18 Nisan 2014 Cuma

KÜRT KÖKENLİ BİR MEDYALI ZERDÜŞT-2

فارسی: اهورا مزدا در ایران
فارسی: اهورا مزدا در ایران (Photo credit: Wikipedia)


MECUSÎLİK
 Mecusî, Mecus dinine mensup olan; Mecusîlik ise Mecus dinine ait inanç ve akidelere dayalı tutum ve davranışların bütünü; temel akideleri Ateş (ışık)'e tapmak olan Zerdüştîlik, Mithraîlik, Zurvaîlik, Manilik ve Mazdekîlik gibi çeşitli fırka ve mezheplerin ortak adı. Mecusîler, Ateş'e tapan, nur ile zülmeti iki hayır ve şer kaynağı olarak kabul eden müşrik bir topluluktur.Mecus kelimesinin aslı, Pehlivice (eski Farsça)'dan gelmektedir. Lügatçılar, mecus kelimesinin M-C-S kökünden türediğini ifade ederler. Mecus kelimesi, Pehlevicedeki Minc Kûş kelimesinden elde edilmiştir. Kelime olarak Minc Kûş, arapça "sağîr el-Uzuneyn" (küçük kulaklı)'in Pehlevice karşılığını teşkil etmektedir. Taberî, Hişam b. Muhammed el-Kelbî'den rivayetle; Mecuslarca peygamber tanınan Zerdüşt'ün, ehli kitap âlimleri tarafından Filistinli kabul edilip, İbranî peygamber Eremia'nın ashabından birinin hizmetçisi olduğunu, efendisini aldatınca lânetlenip cüzzama yakalandığını söyler: Minc Kûş kelimesinin Arapçadaki "sağîr el-Uıuneyn" (mesûs) kelimesine karşılık oluşturmasından hareketle; muhtemeldir ki, Zerdüşt'ün yakalandığı cüzzam(lepra) hastalığından kulaklarını kaybederek, küçük kulaklı anlamına gelen "Minc kûş" lakabını almıştır. Zerdüşt bu hastalıktan sonra Azerbaycan'a gitmiş ve oradan Mecus (Minc Kûş) akidesini yaymaya çalışmıştır. Minc Kûş kelimesi doğu dil öbekleri arasındaki geçişi esnasında fonetik (lâfzî) değişiklikler geçirerek önce Arâmiceye, oradan da Arapça'ya "mecus" şeklinde intikal etmiştir. Mecus kelimesi lügatçılar tarafından "yahûd" gibi bir cins isim olarak kabul edilmiştir. "Mecuslar"ın tâbi oldukları dine "el-Mecusiyya" denilir. Bu dine Mecusîlik denildiği gibi, Zerdüşt'e isnaden "Zerdüştîlik"'.ve ilâh Ahura Mazda'ya isnaden de "Mazdekîlik" adı verilmiştir.Mecusîlik dinine ait bilgiler, bu dinin kutsal kitabı olan Avesta'da bulunmaktadır. Avesta, Zerdüşt'ün ilâhileri olan Gatha'lar bölümü hariç, II. Şahpur zamanında tedvin edilmiştir. Daha sonra İslâm'ın üçüncü yüzyılında yeniden kaleme alınmıştır. Avesta, zamanla değişik yorumlara tabi tutularak karmaşık ve anlaşılmaz formlarda ortaya çıktığı için, kimlerin Mecusî olduğu tarihçilerin dahi çözemediği bir muamma durumunu almıştır (A. Bausani, İslâm Düşünce Tarihi, İstanbul 1990, I, 77).Mecusîlik, İran'a sonradan gelen arya(soylu)lara telkin edildiği için bir soylular dini olarak ortaya çıkmıştır. Bu anlamda Mecusîlik (Zertüştîlik), aryaların kurduğu Hindnizm, Jainizm ve Sikh(sih) dini ile beraber arî(aryaî).. dinler kolunun bir üyesidir.Mecusîlik dini henüz ortaya çıkmadan önce İran'da aryaların kendileri ile beraber buralara getirdikleri animizm-naturalizm karışımı dinler ve bu dinlere ait ilâhlar bulunmaktaydı. Meselâ Mithra (Mehr) güneşte ikamet ettiğine inanılan bir Mecusî tanrısı olup, geç dönemlerinde Mecusîliğin bir türevi olarak ortaya çıkmıştır.İslâm ve ehli kitap kaymaklarında belirtildiği gibi, dini inançlar bakımından oldukça çeşitlilik gösteren Zerdüşt öncesi İran'da, animizm -natüralizm karışımı inançların yanında, ilâhî bir dinin varlığı da tartışmasızdır. Cassas Ebu Bekir er-Râzi Ahkâmu'l Kur'an'ında, Feridun'dan itibaren İran Viştaseb dönemine kadar uzunca bir zaman tevhîd inancına sahip olduğunu söylemektedir. Şehristâni, el-Milel'de; İranlıların Mecus dininden önce, Hz. İbrahim (a.s)'in Hanif dininden olduklarını zikretmektedir.Taberî'ye göre, İsrailoğullarından bir peygamber, Keyâniyan hanedanının dördüncü hükümdarı olan Viştasebe tebliğci olarak gönderildi. Bu peygamber Viştaseb'in sarayında daha önce Filistinde yaşamış olan Zerdüşt'le karşılaştı. Bu peygamber Viştaseb ve halkına tebliğini İbranice yapıyor, Zerdüşt'de bunu Pehleviceye çeviriyordu. Hükümdar Viştaseb bu zamana kadar Sabii dinine mensuptu. Ancak, bu peygamber vefat edince Zerdüşt bunu fırsat bilerek şeytanın vesveselerini yeni bir din olarak tebliğ etmeye başladı. Ebu Davud, İbn-i Abbas'tan rivayetle, Hz. Peygamber (s.a.s)'in Farslılar'ın nebisi ölünce, şeytan onlara Mecus akidelerini yazdırdı" (Ebu Davud, Harac, 31) şeklinde gelen bir hadis-i şerifine göre, Zerdüşt'ün kurduğu dinden önce İran'da ilâhî bir dinin varlığı kesinlik kazanmaktadır.Hurrakan'ın oğlu Zerdüşt, M.Ö. VII. ile VI. yüzyıllar arasında yaşamıştır. İran sarayındaki İbranî peygamber vefat edince Viştaseb, Zerdüşt'ün tebliğine muhatab oldu ve onun geliştirdiği yeni dini kabul ederek, yayılması için yardım sağladı. Ayrıca tüm İran'da bir çok ateşgede (içinde ateş yanan Mecusî tapınağı) inşa ettirdi. Viştaseb'in oğlu İsfendiyar ise, zaman zaman baskıya varan yöntemleri) bu dini, İran'dan Anadolu içlerine kadar her yerde yaygınlaştırdı.Zerdüşt, ilâh Ahura Mazda tarafından kendisine vahyedildiğini (!) iddia ettiği Gathaları, her biri on bin mısradan ibaret eserini, on iki bin öküz derisine yazmıştı. Gathalarda Avesta içinde yer alır. Avesta da yorum (zend)u ile birlikte "Zend Avesta" diye isimlendirilmiştir.Rivayetlere göre Zerdüşt, bir sabah tanyeri ağarırken kutsal nehir Daiti'nin küçük bir ırmağına inmiş, buradan bir miktar su içtikten sonra, elinde ışıktan bir asa taşıyan ferişteh (melek) Vah Manah ile karşılaşmıştı. Manah onu Ahura Mazda'ya götürmüş ve yeni dininin emirlerini oradan almıştır. Böyle bir ruhî tecrübe geçiren Zerdüşt, henüz Azerbaycan'da bulunmaktaydı ve dinini ilk kez burada tebliğ etmeye başlamıştı. Zerdüşt, tebliğinin ilk dönemlerinde önemli zorluklarla karşılaştı. Bunun üzerine Azerbaycan'dan ayrılıp Belh'e geldi. Bu arada yol boyunca düşüncelerini gözden geçirdi, bazı düzeltmeler yaptı. Belh bu yeni dinin yayılma merkezi oldu.Zerdüşt, yeni dinin şu dört ilkesinin uygulanmasıyla, Ehrimen (zulmet)in ifsadından dünyanın kurtulacağına inanıyordu: 1. Ahura Mazda'ya ibadet, 2. Feriştehlere saygı; 3. Cin ve şeytanlara lânet; 4. En yakın ile evlilik (Ö.R. Doğrul, Dünyadaki Dinler Tarihi, 140).M.Ö. I. bin yıldan itibaren İran'da sosyal hayat tarım ve çiftçiliğe göre teşekkül etmeye başladığından eski dinlerin ilâh ve ayinleri (kurban kesmek gibi), Zerdüşt tarafından terk edilerek, sadece Ahura Mazda'nın bakışları önünde çiftçilik ve tarımla uğraşmak gibi bir ibadet şekline dönüştürüldü. Ahura Mazda, insanlardan ibadet olarak sadece iş (çiftçilik) ve barış istiyordu. En büyük ibadet, kuru bir çöl parçasını ekili bir toprak haline getirip, insanların yararlanmasına sunmaktır. Bu anlamda Zerdüştlük, tarım kültürüne dayalı sosyal bir ıslah dinidir.Zerdüşt dininde maddi dünyanın Cennetten daha değerli olduğuna inanılır. Çünkü kötülüğün gücüne karşı verilecek savaş ancak bu dünyada yapılabilir. Bu anlamda Zerdüştlük (mecusîlik) dünyevî bir dindir.Gathalarda işlenen ana konu, Ahura Mazda'dır. Gathalarda tam ifadesini bulan Zerdüşt dini, senevî (dualist) ilâh inancına sahip, birbirlerine karşı kıyasıya bir mücadeleye tutuşan ilâhların ebedî olarak savaştığı bir dindir. Bu dinde âlem, hayır ve şerrin üstünlük sağlamak için mücadele ettiği bir savaş alanıdır. Bu mücadele ve çatışmanın bir tarafında iyilerin iyisi "nur ilâhî" Ahura Mazda ve ona yardım eden feriştehler; öte yanda yalan şeytanı, "zulmet ilâhı" Angra Mainyu ile yardımcıları yer alır. İnsan bu mücadelede tanrılardan birisinin yanında yer alarak iyi ya da kötülüğünü ortaya koymak zorundadır. Bu savaş, sonunda, Ahura Mazda ve yandaşlarının zaferleri ile sona erecektir. Hayatın belirleyici aslı Hürmüz (Ahura Mazda) ile Ehrimenî (Angra Mainyiz) güçler arasındaki mücadeledir.Ateş, ışık tanrısı olan Ahura Mazdayı sembolize eder ve her tapınakta (ateşgede) bir ateş odası bulunur. Bu tapınaklardan alınan kutsal ateş, söndürülmemek üzere evlere götürülürdü. Ateşgededeki ateşi yakmakla görevli rahip, ateşi kirletmemek için eline eldiven giyer, ağzının üstüne de bir peçe takardı.Aydınlık ilâhı Ahura Mazda'ya inananlar cennete, Angra Mainyu'nun yanını tutanlar da cehenneme gitmeye mahkumdur. Zerdüşt kendisinden üç bin yıl sonra Ehrimeni gücün sona ereceğine, Hürmüz'ün hukümranlığının her tarafı kuşatacağına inanmıştı.Mecusîlik (Zerdüştîlik) sonraki dönemlerde haleflerinin elinde yorumlanarak tahriflere uğradı. Zerdüşt'ün savaş açtığı Mithra ve Anahita gibi animistik ilâhlar, yeniden Mecusîliğe sokuldu.Zerdüşt dinine ilk ağır darbeyi Hükümdar Darius döneminde, M.Ö. 331 yılında Doğu seferini yapmakta olan Büyük İskender vurdu. İskender Avestaları toplatıp Persepoliste yaktırdı ve Mecusîliği yasakladı.Zerdüştlüğün, Vıştaseb'i takib eden birinci yüzyıl dışında pekbir etkinliği olmamıştı. M.Ö. 260 ile M.S. 224 yılları arasında Mecusîler karanlık bir dönemden sonra, daha önce eşi görülmemiş bir gücü ellerine geçirdiler. Sâsânîler, Mecusîlerin yardımı ile İran'da iktidarı ellerine geçirince karşılığında Mecusîlere akidelerini yayma fırsatı tanıdılar. İran'da Mecusîliğin Sâsânilerce yeniden teyit edilmesi dini siyasî yapılanmada, Sâsâni Mabetler iktidarını ortaya çıkarmış oldu. Bu yeni dinî-siyasî yapılanma, İran da soylu (aryaî) olmayan aşağı tabakalara ve sınıflara karşı sistemli bir zulmün yapıldığı yeni bir dönemi başlatmış oldu. Bu yeni zulüm dalgası, gelecek yüzyıllarda geniş halk kitlelerinin kendi istekleri ile İslâm'a girmelerini kolaylaştıran tarihi şartları oluşturdu.Milâdî III. yüzyılda Mani, Mecusî dininin esaslarından yararlanarak yeni bir din (Manieheisme) kurdu. Mani'nin asıl amacı Zerdüştlüğü ıslah etmek ve ondan evrensel bir din meydana getirmekti. Bunun için Mecusîlik, Budhizm ve Hristiyanlık karışımı bir din kurmaya çalıştı. Kendisinin, Hz. İsa'nın müjdelediği "Faraklit" (Süryanice Munhamenna, arapça Muhammed) olduğunu iddia ederek peygamberliğini ilân etti. Mani, madde ve karanlığı kötülüğün yaratıcısı; ışık ve melekût âleminin ise iyiliğin yaratıcısı olduğunu ileri sürerek, Mecusîlik dininin ilkelerinden yararlandı. Madde ve ışık ezelî ve ebedî bir mücadele içindedir. Kurmuş olduğu kâinat nizamı ve gök düzenini Sâsânî sarayının sınıfsal hiyerarşisine kıyasla yorumlamıştı. Manişeizm I. Vehram (Behram) döneminde yasaklandı, Mani de ortodoks Zerdüşt din adamları tarafından idama mahkum edilerek öldürtüldü. Manişeist kâtifler, İslâmî dönemde halifelerin saraylarına kadar sokularak inançlarını yaymaya çalışmışlardı. Mutezile ve Eş'arî kelâmcılar bunlara karşı şiddetle mücadele ettiler.Mazdek, M.S. Beşinci yüzyılın sonlarında Hükümdar Kabad (Kral Kavad)'ın himayesi altında, Zerdüşt dininin bazı kısımlarının değiştirilmesi ve yeniden yorumlanması neticesinde bazı görüşler ileri sürdü. Mazdek, ortaçağın ilk dönemlerinin komünizmini kurarak kadının orta malı olarak herkesin istifadesine sunulmasını zorunlu hale getirdi. Hatta bunu bir müddet uygulamaya koyduğu da bilinmektedir. Fakat bir süre sonra Kabad, Mazdek ve adamlarının birçoğunu öldürttü, Kabad'da oğlu Anuşirvan tarafından bir darbe ile devrildi. Anuşirvan Mazdekî inançlara karşı savaş açtı. Ancak orta Asya'da, Anadolu'da ve İran'da gizli bir şekilde teşkilatlandılar.Mazdekî etkiler, İslâmî döneme sarkarak Bâbekiyye, İbâhiyye, Karmatiyye ve Muhammire gibi isimler altında Mecusîlik akidelerini yaymaya çalıştılar.Hz. Peygamber (s.a.s)'in doğduğu gece meydana gelen büyük mucizelerden birisi de Mecusîliğin ebedi sanılan ateşinin sönmesi ve Kisranın sarayının on dört sütununun devrilmesiydi. Bu mucize, Mecûsiliğin Sâsânîlerle gelen müşrik dinî-siyasî etkinliğinin artık yok olacağı anlamını taşıyordu.İslâmın doğduğu ve yayıldığı sıralarda, Mecusîlik, İran dışında Umman, Bahreyn, Yemen ve Necran bölgelerinde yaygındı. Asr-ı saadette mecusîlere ehl-i kitap uygulaması yapılmıştır. El-Balâzurî'nin beyanına göre, Hz. Peygamber (s.a:s), Hicretin yedinci yılının sonuna doğru, Ala' b. Abdullah el-Hadramiyi, Bahreyn halkını İslâma davet için bölgeye gönderdi. Zerdüştlerin bir kısmı İslâma girdi. İslâmı kabul etmeyenler de Yahudi ve Hristiyanlarla birlikte "cizye" ödemeyi kabul ettiler.El-Balâzûri'deki bir başka rivayette de, Hz. Peygamber (s.a.s), Ebu Zeyd'e Umman Mecsîlerinden cizye almasını emretmiş olduğunu zikredilir. Allah (c.c), Kuran-ı Kerim'de, "Mecus"ları Yahûdi, Sabii ve Hristiyanlardan sonra, müşrik putperestlerden önce zikretmiştir. el-Hac, 17. Bu ayet doğrultusunda ve Resulullah'ın uygulamaları ışığında, İslâm hukuku, Mecusîlere ehl-i zimmet statüsü tanımıştır.Hz. Ebu Bekr (r.a)'ın hilâfeti sırasında Bahreyn Mecusîleri cizye ödemeyi reddettikleri için üzerlerine asker gönderilmişti. Hz. Ömer (r.a), Caz' b. Ma'ûya'e, Bahreyn Mecusîleri için, "yakın akraba evliliği yapan erkeklerin karı ve çocuklarından ayrılması, yemeklerde Mecusî âdeti üzere dua yapılmaması ve Mecusî (mani) sihirbazların katledilmesi emrini göndermiş ve o da bu emri üç gün süreyle uygulamıştır. Bu uygulamanın duyulması üzerine Abdurrahman b. Avf, Hz. Ömer (r.a)'e Hz. Peygamber (s.a.s)'in, "onlardan yalnız cizye alınacağı, başka bir mükellefiyetlerinin olmadığı" hakkındaki hadis-i şerifini (Ebu Davud, Harac, 31) nakledince, Hz. Ömer (r.a) bu hadis doğrultusunda uygulama yapmaya başlamıştır. İslâm egemenliği altında, Mecusîlerin yaşadığı her yerde cizye ödemeleri koşuluyla dini âdet ve ayinlerine müsamaha gösterilmiş, ateşgedeler faaliyetlerine devam etmiştir.Fethi takip eden yıllar içinde İran'da yaşayan Mecusî halk, İslâm'ın adil düzeni karşısında kitleler halinde İslâm'a girdiler. Zira Mecusî inanç ve uygulamaları, bütün türevleriyle aristokrat (sınıflı) bir din, bir soyluluk inancı olarak yerli halk kitlelerini tahkir etmeye ve aşağılamaya devam etmekteydi. Hatta ilginç bir uygulama olarak da İslâm öncesi dönemlerde, Mecusîliğin fiillerinden olan en yakın akraba ile evliliğin sadece soylular arasında yapılabileceği, çünkü bu âdetin bir soyluluk alâmeti olduğu ilân edilerek aryai olmayanlara aşağılayıcı bir sınırlama olarak yakın akraba evliliği yasaklanmıştı. İslâm fethi, Mecusî dininden kaynaklanan sınıf düzenini ortadan kaldırarak, çarpık aile ilişkilerini ebediyyen ilga etti.İslâmî dönemde, Mecusî kalıntılar İslâm'a karşı oluşturulan mukavemet gruplarının psikolojik dayanağı olmaya devam etti. Mecusî inançlarıyla bütünleşen Sâsânî saltanatı, İslâm'ın hükümranlığı karşısında boyun eğdikten sonra, İranî (Farsî)lik haline dönüştü. Ehl-i Beyt'i Sâsânîlerin varisleri kabul ederek, Hz. Ali (r.a)'nin taraftarları arasına sızıp Ehl-i Beyt'in hukukunu müdafaa perdesi altında Zerdüşt (Mecusî) inançları ile İslâm akidesini bozmaya çalıştılar. Şia'nın gulat kesiminde zuhur eden beyaniyye, ilhad ve ibâhilik (her şeyi mubah gören mazdekî serbestlik) v.b. gibi fırkalar, akidelerini Mecusî ve Mazdekî etkilerle beslemekteydiler.Hicrî I. yüzyılın başlarında İran asıllı Mecusîler, İran-Azerbaycan arasında kalan bölgede siyasî iktidarı ellerine geçirince, bölgenin sosyal-siyasî çehresinde hızlı deformasyonlar meydana geldi. Bu bölgede İslâm'a karşı Mecusî akideleriyle beslenen bir savaş ve mücadele dönemi başlattılar. Bu dönemle Gulât-ı Şiadan olan El-Babekiye el-Hürremiyye mezhebi, şu dört ilkeyi kabul ederek Mecusî Mazdekî bir misyonu yürüttüklerini ortaya koydular: 1. Siyasal iktidarı ele geçirmek; 2. Ric'at akidesini yaymak; 3. Mecusîliğin nur ve zulmet ilâhlarına inanmak; 4. Kadının orta malı olduğunu kabul etmek. Babek, Abbasî halifesi Mu'tasım zamanında ulûhiyyetini ilan ederek isyan etti.Mecusî etkiler altında ortaya çıkan bir başka gulât-ı Şîa ekolü de Batınîliktir. Bu mezhep, Irak'ta ayrıca Karmatî ve Mazdekî adını almıştır. Bu mezhebin ilk kurucusu, Ahfaı'lı Mecusî dönmesi Me'mun b. Deysan olup; İran ve Irak'ta İslâm kisvesi altında Mecusîliği yaymaya çalışmıştır (İzmirli İ. Hakkı, Yeni İlmi Kelâm, Ankara 1981, 105).Hicri XIII. yüzyılda Mecusîliğin farklı bir yorumu ile ortaya çıkan Bâbilik ve Bahâilik, İran'daki Mecusîliğin bütün folklorik mirasına sahiptir. Bâbî (Bahâî)ler eski İran hükümdarı Cemşid (ışıklı ulu padişah)'in tahta çıkışı olan 21 Mart (Nev Ruz) gününü bayram kabul ederler. Günümüzde Türkiye'de yaşayan gulat-ı Şia (Alevi) topluluklar arasında bu âdet ateş , üzerinden atlamak ve etrafında dans etmek şeklinde varlığını sürdürmekte olup Mecusîlik geleneklerindendir.Mecusîliğin temel düalizmi olan "nur" ve "zulmet" ilkesi, İslâmî dönemin ikinci yüzyılından itibaren çeşitli felsefî sistemler üzerinde belirleyici etki yapmaya başladı. Bu anlamda bir etki ışrâkî filozof Sühreverdi'nin kozmoloji teorisinde açıkça görülmektedir. Sühreverdî'nin kozmolojisinde kâinat, Mecusîlikte yaratıcı ilkeler olan ışık ile karanlığın derecelerinden oluşmuştur. Işıklar ışığı (Nurul-Envâr, İlâhî Zat), tüm varoluşun kaynağıdır. Işrâkî felsefenin melekler hiyerarşisi de, Mazdek melekler ilmine dayanır (S. Hüseyin Nasr, Üç Müslüman Bilge, İstanbul,1985, 82, 83). Sühreverdî'nin fizik (cisim) teorisinde de ateş, bir ışık formu olarak yüce ışığın (Nurul-A'zam) yeryüzündeki doğrudan vekili kabul edilir. Nitekim Zerdüşt de ateşi, Ahura Mazda'nın yerdeki sembolü kabul ederek, ona tazimde bulunmuştu.Kaderiyyeciler, Allah(c.c)'ı hayırların; şeytanı da şerrin yaratıcısı kabul etmekle, Allah (c.c)'ı Hürmüze, şeytanı da Ehrimen'e karşılık yaratıcı ilke kabul ettiklerinden, Ümmetin Mecusîleri olarak isimlendirilmişlerdir (Aliyyü'l-Kâri, Şerhu'l-Fıkhıl Ekber, İstanbul 1979, 140).XVIII. yüzyılda İran'da meydana gelen karışıklıklar sonucunda Mecusîlerine en yoğun olarak bulunduğu Kirman'daki Zerdüştî semti tahrip edildi. 1887-1888 yılları arasında Kirman ve Yezd civarında toplam Zerdüştîlerin sayısının 7000-8000 kişi olduğu sanılmaktadır. Britanica Ansiklopedisinin 1911 yılı baskısında toplam Zerdüştîlerinin sayısı 9000 olarak verilmiştir. Mecusîlerin Hind kolu olan Parsî'lerin,1941 yılında Hindistan'daki toplam nüfusları 114890 olarak bilinmektedir. 1951 istatistiklerine göre bütün dünyadaki Zerdüştilerin toplam sayısı 135000 dir.İsmail ÇEBİKardeşlerin 500 yıl sonraki buluşması  Şoreş Reşi Ertesi gün Xorasan Eyaletinin başkenti olan Meşhed kentine, kuyruğu yılan gibi sallanan bir uçakla uçtuk. Kuzeyinde dağlar, güneyinde ise 'Deşti Kevır' çölü uzanıyordu. Beş milyonluk şehrin nufusu, yazın, imam Rızanın (817 de öldürüldü) türbesini ziyarete gelenler nedeniyle daha da kalabalıklaşıyor ve dayanılmaz bir hava veriyordu. 45 dereceye varan sıcak, asfaltı eritecek derecede yumuşatıyor ve yansıyan hava insanın yüzünü ateş gibi yalıyordu. Bu şehirde 400 bin Kürdün yaşadığı söyleniyor ama nekadar doğru bilemiyorum. Sıkıcı şehir havasından bir an önce kendimi Kürtlerin yaşadığı dağlara, daha doğrusu Kürtlerin 'Kara Kutusuna' atmak istiyordum. Çünkü, burası dünyaya ve Kürtlere açılmayan bir kara kutudan farksızXorasan'ın anlamı Doğu Kürdistan'lı tarihçi Alan: " Kürtçe de Xor: güneş, -san: da yer belirttiğinden güneğin yeri anlamındadır" (1) diyor. Yöre Kürtleri de şöyle yorumluyor: " Xor= güneş, a-san= da hûlste, yani kalkış manasındadır. Güneşin kalktığı yer anlamına gelir" (2). Her iki yorumunda yakınlığı dikkat çekici. Babil dilinde Xorri 'mağara',Sümer diline göre de Xorri 'Dağlık Memleket' anlamına gelir. Bence, bunlara eklenilecek nokta; bu ismin bir de dinsel manasının olmasıdır.Yani Zerdüşt Peygamberle olan bağlantısıdır. Tarihçiler ve din üzerine araştırma yapanlar, Proto-Kürt olan Zerdüşt Peygamberin doğduğu, yaşadığı yer ve çağ konusunda hemfikir değiller. Hatta bazı kesimler üç tane Zerdüşt'ün ayrı zaman dilimlerinde yaşadığı fikrinde. Bununla ilgili olarak Dr. S. Bilgin şu bilgiyi aktarıyor: " İslami yazar Kazwini, müslümanların peygamberi olan Hz Muhammed'din bir hadisinde şöyle dediğini nakleder: ' Ermenistan ile Adarbaijan arasında Sabalan Dağı bulunur. Bu dağda bir peygamber gömülüdür. Bu dağın tepesinde uzun baharlar olur ve suları buz gibidir. Dağın yamaçlarındaki sıcak baharlar, halkı oraya çeker. Bu dağın tabanında yüce bir ağaç bulunur. Ağacın tabanında biten ottan dolayı hiç bir hayvan onun yakınından geçmek istemez. Yakınına geldiklerinde kaçmaya başlarlar. O nebatten yiyenler derhal ölürler. Adı geçen Sabalan dağını görmedim, ama benzer bir dağ/lar olan "Hezar Mecid" de olup bitenler çok ilgi çekici. Kavurucu sıcağın altında, baş başa vermiş dağların üzerlerinden ve aralarından dolana dolana, sıra dağlar olan Hezar Mecid'e öğlen vardık. Bu dağlar: Afganistan dan başlayan Sefid (Paropami) sıradağlarının bir devamı olarak İran ile Türkmenistan sınırından geçer. Hatta Hazar Denizinin güneyinden Palandöken Dağlarına kadar uzanabilir. İran'ın kuzeyindeki bu sıradağlara Hezar Mecid deniliyor; sanırım üç bin metreye yakın bir yükseklişi var. Bu dağın Kuzey Doğusunda bir duvar gibi Sistan dağları uzanır. Dağlar arasındaki avuç içi kadar olan birer düzlükte de Kürtler çadır kurmuş ve yaşam mücadelesi veriyor. Bu vahşi coğrafyanın doğusuna düşen Lain/Layin mıntıkasında geçen sene bir köyün tamamı sellere kapılarak yok olmuştu. Orada yaşayan aşiretlere Layini denilirken, güney kısmına da Reşi ve Bırıviler; batıya (Şaycan Dağı) da Qeremanlılar yerleşmiş. Halk arasında Hezar Mecid kutsal görülüyor. Her sene kurban götürüp orada kesiyorlar. Hastalarını oraya şifa; çocuğu olmayanlar çocuk için ve orayı ağlama duvarına döndürenlere fazlasıyla rastlanıyor. Devlette bilinçli olarak bunu teşvik ediyorÉ Halkın deyimi ile: "İmam Ali, Ruslara karşı savaşırken bu dağa gelip dinlenirmiş". Halbuki, İmam Ali'nin buraya geldiğini gösteren hiç bir tarihi kayıt ve delil bulunmuyor. Öyle ise bu kutsallık nereden kaynaklanmakta? Yukarıda aktardığımız öldürücü otun da burada bulunduğunu, yayıldığı alanın on hektarı geçmediğini ve Kürtçe isminin: "Axu" yani zehir anlamına geldiğini önemle belirtmem gerekir. Dağın etrafındaki kaynak sularında buz gibi olduğunu da yazarsam, Kazwini'nin aktarımı ile ne kadar çakıştığı görülecektir. Yaşlıların bu konudaki görüşleri de bayağı ilginç: Heci Baruyi (67) şöyle diyor: "Bu dağda bir evliya yaşarmış eskiden. "Kanıya Mıradan" (Murat Çeşmesi) dan su içermiş . Bu çeşmeye kim bir şey atar bir dilekte bulunursa, dileği yerine gelirmiş. Yazları burada hersene panayır olurmuş; Hındistan, Afganistan, Pakistan, Kurdistan'dan insanlar buraya gelirmişÉBu Axu sadece burada yetişir; hangi canlı yese hemen oracıkta ölür. Biz eskiden hamurla karıştrıp suya atardık, balıklar yiyince hepsi ölürdü ve bizde toplardık. İçini temizledikten sonra yerdikÉ" Hezar Mecid'in başında insanlar taşlardan çok büyük kuleler yapmışlar. Neredeyse her adım başında meterelerce yükseklikteki kuleler dikkat çekiyor. Oraya gelenlerden bunun manasını sordum. Bir kısmı: "Kutsal yer belli olsun"; bir kısmı:" Gelenek" diye yanıtladı. Ben bunların Sumer Zigurratları ile bir başlantısı olduğunu düşünüyorum. Bunun bir kanıtını Sümer yazıtlarında görmek mümkün: "Ev yapımında çok renkli taş kullanılırdı; en önemlisi de Mavi Zagina idi ki evlerin temeline ve heykellerin gözlerinde kullanılırdı. Bu taş güney Hazar Denizi ile Afganistan dan gelirdi. Bununla bağlantılı olarak Sümerlerin buradan geldiği sanılıyor.(6)" Genel olarak eldeki veriler ve yaşanan gelenekler gözönüne alındığında bu dağ/lar da Zerdüşt Peygamberin yaşadığı ve burada gömülü olduğu sonucu çıkabilir. Böyle değilse bile, Zerdüşt Peygamberin burada en azından yaşadığına dair kesin birşey iddia edilebilinir. Bunu S. Bilgin de şöyle yazıyor:" Zarathuştra dinini yaymak için gerekli ortamı ilk önceleri doğu İran da bulmuşÉ"(3). Böylece Xorasan isminin güneşle olan bağlantısı dahada fazla önem kazanıyor. Hezar Mecid'in eteklerindeki göçebe Seyidi (Milli) aşiretine bağlı obanın çadırlarında kaldık bir-kaç gece. Yataklarda donacak kadar hava soğudu. Her sabah güneş doğmadan kendimi dışarı atıyordum. Dışarısı daha sıcaktı. Bu dağlarda en çok yorulan kadınlar tek tek kalkmaya başlardı. Kimisi kuyudan su getirmeye, kimisi hayvanları yemlemeye, kimisi misafirler için çay demlemeye ve kimiside "Meşk" in hazırlıklarını yapıyordu. İlk defa görecektim. Heycanlandım ve film çekmek için izin aldıktan sonra işe koyuldum. Bir saate yakın süren bir uğraştan sonra kar beyazlığındaki yağ süzülerek bir tabağa konuldu. Bir avuç içi dolusu kadar da bir ekmek parçasının üzerine konularak bana uzatıldı. Oysa kokusu yetiyorduÉBirde burada yapılan başka tür bir yağdan bahsetmek gerekir: Bu yayıktan çıkarılan beyaz yaş büyük bir kapta kaynatılıyor. İyice sıvılaştıktan sonra soğumaya bırakılıyor. Soğuyunca bir kısmı sarı rengini alıyor ve Kürtçe deki adı: "Rune Zer" dir. Doktorların bunu ilaç yerine hastalarına tavsiye ettiklerini söylediler..Xorasan tarihi Türk tarihçileri ve Türk şövenistleri arasındaki kanıya göre Xorasan Türk yurdu ve oradan gelenler de Türk. Bu sav özelliklede bizim Kürt Alevileri arasında etkili oluyor ve bu insanlarımızın çoğu kendilerini Türk zannediyor. Bu kesinlikle yanlış bir anlayış. Xorasan'ın eski bir Kürt yurdu veya bir 'Arran-Ari' yurdu olduğunu söylemek mümkün. Bununla bağlantılı olarak Afganistan'ın eski isminin Aryana, MS 300 yılında Xorasan ve 1800 lerde de Afganistan olarak değiştiğini belirtmek gerekir. MÖ 4000 yılına ait dünya nüfusunun dağılım haritasına (4) baktığımızda Xorasan bölgesinde 200 bin kadar bir nüfüs dağılımı görülür. O zaman Kürdistan, Anadolu ve Mezopotomyadaki nüfüs oranı ise Hindistan ve Çin'den kat be kat fazla. Bu insan adacığının Türk olma ihtimali çok zayıf. Bunların Beluc, Afgan, İrani veya Kürt olması daha fazla ihtimal dahilinde. Hatta ülkesinden ve kabilesinden göçe zorlanmış olan Zerdüşt Peygamber ve onun inananları da olabilir. Bu savı " MÖ 3000 li yıllarda, şimdiki Hint ve İran halklarının ataları hala ortak bir yaşam sürdürüyorduÉ"(3) şeklindeki görüş de tasdikler niteliğinde. Yanlız ben, Hintlerin daha erken ayrıldığına inanıyorum. " Zarathuşra aile kararıyla buradan sürgün edilmiş ve en sonunda kuzenleri olan Notarya ailesine sığınmak durumunda kalmıştır. Zarathuşra' nın tebliğ ettiği dinin en büyük destekçisi olan Viştaspa ailesi de Medya'nın Notarya mıntıkasından geri dönerek bu bölgeye yerleşti. Bu ailenin liderlerinden olan 'Tus i Nodaran' Tus şehrini kurdu." (3) Kürtlerin kurduğu bu şehrin ortasında kral veya kutsal rahiplerin içinde bulunduğu bir kale inşa edilmiş. Kalenin dört burcu hala ayakta. Kale duvarlarının etrafı su ile dolu olan bir hendek çeviriyor; şimdi yok tabi. Bu sudan sonra da, çok geniş bir alanı kaplayan ikinci bir sur çevrilmiş. Denildiğine göre bir tane daha sur varmış ama ben görmedim. Bugün, içine girilmesi yasak olan bu kaleye, orada bekçilik yapan bir Kürt'ün yardımı ile girdik. İçinde hala sır gibi duran epey bölüm var, ama en ilginç olanı: hapishane olarak bilineni ve gizli geçitti. Bence de hapishaneden çok, savaş anında kralın veya dini şahsiyetlerin saklandığı ve gerektiğinde gizli geçidi kullanarak kaçtığı bir bölüm idi. Burada da yaşlı emekçi beni şaşırttı. Bir oğlu üniversitede okuyormuş, çok bilinçli ve ulusal davadan haberi olan bir insandı. Her ne kadar bize güvenip görüşlerini açık açık söylemediysede, siyah bıyıklarının altındaki sıcak gülümsemeden kalbinin Apo için attığı belli oluyordu. Yaşamını Xorasan dağlarının yamaçlarında geçiren yaşlı Amca Xudeda (80) şunu anlatıyor: "Kürtler Xorasan'a beş bin yıl önce geldi. Bizim cedlerimiz böyle anlatırdı. Hezar Mecid Dağlarının doruklarında, Rudşan da, onların yaptığı evler, mağaralar ve yerleşim yerleri vardır." " Hazar Denizinin güneyindeki Hisar ve Turage tepelerindeki kazılardan MÖ 2000 yıllarına ait çıkan belgelerden Kürtlerin bu bölgede yerleşik olduğu anlaşılıyor (9)."Kürtlerin Xorasan'a gelişi Kürtlerin Xorasan'a gelmeleri Arap, Asur ve Deniz kavimlerinin saldırıları döneminde yaşandı. Özellikle de Arapların Kürdistan'a ve Bereketli Hilal çevresine saldırmaları sonucu Kürtlerin belli bir kısmı, bugünkü Kuzeybatı Kürdistan'a geçmek zorunda kaldı.
Hititler'in MÖ 1200 yılında Ege ve Akdeniz'den gelen deniz kavimleri tarafından yıkılmasından sonra da insanların dağlık bölgelere, özelikle de Xorasan'a gittiği öngörülüyor. Bugünkü Anadolu'da ve Kürdistan'ın batısında, Asur ve Deniz kavimlerinin arasında kalan Kürtler, Kafkaslar'a ve Xorasan'a gitti. Ben bunu, birinci göç olarak tanımlıyorum. M.Ö 843'ten kalma bir Asur tabletinde Kırmanşah sakinlerine Aryanlar denilmekte. Aryanlar buraya M.Ö 900'lerde Herat ve Meşhed Serans geçidinden gelmişler (5). İlk göçten bir kısmının tekrar döndüğü düşünebilinir. Med İmp. (MÖ 712- 550) döneminde de Kürtlerin burada olduğu biliniyor. Taberi, şunu aktarıyor: "Halife Ömer ile biri arasında şöyle bir diyalog geçer: Ömer: 'Keşke bizimle Xorasan arasında ateşten bir deniz olsaydı', der. Diğeri, bunun nedenini sorar. O da; 'Oradaki halk (Türk) bizim üzerimize geleceğine yöredeki halkın (Kürt) üzerine gider' (3)." der. Bu da Kürtlerin orada Müslümanlığın yayılmasından önce de yerleşik olduğunu gösterir. Buradaki Kürt ve Fars halkları, 720'ye kadar Araplara karşı direndi. Bu halklar Ömer ve Emeviler'den sınırsız bir zulüm gördü. Bu nedenle, özellikle de Kürtlerin bir kısmı Hindistan'a, bir kısmı da Sibirya içlerine kaçtı. İbn Xurdad, Xorasan'daki hükümdarların bir listesini verir ve onların ününden bahseder. "Xorasan prensi Baraz-Bandeh, Herat prensi Buşanc ve Badgise'dir. Bunlar "Barazan" ünvanını kullanıyordu." Bunun yorumlanması, üç şekilde olabilir: a- Bugünkü Kürtçe'de de Bırez=Sayın, hitaplarda özel isimlerden önce kullanılır. b- Berz= Büyük anlamında kullanılır. c- Berazi aşiretinden geliyor olabilirler, çünkü bölgede hala Berazi aşiretinin bir bölümü yaşıyor. Kürtlerin ve Farsların doğal korunma kalesi durumundaki Xorasan'ı, İslam orduları milyonlarca insanı katlettikten sonra alabildi. Çünkü Xorasan, Zerdüşt dininin, ilmin, müziğin ve felsefenin dünyaya yayıldığı önemli merkezlerden biriydi. İmam Ali dönemindeki bir isyanı Halid bin Kurra bastırır. Muaviye dönemindeki isyanı da ateş ve kanla Abdurrahman Bin Semure bastırdı.Eba Muslim Xorasani M.S. 715 yılında da Kuteybe Bin Muslim ortalığı kasıp kavurdu. Eba Muslim Xorasani de 745'te Xorasan'a gelir. Suriye'den geldiği için Arap olduğu iddia edilir, ama tarihi belgeler Eba'nın bir Azerbeycan Kürdü olduğunu bize gösteriyor. Bir de o dönem Suriye'nin önemli bir bölümünün Kürtlerin elinde olduğunu hatırlatmak gerekir. Eba M. Xorasani (M.S. 718-755), neredeyse Xorasan'ın ve oradaki Kürtlerin bir kahramanlık sembolü. Onun gücü ve cesareti oradaki insanların yüreğine işlenmiş. Bu Kürt kahramanı hakkında çok rivayet olduğunu hatırlatarak, Abbasi Şairi Ebu Delama'nın onun için yazdığını aktarmakla yetinelim: Ey Ebu Mucrim (Mêrkuj)! (Ey katil Eba) Te xwest îxanetê li Mansur bikî (Sen Mansur'a ihanet etmek istedin) Kalikên te Kurd jê xayin bûn (Senin Kürt ataların da hain idi) Te ez bi kuştine tirsandi didam (Sen, beni öldürmekle korkutuyordun) Lê, şerê mezin tu bi destên xwe parçê kir (Ama, büyük savaş seni kendi ellerinle parçaladı) Eba'nın öncülüğündeki 24 Kürt aşireti Xorasan'dan Kerkük, Erbil ve Batı'ya doğru gelerek Emevi güçleriyle çarpıştı ve sonuçta Abbasiler'in iktidara gelmesi sağlandı. Abbasiler döneminde Kürtler sınırlı da olsa bir rahatlama dönemi yaşadı ve onlarca beylik meydana geldi. Ama Eba Muslim'in 754'te Ebu Cafer Mansuri tarafından katledilmesi üzerine, Xorasan'daki Kürtler yine ayaklandı ve güneye giden 24 aşiret Abbasiler'e karşı üç ay savaştı. Eba'nın intikamını almak için savaşan bu 24 aşiret yenilerek Mardin, Urfa, Malatya, Maraş ve Halep mıntıkasına çekilmek zorunda kalır. 1164 yılına kadar bu bölge ile Hama ve Humus arasında kalırlar. Bunların büyük bir çoğunluğu daha sonraları (1165) İç Anadolu bölgesine yerleşecektir. Xorasan'da kalanlar da milyonlarca kayıp verdikten sonra Abbasilerin eliyle Samsun-Canik'ten Adana'ya kadar olan bölgede Müslümanlarla Hıristiyanlar arasındaki sınıra serpiştirilerek, İslamın kalkanı görevi verildi. Bunu, dönüş aşaması olarak adlandırabiliriz. Harun el-Reşit (786-809) döneminde Badıllı (125 aşiret), Şadi(18500 hane) ve Reşi (bu isim kesin değil, 75 aşiret) aşiret konfedarasyonları Kandahar, Mazenderan, Xorasan ve Secistan'dan getirilerek: Samsun-Canik ile Kayseri ve Adana-Sis arasında Bizanslılara karşı yerleştirildi Türkler, 1040 yılında Xorasan'a geldi. Rey şehrini tahrip ettikten sonra Kazvin'e geçtiler, ama orayı alamadılar. Ermenistan'a saldırdılar. Bu dönem, Kürt aşiretleri birleşerek Oğuzları yendi ve onları Azerbeycan'dan attı. Oğuzlar Xorasan'a dönerek Tuz şehrinden 100 bin, köylerden de 20 bin insan öldürdü; 150 bin kişi de esir alındı. Bu dönemde büyük bir Kürt nüfusunun Anadolu'ya geldiği biliniyor. Timur ilk olarak Xorasan'a geldiğinde, Tus şehrini yerle bir etti ve tarihi kaynaklar, Timur'un orada Kürtlerle karşılaştığını ve onların ayakta develeri yüklemelerine hayran kalarak, bu dev yapılı insanları emrine almak isteğini, aktarır. W. Ivanow: " 1245-1389 de Herat'ın güneyindeki dağlarda "Kürt" isimli bir hanedan vardı " (16) diyor. Böylece Xorasan'ın bir Kürt yurdu olduğuna dair verileri arttırmak mümkün. İkinci geziden sonra Meşhed'e döndük. Bir hafta sonra banyo ve ayna yüzü görüyorduk. Yüzüm yanmış, kızarmış ve kavlanmıştı, daha doğrusu yanmıştı. Ama hiç şikayetçi değildim. Bu koca şehirde fazla kalmak istemiyordum ve yol arkadaşımı (rehber) üçüncü hedefimize bir an önce razı etmek istiyordum. Xorasan Eyaleti'nin doğusunu tamamlamış, bu sefer de batı ve orta kesimlerine gidecektik. Eyaletin Kürt şehirleri doğudan batıya doğru şöyle sıralanır: Kelat, Çınaran, Deregez, Koçan, Şirvan, Bojnurd ve güneyde Sebzıvar ile Esferayn. Son ikisi hariç, diğer şehirlerin çoğunluğu Kürt. Bojnurd şehrinin 120 bin kadar nüfusu var ve bunun 100 bininin Kürt olduğu söylendi. Şadi aşiretinin kurduğu bir şehir. Bilindiği gibi bugün; Suriye, Batı Kürdistan, Konya, Kafkaslar'a dağılan bu aşiretler konfederasyonu, Xorasan Kürtlerinin de önemli bir bölümünü meydana getirir. Xorasan'da bu isim altında toplanmış 23 aşiret bulunuyor. Bunlar ne zaman ve nasıl buraya geldi? Bu konuda en büyük emek veren yazar Kelimullah Tewehhudi ile iki sene önceki sohbetimizde kendisi; "Kürtlerin Xorasan'a geliş tarihini kitaplarımda yanlış yazdım; kitapların yeni baskısında bunu düzelttim" diyordu. Bu sene kaç defa girişimde bulunduysak da kendisi ile görüşme olanağını bulamadım. Tabii beni çok üzen bir olayı da yazmadan edemiyorum. Evine gittiğimizde sıcak kanlı, misafirperver kızı bizi karşıladı. "Ben Kürtçe sadece, 'Zor spas' demesini bilirim" dedi. Biz Farsça konuştuk. Bu kadar emek vermiş bir yazarın çocuklarına Kürtçe öğretmemesini eleştirmemek elde değil. Böylece, orada kendisini: "Klasik çizgide, kendi popülaritesi için uğraşan biri..." olmakla suçlayan gençlerin düşünceleri üzerinde saatlerce düşündüm. Acı veriyorduÉ Kelimullah Tewehhudi, Kürtlerin 1628-30 arası Xorasan'a gittiğini yazıyor. Ama kendisi de yanıldığını kabul ediyor. Bilindiği üzere Kürtler, Osmanlılar ile Safeviler arasındaki çekişmelerden, savaşlardan çok çekti. Özellikle de 1500'lerden sonra bu mücadele, dini bir çekişmeye büründükçe kuzeyden güneye kadar aradaki Kürtler zarar gördü. Bu çalkantılı dönemin 1590 yılında Osmalılar ile Safeviler arasında bir anlaşma sağlandı. Buna göre Azerbeycan, Gurcîstan, Ermenistan, Şehrî Zur ile Lorıstan ve Hemedan Osmanlılara geçti. Bu dönemde genişleyen Osmanlı devletinin halk üzerindeki baskı ve sömürü politikası da şiddetlenmişti. Halk bir yandan göç etti, bir yandan da Celali isyanları başladı. Aynı zamanda Abbas da batıdaki Kürtleri Xorasan'a sürmeye başladı. Xorasan'a Kürtlerin birkaç defa gidip geldiğini yazmaya çalıştık. Ama bir daha dönmemek üzere olan gidişlerin ilki 1490-1500 yıllarında görülüyor. Bu dönem Qeremanlı aşireti, Kürt asıllı Şah İsmail'le gider. Qeremanlılar bugün de Xorasan'da çok kalabalık ve belki de en az asimile olanlar. Bir kısmı da hala göçebe. Büyük bir bölümü Aşxane İlçesi'nin dağlık kesimlerinde bulunan bu aşiretin yanına giderek insanlarıyla konuştuk. Şah İsmail'in bugün sürgünde yaşayan Kürtler üzerinde büyük bir dini tesiri olduğunu biliyoruz. Şah'ın ordusunun % 80'ini Kürtler oluşturuyordu İkinci büyük göç Şah Abbas( 1587-1628) döneminde gerçekleşir. Şah Abbas 1593'te Kürt ileri gelenleri ile bir toplantı yapar, iki devlet arasında sıkışan Kürtler-Çemişgezek Konfedarasyonu, Şah'ın oyununa gelerek Xwar-Weramin (Bugün Tahran'ın güney mahallleri) mıntıkasına gitmeye razı olurlar. Bu görüşmeyi B. Şucai 1597 yılında, bir sene sonra göçün ve 1601'de Xorasan'a gidişlerin olduğunu ileri sürüyor (18) . Safeviler döneminde yaşanan Özbek ve Türkmen akınlarını durdurmak için Kürtler kalkan olarak düşünülmüş. Bunda gerçekten de başarılı olmuşlar, çünkü Kürtler bütün yabancı akınları durdurarak püskürtmüşler. Oraya da yerleşerek bu bölgenin İran topraklarında kalmasını sağlamışlar. Kürtlerin Xorasan'da kurduğu ilk şehir Şirvan. Bu ismin Anavatan'dan götürüldüğüne şüphe yok. Daha sonra 55 km daha doğuya giderek Xabûşan (Bugünkü Qoçan) şehrini kurdular. Şadi konfedarasyonu da Bojnurd şehrini kurarak yerleşir. Bojnurd'da Şadilerin kurduğu bir saray var. İsmi: "Neynıkxane" dir, yani aynalı oda deniliyor ve tam bir devlet sarayı gibi. Şu an müzeye çevrilmiş bir hali var, ama Kürtlerin medeniyete katkısını, zerafet, beceri ve devlet kültürünü burada görmek mümkün. Olanağı olanların burayı mutlaka görmesi gerek. İçinde hükümet kararlarının alındığı, misafirlerin ağırlandığı ve her beyin resminin asılı olduğu odanın her tarafı ayna. Ortasındaki bir camekanda kadınların takılarından tut, süslenme-roj eşyalarına kadar bir sürü tarihi eser var. Bu binanın yakınında da eski bir Şadi hastanesi var. Tamiri yapılıyordu; bir görevliden izin alarak içeri girdik. Çıkışta, yeni hastahanenin müdürü tarafından sorguya çekildik: kimdik, niçin gelmiştik, kimden izin almıştık, isim ve adreslerimiz vs. polis sorgusundan beterdi. Güzelim Şirvan, Qoçan, Bojnurd, Aşxane ve diğer şehirleri gezerken, gözlerim hep bir Kürt Beyi'nin veya kahramanın heykelini aradı. Ama nerede? Bu kadar nankörlük hiçbir kitaba sığmaz; varlıklarını borçlu oldukları Kürtlerden bir iz bırakmamak için ellerinden ne geldiyse yapıyorlar... Şirvan'a bağlı 'Palıken Jorin' köyünden Eli isimli bir şahısla tanıştık. Bana Apo'nun durumunu ve ne zaman bırakılacağını sordu. Ben yanıt vermeye çalışırken, kendisi fikrini gözlerinin içi gülerek şöyle anlatıyordu: "Ben diyorum buradan 20 tane genç oraya gidelim, gerekirse ölürüz de, ama Başkanı nasıl yalnız bırakabilirizÉ" Buna yürekten inandığını gördüm. Xorasan'da 110-120 aşiret bulunuyor. Buradaki en büyük aşiretler: Şadi, Keyvan, Qereçorlu, Qereman, Milan, Celali, Şexemiri, Laini, Zaxuri, Sevıka, Badılli, Topkan, Omeri (Emari) ve Reşi. Xorasan'ın kıraç dağlarında yaşayan: Lawinler Sabah Meşhed'den yönümüzü Kelat'a/Kelata Nadır vererek yola çıktık. Kuzeye doğru ilerlerdikçe dağlar yükseliyordu. Kıraç dağların arasındaki alanlarda Kürtler yaşıyordu. Bazı köylerin tamamen boşaldığını gördüm. Belli ki kuraklığın sonucu. Bazılarında da çok az insan vardı. Bu bölgedeki insanların ilk göze çarpan özelliği kadınların kırmızı Kürt giysileriyle dolaşmalarıydı. Diğer bölgelerde sadece düğünlerde, bayramlarda veya yaylaya giderken giyilen milli kıyafetler burada günlük olarak kullanılıyordu. Bir de, kırmızı renk çok belirgin ve giysiler diğer bölgelere göre daha uzun. Bölgede yaşayan aşiretlerin ismi Lain-i olarak geçiyor. Bunların ülkedeki bağlantıları kimler olabilir düşüncesiyle halka bu aşiretin başka isminin olup olmadığını sordum. Ama hep 'Lain' yanıtını aldım. Buradaki Kürtler'i diğer alanlardakilerden ayıran dilsel fark ise sadece buradakilerin hepsi için giştık; diğer bölgedekilerin ise kulli kelimesini kullanması idi. Ekrem İzi'nin aktardığına göre, Adıyaman'ın Sincik İlçesine bağlı Lain (Bugünkü Alacık Köyü) bölgesine ait Osmanlı belgelerinde kayıtlara rastlanmakta. "1519'da Lain'de beş hane, bir bekar var; 1524 de 7 hane; 1530 11 hane, 1 bekar; 1547 de 12 hane 2 bekar" (11) Bu iki bölgenin birbiriyle bir bağlantısı olduğu kesin Yavuz Selim'in katliamlarından kaçan halkın bu ismi kendisiyle götürdüğü düşünülebilinir. Kürt Dağı çevresindeki Kürtler tarafından söylenen "Yar Meyro Meyremine" de şöyle bir kıta geçer: "Yarî Meyro Meyreminê Devi dostê, dilî çirûkê Bi min re xayînê Dosta kekê Evdîlwehîde Lawînê Nîşandarê mertînê Burada geçen E. Lawine'nin Lain olduğuna inanıyorum. Eski ismin Lawin olduğu ve bunun değişerek Lain/layin'e dönüştüğü ihtimali de kuvvetli. Hatta daha da derine gidersek: "Adıyaman'da, Ari olan Luwiler MÖ 857 de Kummuh devletini kurdu ve bu devlat Asurlarla savaşıyordu" bilgisi ile beraber bunun aynı kaynaktan gelen bir isim olduğu kuvvetli bir ihtimal. Lain köylerini gezerken dikkatimi dağların tepesindeki su izleri çekti. Bu kadar yüksek olan dağların tepesine kadar suyun çıkması ve orada iz bırakması inanılacak bir durum değil! Dünya yüzeyinden zaten yüksek olan Xorasan'da daha da yüksek olan Lain veya Hezar Mecit sıradağlarının tepesindeki suların izini yerlilere sordum, ama bir yanıt alamadım. Nuh Tufanı'nı düşündüm, acaba burada mı oldu, diye. Sonunda Herodot'un yazdıkları aklıma geldi: "Asya'da bir ova var. Her yanı bir dağla çevrilmiş ve dağın beş boğazı var; bu ova eskiden Khorasanlılar'ındı; Hyrkanialılar'ın, Parthialılar'ın, Sarangialılar'ın ve Thamanaeililer'in ülkelerine sınır düşüyordu, ama şimdi buraları İranlılarındır ve büyük kralın (Dariyus-ben) mülküdür. Dağdan Akes adındaki ırmak çıkar, beş kola ayrılır ve bu ülkelerin topraklarını sulardı. Kral bu boğazları kapattı ve suyu ovaya saldı. Komşu ülkeler susuz kalınca gelip yalvardılar. O da haraç alarak suyu veriyordu Lain Kürtleri çok sempatik, sıcak kanlı ve misafirperver. Yaşlıların başında sarı renkli sarıklar var. Bunların eskiden Kürdistan ve İç Anadolu'daki Kürtler tarafından da kullanıldığını hatırladım. Buradaki insanların 100-120 yıl yaşadığını da çok duydum. Lain Köyleri, Hezar Mecid dağlarına kadar uzanan vadinin iki tarafına serpilmiş. Vadinin iki tarafı da çok yüksek dağlarla çevrili, tepelerinde mağaralar var ve bunların hayvan barınağı olarak kullanıldığını gördüm. Köyler bu dağların arasındaki ufak düzlüklerde kurulmuş. Vadinin içindeki düzlüklere de pirinç ekilmiş, meyve ağaçları ve başlar bulunuyor. Halkın geçim kaynağı bunlar ve hayvancılık. Bu köylerden biri olan Lain'de öğle yemeği yedik. En çok bulunan yemek ise pirinç pilavı ve et. Bu seferki et bir dağ keçisine aitti. Lezzetine diyecek yoktu, ama bu güzel hayvanların soyunun tüketilmesine de insan acıyordu Xorasan'da 2 milyon Kürt yaşıyor Tewehhudi: "Kürtler Xorasan'a geldiklerinde 45 bin aile veya 225 bin nüfusları vardı" diyor. Bazı kaynaklarda bu, 15-50 bin aile ve 1.900.000 nüfus olarak geçer. Benim gözlemlerime göre nüfusun 1.5-2 milyon arası olduğu daha gerçekçi. Xorasan'a gelişten sonra, özellikle de savaşlarda ve Nadir Şah (1688-1747) zamanında Kürtler çok büyük zararlar gördü. Bugün buradaki Kürtlerin sayılarını belirten herhangi bir resmi belge yok. Yazarlar: bunun birbuçuk ile iki milyon arası; gençler de üç milyon Kürdün yaşadığı kanısında. Bugün 1600 köyün de Kürt olduğu biliniyor.Dil Xorasan Kürtlerinin yüzde 95'i Kurmanci konuşuyor. Çok az bir bölümünü Lori ve Hewramanice'yi konuşuyor. Ama konuşulan dilin Farsça'nın çok etkisinde kaldığı bir gerçek. Bu konu üzerine araştırmalarda bulunan Eli Mehru, Xorasan Kürtçesi'nin % 40'ının yabancı dillerin etkisinde kaldığını ve topladığı 30.000 kelimenin 4-5 bininin de Türkçe olduğunu söylüyor. Tabi ki Xorasan'da konşulan dille, İç Anadolu'da konuşulan dilin birbirine çok yakın olduğunu belirtmek gerekir.
Enhanced by Zemanta

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder