildiği gibi erkek olarak görülmüyorlar. Bu biraz da Siyah köle erkeğin sevgilisine ya da çocuğuna efendisi tarafından tecavüz edilmesini izlemeye zorlanmasına benziyor; tek bir farkla, siyah erkek beyaz erkekten eşcinselliğiyle değil cinselliğe olan düşkünlüğüyle ayrışıyor.

Yani Siyah erkek aynı zamanda linç ediliyor ve sakat bırakılıyor/hadım ediliyor. Erkek yanlısı ahlâksızlık politik bir söylem olarak erkekler ve/veya kadınlar tarafından benimsenebilir. Bush yönetiminin, Taliban’ın kadınlara karşı uygulamalarına karşı başlatılan Afgan savaşında ve sonrasında da Saddam Hüseyin dönemindeki korkunç işkence ve tecavüz odalarına karşı kullanılan bombaları haklılaştırmak için kadın hakları söylemini kullanması çok daha adice. Bush’un her çeşit feminizmi sürekli eleştiren kadınlarının da -Laura, Mary Matalin, ve Karen Hughes– savaş için bu emperyal kadın hakları bahanesini telaffuz etmeleri de şaşırtıcı olmamalı. Emperyal(ist) feminizm, toplumsal cinsiyet tuzaklarının kullanımını bulanıklaştırıyor; kadınlar hem kurban hem de suçlu; rahatsız ama özgür; tam anlamıyla ne komutan ne de yem. Peki tecavüz ve cinsel aşağılama savaştaki sapkınlıklar olarak değil de, sadece diğer araçlarla sürdürülen bir savaş biçimi olarak anlaşılırsa ne olur?

O zaman pek çok kadını, sokağa çıkmayı göze alırlarsa tecavüze uğramaktan ve kaçırılmaktan korktukları için eve hapseden Irak’taki düzensizlik ve kaosu görmek için farklı bir bağlam söz konusu. Bu ayrıca, İran Körfez bölgesinde, Birleşik Devletler’in düzinelerce kadın askerinin hemcinsleri olan askerlere karşı son zamanlarda giriştikleri cinsel saldırılara ve tecavüze farklı bir bakış getiriyor. Son iki yılda, 2002-2004 arasında, Irak, Kuveyt ve Afganistan’da Birleşik Devletler’in kadın askerlerinin uyguladığı en az 112 tane cinsel suiistimal olayı belgelendi. Bu tam olarak kimin savaşı? Neden savaş hikâyeleri kendi çizdikleri yolla çatışıyorlar? Neden Balkan savaşlarında Müslüman erkek mahkûmların tecavüze uğraması ve aşağılanması büyük ölçüde hasır altı edilirken, kadınların tecavüze uğraması Sırp milliyetçiliğini canavarlaştırmanın baş nedeniydi? Peki, bugün neden gündemi Müslüman erkeklerin aşağılanması oluşturuyor da, kadın mahkûmların tecavüzünün üstü örtülüyor? Çünkü, bugünün militer erilliği, toplumsal cinsiyet rollerini değiş-tokuş ederek kadınların erkeklerden kaçınılmaz olarak farklılaştırılması yoluyla; yem olan beyaz kadınları kullanarak, her iki cinsin de kendini heteroseksüel olarak görerek birbirine “ötekileştirilmesi” ve birbirinden farklılaştırılması yoluyla işliyor.

Bununla birlikte, bu suskunlukların kadınlar ve erkekler arasındaki, savaştaki ırksallaştırılmış/cinselleştirilmiş şiddetin merkezi konumu olmadan varolmayan ve varolamayacak kopukluğu ve farklılaşmayı güçlendirdiğini düşünüyorum.

Ortaklaşılan bu insanlıktan çıkmışlık, aynı zamanda kendinin tam zıttını da kanıtlıyor: erkek ve kadınların ortaklaştığı insanlığı. Cinsiyet ve ırk bu noktada birleştiriliyor ve yeniden formüle ediliyor. Bedenler toplumsal olarak cinsiyetlendirilmiş anlamlarından koparılıyor. Esmer adamlar her renkten kadınlar gibi oluyorlar; baskın olduğu ve zincirleri elinde tuttuğu düşünülen ise beyaz kadınlar –aynı zamanda kendi asker arkadaşları tarafından tecavüze uğrayan beyaz kadınlar.

Toplumsal cinsiyet rollerinin değiş-tokuşu ve karmaşası bu militarist anlarda yem haline geliyor; böylece kimsenin insanlığı öne çıkmıyor. Aynı şekilde, iktidar ve egemenliğin yaşam sınırlarını belirleyen yapıları da göz ardı ediliyor. Barbara Ehrenreich’a göre Ebu Garib, feminizmin –kadınların erkeklerle aynı haklara sahip olmaları gerektiği fikrinin– yetersiz bir strateji olduğunu ortaya koyuyor. Olabilir; ama bu Ebu Garib’in kısmen de olsa yanlış bir biçimde değerlendirilmesidir. Ehrenreich Ebu Garib’in “emperyal kibir, cinsel ahlâksızlık ve toplumsal cinsiyet eşitliği”nin bir göstergesi olduğunu yazıyor. Ama burada bir toplumsal cinsiyet eşitliği değil, sadece toplumsal cinsiyet ahlâksızlığı, ya da daha iyi bir ifadeyle kimsenin istemediği deforme edilmiş bir eşitlik var; ve bu noktada kadınların eşit olduğu söylenemez bile.

Yeryüzündeki ve bu ülkedeki çoğu feminizm, erkekleri taklit etmenin eşitlik ya da özgürlük olmadığını bilir. Benzer konular Colin Powell ve Condi Race bu savaşın simgesi haline geldiğinde de gündeme gelmişti. Onların varlığının, ırk ve/veya toplumsal cinsiyet eşitliğinin bugün pek çok Siyah erkek ve kadın için varolduğu anlamına geldiğini düşünmemek gerekir. Aslında, oransız sayılarda pek çok Siyah –erkek ve kadın– Birleşik Devletler hapishanelerinde, kendilerini çırılçıplak soyan ve suiistimal eden hapishanelerde yaşıyor.

En ürkütücüsü de, Ebu Garib feminizm gibi gösterilmeye çalışıyor, ama ben bunu kesinlikle kabul etmiyorum. Ebu Garib zıvanadan çıkmış aşırı-emperyalist/erilliktir.

Kadınlar siyasi iktidarın kadın düşmanlığının üzerini örtmek için sunuluyorlar. Yani bence burada feminist olarak düşünülebilmesi mümkün çok az şey bulunabilir. Kadınların çoğu küreselleşme, ABD’de iş gücünün yeniden yapılanması ve eğitim görme ve/veya bir meslek edinme arzusu nedeniyle orduya giriyorlar. Jessica Lynch Wal-Mart’ta bir işe başvuruyor ve kabul edilmeyince askere yazılmaya karar veriyor. Lynch ile birlikte savaşan Lori Piestewa ve Shoshanna Johnson da eğitim görmek isteyen bekâr annelerdi. Ebu Garib’daki suçlardan sorumlu olan üç kadın da işçi sınıfındandı. Ben burada eşitlik değil, gereklilik görüyorum. Bu savaştaki askerler arasındaki çeşitliliği ve farklılığı basitleştirmemek için dikkatli olmak istiyorum, özellikle de kadınlar konusunda. Siyah bir kadın aşçı-asker olan Johnson vuruldu, rehine• olarak alındı ve sonra evindeki kızına dönmesi için kurtarıldı.

Johnson Larry King’in programında kendisine Lynndie England hakkında soru sorulduğunda ise şunları söyledi: “Ne olursa olsun birinin boynuna ipi geçirip onu çıplak bir şekilde sürüklemezdim. İsterlerse askeri mahkemeye göndersinler, ya da istedikleri herhangi bir cezayı versinler. Yapmazdım.”

Ayrıca, kaçırıldığı zaman güvenliğinden endişelendiğini ve tecavüze uğrama ihtimalinden dolayı korktuğunu, ancak savaş alanındaki bir yenilgiden sonra kendisine hep saygılı davranıldığını söyledi. Jessica Lynch, her ne kadar “I Am A Soldiere Too” da (Ben de bir askerim, ç.n.) zarar gördüğü ve cinsel tacize uğradığı ima edilse de, bir mahkûm olarak kendisine ihtimam gösterildiğini ve düşünceli davranıldığını belirtti. Harap bedenine rağmen Irak’ı canavarlaştırmayı, ya da bu savaşın sesi olmayı reddetti. Kadınlar Ebu Garib’in görsel öyküsünde, heteroseksist kuralları korumak için kullanılıyorlar. Cinsel hiyerarşiyi ve karşıtlığı tersine çevrilmiş bir şekilde koruyan kadınların erkekleri suiistimal ettiğini görüyoruz; burada kural “sorma, söyleme”. Bu düşük rütbeli kadınlar açıkçası herhangi bir şeyin kontrolü altında da değiller; yapmayı reddedebilecekleri iğrenç şeyleri destekleyen bir çeşit piyon gibiler.

Ama eylemleri kendi güçlerini ya da ayrıcalıklarını kanıtlamıyor, sadece beyaz kadınların Müslüman erkekler üzerindeki emperyal gücünü gösteriyor. İktidarın heteroseksist, hiyerarşik ve cezalandırıcı sistemi içinde hareket ediyorlar. Aynı iktidar sistemi onları kurbanlık asker olarak sunuyor. Cinsiyet, ırk, toplumsal cinsiyet ve sınıfın bu karmaşık örgüsü yanıltıcı bir şekilde ve de Ebu Garib’deki sonuçla dokunuyor. Fast ve Karpinski’nin beyaz olması, ve Siyah kadınları emir veren konumda ya da England gibi cinsel suça karışmış bir şekilde görmememiz gerçekten önemli. Johnson ırksallaştırılmış cinselliğin saptırılmış etkilerinden dolayı hiçbir zaman toplumsal cinsiyet yemi konumuna yerleştirilmez. ABD’deki, erkekler ve kadınları ayırmaksızın tüm insanların, kadınların Ebu Garib’de mahkûmları aşağıladığını görünce dehşete kapılmaları da önemsiz değil. Hatta bazılarımız bu eylemlerin başında da kadınların olmasını umdu. Açıkçası basit özcülük -yani kadınların anneliğe veya bakıcılığa ya da barışçı olmaya daha yatkın olduğu, basit bir şekilde doğru değil. Ayrıca, yaşamları ve ebeveyn olarak sorumlulukları olanak verseydi pek çok kadının savaşa erkekler kadar eğilimli olacakları da doğru değil. Kadınlar ve erkekler, kendi üzerlerindeki güçlere yanıt veriyorlar ve bu güçler tarafından belirleniyorlar.

Ne toplumsal cinsiyet özcülüğü ne de cinsiyetin toplumsal olarak kurgulandığı düşüncesi savaşı açıklamıyor. Böylece Ebu Garib, mahkûmlara işkence yapmaya ve onları taciz etmeye karar vermiş birkaç ahlâkı gevşek kurbandan daha büyük bir soruna işaret ediyor. İnsanları aşağılamanın müstehcen yöntemleri Afganistan’da da uygulanıyor, bizim evdeki kendi hapishanelerimizde de. Suiistimal siciline sahip sabık hapishane korumalarının, Guantanamo'daki tutukluları sorgulayan yetkililerin ve Afgan savaşındaki askerlerin Ebu Garib'deki askeri personel tarafından eğitildiği şimdi ortaya çıkıyor. Bu sadece Savunma Bakanı Donald Rumsfeld'in, Güvenlik Danışmanı Condeleeza Rice'ın, Savunma ve İstihbarat Müsteşarı Stephen Cambone'nin ve Guantanamo tutuklama merkezinin komutanı Geoffrey Miller'ın oynadığı rolle ilgili bir şey değil.

Bu, aynı zamanda, bu tek taraflı militarizasyon günlerinde yüksek vitese takılan ırksallaştırılmış erilliğin daha geniş sistemiyle ilgilidir. Bu yapısal hiyerarşik ayrıcalık ve iktidar sistemi, siyasi iktidar inşasında işe yaramayan herkesi ‘öteki’leştirir. Böyle anlarda çok az sivil dışarıda bırakılır.

Toplumsal olarak cinsiyetlendirilmiş/ırksallaştırılmış bireyler hiçbir zaman basitçe göründükleri gibi değildir. Toplumsal cinsiyet aynı zamanda karmaşıktır. Kafa karışıklığı yaratmak için eşi bulunmaz bir foyadır. Kofi Annan Afrika'daki kadınların kendilerine yatırım yapıldığı takdirde AIDS sorununu çözmeye yardım edeceklerini söylediğinde, ABD'de adil olmayan arabuluculuk vaatleri adına harekete geçmek için kadınlara ihtiyaç duyulduğunda, Afganistan ve Irak'taki kadınlar gerçek demokratik mücadele için önemli liderlikler sağladığında VE ekonomik gereklilikten dolayı bu "terör savaşı/teröre karşı savaş" içinde savaşmak için harekete geçirildiğinde, bundan daha kolay bir izah yolu yoktu. Toplumsal cinsiyet eşitliğine dair gerçek vaatler, iktidarda olanlar tarafından kullanılacak ve suiistimal edilecektir.

Toplumsal cinsiyet ayrımı, savaş VE barış için harekete geçirilecektir. Bu, savaş kapitalizminin yeniden tesis edilen ataerkilliğinin çirkin yüzüdür. Bush'un terör savaşı/teröre karşı savaşı kendi reelpolitiğinin•, yani tek yanlı siyasi iktidar inşasıyla birlikte yürüyen ırkçı kapitalist kadın düşmanlığının üstünü örtüyor. Ebu Garib, bize insanlığın ve insanlık dışılığın her renkte ve toplumsal cinsiyette ortaya çıkabildiğini gösterdi. Savaş seni, öldürmeye, her an savunma durumunda olmaya, hiçbir düşmanına güvenmemeye hazırlıyor.

Yani savaş, kendini bir başkasında görmene, başkalarından farklı taraflarını değil de onlarla ortak yönlerini görmene olanak tanıyan insanlığın gerçek duyarlılığını her zaman için yok ediyor. Zalimlik, bu başkasının insanlığını görme ve sonra görmeme sürecini ifade ediyor.

Ebu Garib'de erkekliklerinden olan Iraklı mahkûmlar, ABD'deki insanları, savaşın gerçek yüzünü -belli bir mesafeden- görmeye zorladı. Çoğumuz istediğimizden fazlasını gördük: ABD’in terör savaşı/teröre karşı savaşının çirkin ve alçak olduğunu; Irak'taki savaşın sonunun geldiğini; Saddam Hüseyin'den farklı olmadığımızı. Toplumsal cinsiyet kurgusu hep değişiyor.

Ve bununla birlikte savaşın kendisi de değişiyor. O halde, erillik ve dişillik ve bunların ırksallaştırılmış anlamları sürekli değişme halinde. Linda Burnham, Ebu Garib'deki "fethin cinselleştirilmesi"ne dikkat çekiyor ve cinsel egemenliği "militarist aşırı-cinsellik"in bir parçası olarak görüyor. Bu aşırı-cinsel an gözler önüne serildi, çünkü, cinselleştirilmiş ırkçılık hep güç sistemleri krize girdiğinde ve savaşın gerçekleri fazlasıyla görünür olduğunda ön plana çıkarılır. Tek taraflı iktidar, eksiksiz ve bütün bir kibirle körleştirilir. Bush yönetimi bunun hukukun üzerinde, her türlü sorumluluktan uzak olduğunu düşünüyor. İşkenceye evet. Kimse masum değildir. Siviller yoktur. Birleşik Devletler ordusu kendi kendini denetler. Kendi kendisinin son çare mahkemesidir. Mahkûmlar için koruma yoktur.

Terör savaşı/teröre karşı savaş, onunla ilişkiye geçen herkes için terörize edici bir savaştır. Savaşan ile sivil, haklar ile küçük düşürme, ve beyaz, siyah ve esmer erkekler ile kadınlar arasındaki çizgi yeniden oluşturuluyor ve üretiliyor. Ancak bu toplumsal cinsiyet değişimi ırksallaştırılmış ataerkilliğin ve erilleştirilmiş toplumsal cinsiyetin yapısal sınırları içinde oluyor. Sigaralı ve tasmalı beyaz kadınların yanındaki işkence görmüş Müslüman erkeklerin çıplak bedenleri ve Ebu Garib'de Müslüman kadınların bulunmayışı ve sessizliği, savaşın ahlâksızca olduğunu yürek parçalayıcı bir şekilde hatırlatıyor. Bu ülkedeki insanların Ebu Garib'deki şiddetin herhangi bir bölümüne, özellikle de feminizm adına tahammül etmeleri, çifte hayal kırıklığı yaratacaktır. Ebu Garib'deki işkencenin resimlerle gösterilmesinin bizi, yerküredeki her birimizin ve herkesin kurtuluşunu kapsayan ırkçı olmayan feminist insanlık için mücadeleye yeniden çağıracağını umuyorum.

Asma Barlas, Miriam Brody, Cynthia Enloe, Mary Katzenstein, Rosalind Petchesky ve Patty Zimmermann'a bu makalenin ilk taslaklarından birini okuyup yorum yaptıkları için teşekkür etmek istiyorum. Bu makaledeki pek çok düşüncenin daha kapsamlı ifadeleri için lütfen “İmparatorluğa Karşı, Feminizmler, Irkçılık ve Batı”(Against Empire, Feminisms, Racism and the West) adlı kitabıma bakınız. (Londra: Zed Press, ABD.: Palgrave, Hindistan: Kali) Temmuz 2004

Eric Schmitt, “Asker Kadınlar ABD Askerlerinin Tecavüzlerini Rapor Ediyor”(Military Women Reporting Rapes By U.S. Soldiers), New York Times, 26 Şubat 2004, s. A1. Barbara Ehrenreich, “Ebu Garib’in Bana Öğrettiği” (What Abu Ghraib Taught Me), www.Alternet.org/story. 20 Mayıs 2004. Rick Bragg, “Ben de bir Askerim”(I Am A Soldier Too) (New York: Alfred Knopf, 2003) Bu tartışmanın aydınlanmasını özellikle Rosalind Petchesky’nin yorumlarına borçluyum. Linda Burnham, “Üniformalı Cinsel Egemenlik: Bir Amerikan Değeri” (Sexual Domination in Uniform: An American Value) War Times, www.war-times.org, 19 Mayıs 2004.




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder